NADR b. HÂRİS

(النضر بن الحارث)

en-Nadr b. el-Hâris b. Alkame b. Kelede el-Kureşî (ö. 2/624)

Hz. Peygamber’in en azılı düşmanlarından biri.

Kureyş’in zenginlerinden olup ticaret için Hîre’ye ve İran’a giderdi. Bu seyahatleri sırasında Fars sanat ve kültürüyle ilgilenerek ud çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenmiş, oralardan Mekke’ye şarkıcı câriyeler getirmişti. Bazı araştırmacılar onu Sakīf kabilesine mensup Tâifli tabip Hâris b. Kelede’nin oğlu olarak gösterirlerse de bu doğru değildir (meselâ bk. Nâdiye Hüsnî Sakr, s. 76-77; DİA, XVI, 199).

Nadr b. Hâris, Mekke müşrikleri içinde İslâm’a karşı çıkanların başında geliyordu; sazını ve sözünü Hz. Peygamber’i ve onun dinini kötülemeye hasretmişti. Düşmanlıklarında Nadr b. Hâris gibi aşırı gidenler Hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli telmihler vardır. Müfessirlerin pek çoğu bazı âyetlerin nüzûl sebeplerini onun faaliyetleriyle ilişkilendirir. Nadr b. Hâris aynı zamanda Kureyş’in en iyi hatiplerinden biriydi ve sık sık kabilesinin önüne çıkarak, “Hangimiz daha güzel konuşuyoruz? Ben mi, Muhammed mi?” diye sorardı. Müşriklerin Kur’an Hakkında söyledikleri “esâtîrü’l-evvelîn” (öncekilerin masalları) sözü de ona aittir. “Âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, ‘İşittik işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır’ derlerdi” (el-Enfâl 8/31); “Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, ‘Öncekilerin masallarıdır’ der” (el-Mutaffifîn 83/13) meâlindeki âyetler Nadr ile ilgili olarak indirilmiştir. Nadr b. Hâris’in kendi kabilesine seslenişi çok anlamlıdır ve onun Hz. Muhammed’in gerçek peygamber olduğunun farkına vardığını göstermektedir. “Ey Kureyşliler! Başınıza öyle bir iş açılmıştır ki artık siz onun üstesinden gelemezsiniz. Muhammed henüz gencecik bir delikanlı iken sözce en doğrunuz, emanetçe en emininiz idi ve en çok ondan razıydınız. Saçlarına ak düştüğü ve size bir misyonla geldiği zaman ona sihirbaz dediniz. Hayır o sihirbaz değildi; zira biz sihirbazların ne yaptıklarını biliriz. Ona kâhin dediniz. Hayır o kâhin değildi; zira onların sözlerindeki secileri biliriz. Ona şair dediniz. O şair değildir; çünkü biz şiiri ve o sanatın inceliklerini biliriz. Sonra ona mecnun dediniz. Hayır o mecnun değildir; çünkü biz mecnunları da biliriz. Onun ne karıştırması vardır ne de vesvesesi. Ey Kureyşliler, durumunuzu bir düşünün! Gerçekten başınıza büyük bir iş gelmiştir.”

Hz. Peygamber’in ve onun misyonunun Kureyş toplumunda yapacağı değişim ve etkiyi tahmin eden Nadr b. Hâris, diğer Kureyşliler gibi çeşitli bahanelerle oyalanmadan âcil tedbirler alınması gerektiğine inanıyordu. Bu çerçevede Ukbe b. Ebû Muayt ile birlikte Resûl-i Ekrem’in durumu Hakkında bilgi edinmek ve ona fikrî planda karşı koyabilmek için yahudi âlimleriyle görüşmek üzere Yesrib’e (Medine) gittiler. Orada Hz. Peygamber’in durumunu, onun çok iddialı sözler söylediğini anlattılar ve sözlerinden bir kısmını aktardılar.


Bunun üzerine yahudi âlimleri, “Siz ona şu üç şeyi sorun. Eğer cevap verebilirse gerçekten gönderilmiş bir peygamberdir, ona tâbi olun; eğer cevap veremezse yalancıdır” dediler. Sorulacak üç soru Ashâb-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh meseleleriydi. Nadr ile Ukbe, Mekke’ye döndüklerinde müşriklerden bir grupla birlikte Resûl-i Ekrem’in yanına giderek yahudi âlimlerinin sorularını sordular. Hz. Peygamber, “Size yarın cevap vereceğim” dediyse de beklediği vahiy gecikti. Nadr b. Hâris ve diğerleri, “Muhammed sorduğumuz sorulara cevap veremedi” diye propaganda yapmaya başladılar; ancak uzunca bir süre sonra Kehf sûresi nâzil oldu.

Nadr b. Hâris, Hz. Peygamber’i âdeta takip altına almıştı. Resûl-i Ekrem herhangi bir şey söyleyince ya da Kur’an’dan âyetler okuyunca hemen gidip bunların tesirini yok etmeye çalışıyordu. Nitekim Hz. Peygamber, Kureyş’e tek Allah’ı anlatarak geçmiş ümmetlerin karşılaştığı felâketlerden kavmini sakındırmaya çalıştığında, “Muhammed size Âd ve Semûd’un hikâyelerini anlattı, ben de size kisrâların haberlerini getirdim” diyerek Kureyşliler’in kafasını karıştırmıştı. Ayrıca mûsiki bilgisini de İslâm’a ve Resûl-i Ekrem’e karşı kullanıyor, bazı şarkı sözlerini Kur’an’a alternatif olarak sunuyordu. “İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir” meâlindeki âyetin de (Lokmân 31/6) Nadr b. Hâris sebebiyle nâzil olduğu kabul edilmektedir. Nadr b. Hâris bir gün eline çürümüş bir kemik alıp ufalayarak, “Bunu kim diriltebilir yâ Muhammed?” diye sormuştu. Bunun üzerine “... kendi yaratılışını unutur da çürümüş kemikleri kim diriltecek diyerek bize misal vermeye kalkar?” meâlindeki âyet (Yâsîn 36/78) inmişti. Bunların dışında onun Hakkında veya onun görüşlerine cevap niteliğinde başka âyetlerin de nâzil olduğu rivayet edilir (es-Saf 61/16; en-Nahl 16/103; el-Furkān 25/4-5; el-Fâtır 35/42). Nadr b. Hâris, Kureyş’in müslümanlara uyguladığı ambargo kararının alınmasında ve tâvizsiz uygulanmasında da rol almış, bir rivayete göre bu kararın yazılı bir metin haline getirilmesini o yapmıştı. Hicret öncesinde Hz. Peygamber’i öldürmek amacıyla evini kuşatanlar arasında onun da yer aldığı bilinmektedir. Nadr b. Hâris, Bedir Gazvesi’nde müşriklerin sancağını taşırken müslümanlara esir düşmüş ve Resûlullah’ın emriyle savaş dönüşü Safra denilen yerde Hz. Ali tarafından öldürülmüştür.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 358-359, 395, 481, 571, 643-645, 665, 710; II, 42-43; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 165, 201, 228; II, 15, 18; V, 448, 478; Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, Nesebü Ķureyş (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire 1982, s. 255; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 160-161; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 154, 155, 576; Belâzürî, Ensâb, I, 139-141, 142-144; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 1230, 1304, 1335; İbn Hazm, Cemhere, s. 126, 268; a.mlf., CevâmiǾu’s-sîreti’n-nebeviyye, Beyrut 1403/1983, s. 116; Nâdiye Hüsnî Sakr, eŧ-Ŧâǿif fi’l-Ǿaśri’l-Câhilî ve śadri’l-İslâm, Cidde 1401/1981, s. 75-77; Kemâl es-Sâmerrâî, Muħtaśaru târîħi’ŧ-ŧıbbi’l-ǾArabî, Bağdad 1404/1984, s. 278-279; Ch. Pellat, “al-Nađr b. al-Ĥāriґћ”, EI² (İng.), VII, 872-873; Abdullah Köşe, “Hâris b. Kelede”, DİA, XVI, 199.

İrfan Aycan