MÜVELLEDÛN

(المولّدون)

Arap edebiyatında müteahhir dönem şairleri için kullanılan bir terim.

Sözlükte “doğurmak” anlamındaki vilâd (vilâde) kökünün “tef‘îl” kalıbından türeyen müvelled kelimesi (çoğulu müvelledûn) “sonradan icat edilip ortaya konan şey” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “vld” md.). Eski Arap dili ve edebiyatı âlimleri lugat, sarf ve nahiv bilimleri için metin kanıtı (şâhid) olarak değerlendirilebilecek malzemeyi belirlemek amacıyla klasik Arap şairlerini yaşadıkları döneme göre sınıflara ayırmışlardır. Bunlar Câhiliyyûn, muhadramûn, İslâmiyyûn (mütekaddimûn) ve müvelledûn (muhdesûn) tabakalarıdır. İlk iki grupta yer alan şairlerin şiirlerinin kanıt olması konusunda ittifak vardır. Çünkü bunların yaşadığı dönemde henüz Araplar’la başka milletler arasında Arapça’yı etkileyecek derecede bir karışma meydana gelmemiş ve Arapça bu dönemde bozulmamıştır. İslâmiyyûn devri (Hulefâ-yi Râşidîn ve Emevîler zamanı) şair ve ediplerine ait sözlerin kanıt olarak kullanılmasına ihtiyatla yaklaşılmış olmakla birlikte yaygın görüş bunların da metin kanıtı olabileceği şeklindedir. Müvelledûna mensup şair ve ediplerin ifadelerinin ise bu dönemde yabancılarla karışmanın Arapça üzerinde olumsuz etkilerinin görüldüğü gerekçesiyle kanıt diye kabul edilmemesi ciheti ağırlık kazanmıştır. Bu arada belâgat alanında Arap olan ve olmayan her dönem şair ve ediplerinin ifadesi metin kanıtı açısından geçerli sayılmıştır. Arap asıllı olmayan Beşşâr b. Bürd ile (ö. 167/783-84) başlayan şairler grubuna müvelledûn adı verilmesi, onların bu ayırımı yapan âlimlerin yaşadığı döneme göre yeni olmasından kaynaklanmaktadır.

Abdülkādir el-Bağdâdî, müvelledûna ait şiirlerin sözlük ve gramerde kesinlikle metin kanıtı olarak gösterilmemesi gerektiğini söyler (Ħizânetü’l-edeb, I, 5). Süyûtî de Arapça’da ifadeleri metin kanıtı olacak şairler arasında Ahtal, Râilibil en-Nümeyrî, Ferezdak, Cerîr b. Atıyye, Zürrumme, Kutâmî ve Baîs gibi mütekaddimûn şairlerini sayar (el-Müzhir, s. 265). el-Keşşâf’ında (I, 170) Ebû Temmâm’ın bir beytini delil gösteren Zemahşerî gibi müvelledûndan olup da dilinin düzgünlüğüne güvenilen kimselerin ifadelerinin kanıt olarak gösterilebileceğini savunanlar da vardır. Zemahşerî’ye göre Ebû Temmâm, şiiri sözlük ve gramerde delil kabul edilmeyen bir müvelled ise de Arapdili âlimlerinden biridir, dolayısıyla onun sözleri, öncekilerden yaptığı nakiller olarak kabul edilmelidir. Sîbeveyhi de Beşşâr b. Bürd’ün bazı şiirlerini kanıt olarak kullanmıştır. Ancak rivayete göre Sîbeveyhi bu işi önceleri şiirlerini delil göstermediğinden kendisini hicveden Beşşâr’a yakınlaşmak için yapmıştır (Abdülkādir el-Bağdâdî, I, 6). Kürâunneml de yazdığı sözlüklerde muhdes şairlerin şiirlerinden şâhid getirmiştir.

Müvelledûn tabakası her ne kadar Beşşâr b. Bürd ile (İbnü’l-Mu‘tez, s. 37) Abbâsîler’den itibaren başlatılıyorsa da bazı dil âlimleri Emevî döneminde yaşamış şairleri de müvelled saymıştır. Hasan-ı Basrî, Ebû Amr b. Alâ, Abdullah b. Şübrüme gibi âlimler üçüncü tabakaya mensup Cerîr b. Atıyye, Ferezdak, Kümeyt el-Esedî, Zürrumme vb. şairleri de şiirlerinde bazı gramer hataları yapmış olmaları sebebiyle müvelled kabul etmiş ve onların ifadelerinin kanıt olarak değerlendirilmemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca bu şairler müvelledûn grubuyla çağdaştır ve müvelledûna çağdaş olmak ifadelerin şâhid olarak gösterilmesine engel teşkil etmektedir (İbn Reşîk el-Kayrevânî, s. 57; Abdülkādir el-Bağdâdî, I, 5-6). Ebû Amr b. Alâ, Câhiliye ve muhadram şairlerinin edebî ürünlerinin dışında şiir kabul etmediğinden onlardan sonra gelenleri müvelled saymıştır (İbn Reşîķ el-Kayrevânî, s. 57). Asmaî, sekiz yıl yanında kaldığı Ebû Amr’ın İslâm döneminde söylenmiş bir beyti delil olarak gösterdiğini duymadığını kaydeder. Ebû Amr’a müvelledûn Hakkında görüşü sorulduğunda şiirde mevcut bütün güzelliklerin daha önce ortaya konduğunu, bütün çirkinliklerinde müvelle-dûndan geldiğini söylemiştir. Asmaî ve Ebû Abdullah İbnü’l-A‘râbî de Ebû Amr gibi düşünmektedir (a.g.e., a.y.). Asmaî, şiirleri metin kanıtı olarak kullanılan en son şairin İbrâhim b. Herme (ö. 170/786) olduğunu belirtir.

Öte yandan muhdesûn “yeniler, yenilikçi şairler” demek olduğundan ilk üç gruptan oluşan “kudemâ”nın mukabilidir. Bu tasnife göre kudemâ geleneksel bir çizgi takip etmesine rağmen muhdesûn bu çizgiden saparak yeniliklere gitmiştir. Abbâsî dönemi şairlerine muhdesûn denmesine İbn Kuteybe ve İbn Reşîķ karşı çıkmıştır. İbn Kuteybe şairlerin devirlere göre değerlendirilmesini doğru bulmaz. Herhangi bir dönemin o dönemdeki şiire bir ayrıcalık kazandırmaması gerektiğini savunur ve şiirin, ayrıca bilimin ve belâgatın belli bir döneme ve belli bir topluma özgü olmadığını, her şairin kendi zamanında öncekilere göre yeni olduğunu ifade eder (eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 63). İbn Reşîķ de, “Her eski kendi döneminde öncekilere göre yenidir” der (el-ǾUmde, s. 56) ve Câhiliyyûn’dan Antere’nin, “Şairler söylenecek söz mü bırakmış” ifadesiyle kendisini muhdes saydığına dikkat çeker (a.g.e., s. 57).

Müvelledûn ile muhdesûnu ardarda zikretmek suretiyle birbirinden ayırmış olan Süyûtî, Arap lugat ve gramerinde müvelledûn veya muhdesûna ait ürünlerin delil olarak gösterilemeyeceği konusunda icmâ bulunduğunu söyler (el-İķtirâĥ, s. 37). Ancak muhdesûn şairlerini Beşşâr b. Bürd ile başlatarak muhdesûnu müvelledûn anlamında kullanmış olmaktadır. Bu da müvelledûn ile muhdesûnun birbirine karıştığını gösterir. İbn Reşîķ de şairleri Câhilî kadîm, muhadram, İslâmî ve muhdes olmak üzere dört tabakaya ayırır. Muhdesûnu da kendi içinde birinci, ikinci ... diye gruplandırır (el-ǾUmde, s. 72). Burada da muhdesûn müvelledûn yerine kullanılmıştır.

Bazı âlimler şair tabakalarını altıya çıkarmıştır. Buna göre ilk üç tabakadan sonra müvelledûn (Beşşâr b. Bürd ve Ebû Nüvâs gibi mütekaddimûndan sonra gelenler), muhdesûn (Ebû Temmâm ve Buhtürî gibi daha sonra gelenler), müteahhirûn (Ebü’t-Tayyib el-Mütenebbî gibi muhdesûndan sonra gelenler) tabakaları gelir. Ancak Bağdâdî’ye göre dördüncü tabakadan itibaren şairlere şâhid olarak başvurulmadığından müvelledûndan başka sınıflamalar yapmak anlamsızdır (Ħizânetü’l-edeb, I, 6).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “vld” md.; İbn Kuteybe, eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 63; İbnü’l-Mu‘tez, Ŧabaķātü’ş-şuǾarâǿi’l-muĥdeŝîn (nşr. Ömer Fâruk et-Tabbâ‘), Beyrut 1419/1998, s. 37, 38; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde, Kahire 1325, s. 56-57, 72; Zemahşerî, el-Keşşâf, Bulak 1318, I, 170; Süyûtî, el-Müzhir fî Ǿulûmi’l-luġa ve envâǾihâ, Kahire 1326, s. 265; a.mlf., el-İķtirâĥ fî Ǿilmî uśûli’n-naĥv (nşr. Ahmed Subhi Furat), İstanbul 1395/1975, s. 37-38; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ħizânetü’l-edeb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1979, I, 5-9; Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târîħu’l-edebi’l-ǾArabî, Kahire, ts. (Dârü nehdati Mısr), s. 45-46; Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 4-7.

Rahmi Er