NESTÛRÎLİK

(النسطوريّة)

İstanbul Patriği Nestûr’un (ö. 451) öncülüğünde oluşan bir hıristiyan mezhebi.

Doğu Süryânî veya Asurî kilisesi olarak da bilinen Nestûrîlik (Nestorianizm) akımına adını veren Nestûr, 382 yılında Roma İmparatorluğu’nun Kommagene eyaletinin Germanikeia (Maraş) şehrinde doğmuş, öğrenimini Antakya İlâhiyat Okulu’nda tamamladıktan sonra papaz ve vâiz olarak çalışmıştır. İyi bir hatip olan Nestûr, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde “sapkınlar”a karşı verdiği ateşli mücadeleyle tanınmış, 428’de İmparator II. Theodosius tarafından İstanbul patrikliğine tayin edilmiştir.

Nestûr’un fikirlerinin kaynağı, eğitim gördüğü ve döneminde oldukça popüler bir konuma sahip bulunan Antakya İlâhiyat Okulu’dur. IV ve V. yüzyıllarda hıristiyan dünyasında güçlü etkinliğiyle tanınan iki entelektüel merkez mevcuttu. Bunlardan biri olan ve antik Mısır kültürü ile Yeni Eflâtunculuk’la beslenen İskenderiye okulu Kitâb-ı Mukaddes’in sembolik ve bâtınî bir perspektiften yorumunu ön plana çıkarırken daha çok geçmişindeki Aristocu gelenekten beslenen Antakya okulu literal yorumu tercih etmiştir.

Nestûrîliği diğer hıristiyan mezheplerinden ayıran farklılıklar litürjideki pratikle ilgili olmaktan ziyade doktrin açısından olan farklılıklardır. Buna göre monofizit hıristiyanların ileri sürdüğü gibi Îsâ tek tabiatlı (sadece tanrı) değildir. O hem tanrı hem insandır (çift tabiatlı, diofizit). Meryem’in durumu noktasında diğer kiliselerden farklı bir çizgi izlenir. Katolik, Ortodoks ve monofizit kiliseleri Meryem’i tanrı doğuran / taşıyan (theotokos) olarak imtiyazlı bir yere


koyarken Nestûrîler, Meryem’i Mesîh ya da insan doğuran / taşıyan (christokos / anthropotokos) diye adlandırır. Nestûrîliğin doktrin açısından geleneksel kiliseden ayrıldığı noktalardan biri de aslî günah konusudur. Nestûrîler, Tevrat’ı literal yorumlayarak insanın doğuştan günahkâr olduğu tezine karşı çıkarlar. İlk insan çifti bir günah işlemişse bile bu nesilden nesile sirayet eden bir günah türü değildir. Ayrıca Nestûrîliği mahkûm ettirdiğinden dolayı Efes Konsili’ni (431) ve kendilerinin katılımı dışında yapılan -İznik (325) ve İstanbul (381) konsilleri dışındaki- konsilleri tanımayan Nestûrîler evlerinde ikon, resim, heykel gibi nesneler bulundurmazlar.

Diğer birçok hıristiyan kilisesi gibi Nestûrîler de yedi “sakrament”i kabul ederler. Fakat bunların özellik ve ayrıntıları açıkça belli olmayıp isimleri değişmekte, vaftiz, evharistiya, evlilik ve rahip takdisi diğerlerinden daha önemli sayılmaktadır. Vaftiz âyininin vücudu temizlediğine, aynı zamanda mânevî temizliğin de kaynağı olduğuna inanılır. Çocuk doğumunun sekizinci gününde vaftiz edilir ve yüzü doğuya dönük biçimde suya üç defa daldırılıp çıkarılır, bunu bedenin kutsal yağla yağlanması izler (Grant, s. 72-73). İhtidâ edenler dışında Nestûrîler günah çıkarma ve kutsal yağla yağlama âyinlerini terketmiştir. Günah itirafı da artık yapılmamaktadır. A‘râf inancını reddederler, ölüler için dua etmeyi de ihmal etmezler. Boşanma sadece zina halinde kabul görmektedir.

Tarihî olarak Nestûrî kilise hiyerarşisi sekiz sınıftan meydana gelmektedir: Patrik, metropolit, piskopos, başdiyakon, papaz, diyakonlar, diyakon çömezi ve papaz çırağı. En yüksek mertebeye ulaşmak için bütün ara derecelerden geçmek gerekir, ancak bu rütbeler aynı günde de alınabilir. Böylece bazan sıradan laik insanların bir günde papaz çırağı, diyakon çömezi, diyakon ve papaz olduğu görülmektedir. Teoride on sekiz yaşından önce diyakonluk, yirmi beş yaşından önce papazlık verilmemekle birlikte bu kurala fazla uyulmamaktadır.

Nestûrî kilisesinin başkanı olan patrik önceleri piskoposlar tarafından seçilirken 1552’den itibaren bu görev aynı aileden gelen kişilere verilmeye başlanmıştır. Patrik, gerekli şartları gerçekleştiren patrik ailesinin üyeleri arasındaki piskoposlar tarafından seçilir. Piskoposların tayini ise halkın onayı ile patrik tarafından yapılır. Piskopos adayları doğuştan itibaren asla et yememelidir, fakat balık, yumurta, süt ve peynir yiyebilirler.

Nestûrîlik’te patrik evlenemediğinden patriklik amcadan yeğene geçer. Nestûrî kilisesinin patriği eskiden İran’daki Selösi-Stezifon dinî bölgesinde piskoposlar tarafından takdis edilirdi. Takdisin ardından Nestûrî patrikleri “simon” veya “mar simon” (Aziz Petrus) adını alır. Resmî olarak patrik “bütün Doğu’nun patriği” diye adlandırılır. Kullandığı mühürde “Havâri Thaddeus’un makamında oturan mar simon” cümlesi yer alır. Ayrıca her aşiretin bir piskoposu, fiilî iktidar sahibi melik ya da mâlik unvanı verilen dünyevî bir reisi bulunuyordu. Mâlik başka bir kabileye savaş açma veya barış yapma yetkisine sahipti.

Eskiden metropolitler kendilerine bağlı piskoposları patriğin izniyle kutsayabiliyordu. Artık kendilerine bağlı piskoposlar kalmadığı için metropolitlik sadece bir şeref unvanı haline gelmiştir. Piskoposlar evlilik ilâmından, kiliselerin kutsanmasından, papazlık töreni haklarından doğan çok az bir gelirle ve kiliseye gelenlerin ödediği yıllık vergiyle geçiniyorlardı. Bekârlık bütün yüksek görevler için şarttı. Yine de kayıtlarda evli piskoposların varlığından söz edilmektedir. Sonraları bu husus şahsî bir tercih haline gelmiştir (Atiya, s. 290).

V-IX. yüzyıllar arasındaki gelişme döneminde Nestûrî kilisesi 200’den fazla piskoposluk ve yirmi yedi başpiskoposluk merkezine sahipti. Ancak bu sayı XIX. yüzyılın ilk yarısında yirmi altıya ve sonlarına doğru on ikiye kadar inmiştir. 1914’te sadece Şemdinan piskoposluk bölgesi bulunuyordu. 1951 yılında ise artık Irak’a sığınmış olan Şemdinan metropoliti kalmıştı.

Her cemaat veya köy kendi papazını seçer ve genellikle otuz kırk aile için bir papaz bulunur. Papaz “rabbi, rabbi gaşa” veya “kassi” diye adlandırılır. Bütün papazlar evlidir. Görevlerini sık sık oğullarına veya damatlarına devrederler. Eşi ölen papazlar yeniden evlenebilir. Diyakonlar veya diyakon çömezleri daha üst bir göreve yükselmeye çalışmadan hayatları boyunca aynı görevi sürdürürler. Nestûrîler’de “şahârâ” (kilise şarkıcısı) adı verilen, diğer kiliselerde bilinmeyen bir rütbe vardır. Şarkıcılar arasından seçilen bu kişi diyakon olamaz; ancak papaz bulunmadığında âyinlere başkanlık edebilir ve cenaze törenlerini yönetebilir (Janin, s. 419).

Nestûrîlik tarih sahnesine çıktığı V. yüzyıldan itibaren dışlanmış ve taraftarları kovuşturmaya uğramıştır. Bizans devlet kilisesinin baskısı altında kalan Nestûrîler, Sâsânî İmparatorluğu’nun sınırları içine çekilmişlerdir. Keldânîler, Efes Konsili’ni kabul etmeyerek Nestûrîliğe girmiş, Seleucia Konsili’nde (486) Pers kilisesi resmen Nestûrîliği benimsemiştir. Yine bu tarihlerde Nestûrîler’in çoğu Nusaybin’i merkez edinerek bütün Ortadoğu’da misyonerlik faaliyetine girişmişler, Abbâsîler devrinde Bağdat ve çevresinde yoğunlaşmışlar ve 830’da Halife Me’mûn tarafından kurulan Beytülhikme’de büyük faaliyet göstermişlerdir. Bu dönemden başlayarak Nestûrîler’in Orta Asya’ya (Hindistan, Türkistan ve Çin) kadar yayıldığı görülmektedir. XIII. yüzyıldaki Moğol istilâsı bir anlamda Nestûrî kilisesinin gücünü kırmış, o tarihten itibaren kilise gerilemiştir. Ancak XVII. yüzyılda Keldânîler’in Katolikliği benimsemesinden bir asır sonra Keldânî Patriği XIII. Şimon Denha, Katoliklik’ten ayrılıp Nestûrîliğe dönmüş ve piskoposluğu Hakkâri dolaylarındaki Koçanis’e taşımıştır. Günümüz Nestûrî kilisesi bu yolla devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti içinde yaşayan Nestûrîler’le siyasal otorite arasında bir problem yaşanmamıştır. Fakat 1903’te patrik seçilen XIX. Simon Benjamin 15 Haziran 1915’te dış desteklerle Osmanlı Devleti’ne baş kaldırmış, ancak destek aldığı Rusya’nın çöküşü dolayısıyla pek çok Osmanlı Nestûrîsi ve patrik yurt dışına kaçmıştır. Nestûrî patrikliği halen Chicago’da bulunmaktadır.

Bugün kendileri için “Doğu kilisesi” tabirini kullanan Nestûrîler’in sayısı tam olarak bilinmemekte, çoğu Irak, İran, Suriye, Hindistan, Amerika ve İsveç gibi ülkelerde yaşayan Nestûrî nüfusunun 150.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Pek çok Nestûrî son iki yüzyıl içinde Katolik misyonerliğinin etkisi altında Katolikliği tercih etmekte ve bu gruplar Keldânî kilisesi adıyla bilinmektedir (bk. KELDÂNÎLER).

İslâm Literatüründe. Klasik kitaplarla reddiye türü eserlerde Hıristiyanlığın Ya‘kūbiyye, Nestûriyye ve Melkâiyye şeklinde üç ana mezhebinden bahsedilmekte, bu mezheplerin yaratıcı Tanrı’nın bir cevherle baba, oğul ve Rûhulkudüs diye adlandırılan üç asıldan (ekānîm-i selâse) ibaret olduğunda görüş birliğine varılmasına rağmen teslîs anlayışını oluşturan cevher ve asıllar arasındaki ilişki ile oğul Îsâ Mesîh’in mahiyeti hakkında fikir ayrılığına düştükleri belirtilmektedir.

İslâmiyet-Hıristiyanlık polemiğine önemli katkılarda bulunan Ebû Îsâ el-Verrâk, söz konusu hıristiyan mezheplerinin teslîsi


oluşturan asılların baba, oğul (kelâm) ve ruhtan (hayat) meydana geldiğine, her birinin özel bir cevheri olmakla birlikte onları umumi bir cevherin birleştirdiğine inandıklarını ifade etmiştir. Asılların mahiyeti hakkında bu mezheplerin farklı görüşlere sahip bulunduğunu belirten Ebû Îsâ el-Verrâk, Nestûriyye’nin teslîs inancının, kadîm cevherin uknûmlarla aynı olduğunu ifade ettikleri halde onun muhtelif (heterojen) tabiatlı oluşunu kabul etmemelerini çelişkili bularak eleştirir (er-Red Ǿale’t-teŝlîŝ, s. 76). Ebû Îsâ el-Verrâk, Nestûriyye’nin Mesîh’in Tanrı’nın ezelî kelâmı ile Meryem’den doğan insandan meydana geldiğine, onun iki cevher, iki asıl ve bir iradesinin bulunduğuna inandıklarını aktarmıştır. Nestûrîler Mesîh’teki kadîm cevherin “kelime”, hâdis cevherin Meryem’den doğan insan, kadîm uknûmun yine “kelime”, hâdis uknûmun ise yine Meryem’den doğan beşer olduğunu kabul eder (a.g.e., s. 72).

Bâkıllânî de teslîs anlayışında asılları bir araya getiren cevherin mahiyetine ilişkin olarak Ya‘kūbiyye ve Nestûriyye’nin, “Cevher asıllardan farklı bir şey değildir” iddiaları ve Melkâiyye’nin, “Cevher asıllardan farklıdır” şeklindeki inançları arasındaki çelişkiye dikkat çeker (et-Temhîd, s. 82-83). Bâkıllânî, Nestûriyye’nin Îsâ’nın mahiyetiyle ilgili görüşünü ezelî kelâmın beşerle birleşmesi, yani suyun şarap ve sütle karışması şeklinde aktarmış, Îsâ’da gerçekleştiğini iddia ettikleri birleşme veya bir tür karışmanın ancak temas etme ve yapışık olmakla imkân dahiline girdiğinden hareketle bu hususların cisimler için söz konusu olabileceğini, fakat kadîm olan “kelime” için düşünülemeyeceğini belirtmiştir, dolayısıyla böyle bir birleşme gerçekleşmeyecektir (a.g.e., s. 86-89).

Kādî Abdülcebbâr, teslîsi oluşturan cevher ve asılların mahiyet ve ilişkilerine benzer eleştiriler getirdikten sonra üç hıristiyan mezhebinin de oğulun Mesîh olarak isimlendirilen bir şahısla birleştiği, onun insanların günahı için çarmıha gerildiği ve öldürüldüğü hususunda görüş birliğine varıldığını belirtmiş (el-Muġnî, V, 80-81), Nestûriyye’nin Mesîh’in kadîm ve yaratılmış olmak üzere iki cevhere ve iki asla sahip bulunduğuna ve haça gerilme olayının Mesîh’in ilâhî değil beşerî yönünün gerçekleştiğine inandıklarını aktarmıştır. Onlara göre Mesîh’teki ittihad irade yönünden gerçekleşmiştir. Kādî Abdülcebbâr, onların bu ittihad anlayışını şöyle eleştirir: Bu durumda ya Allah Teâlâ Mesîh’in iradesiyle diler yahut Mesîh Allah’ın bir mahalde bulunmayan mevcut iradesiyle diler veya her ikisi de irade konusunda hiçbir şekilde ihtilâfa düşmeyerek diler, yahut da ikisinden biri diğerinin dilediğinden başkasını dilemez. Ancak bu ihtimallerin hiçbiri Allah hakkında düşünülemez (a.g.e., V, 115-120).

İbn Hazm, üç mezhebin teslîs inancına bilinen eleştirileri yönelttikten sonra Nestûriyye’nin Mesîh’te ilâhî olanla beşerî olanın zeytin yağıyla suyun karışması gibi bir araya geldiği, böyle bir karışımda suyun da zeytin yağının da kendi özelliklerini koruduğu şeklindeki inançlarını tutarlı bulmaz. İbn Hazm böyle bir algılayışın ve benzetmenin doğru olmadığını, bu tür bir birleşme veya karışmanın beşerî olanın ilâhî olana mekân teşkil etmesini, Tanrı ile insanın birbirlerine cevher-araz konumunda bulunmasını gerektireceğini, bu hususların ancak cisimler için söz konusu edilebileceğini söyleyerek karşı çıkar (el-Faśl, I, 53-54).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Îsâ el-Verrâk, er-Red Ǿale’t-teŝlîŝ (nşr. D. Thomas, Anti-Christian Polemic in Early Islam içinde), Cambridge 1992, s. 72-76; Bâkıllânî, et-Temhîd (Ebû Rîde), s. 82-83, 86-89; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, V, 80-81, 115-120; İbn Hazm, el-Faśl, I, 53-54; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 224-225; W. F. Ainsworth, Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia, London 1842, II, 223; A. Grant, Nasturiler ya da Kayıp Boylar (trc. Meral Barış), İsveç 1994; Cuinet, II, 769; E. Tisserant, Ħulâśa târîħiyye li’l-kenîseti’l-Keldâniyye (trc. Süleyman Sâiğ), Musul 1939, s. 44-47; R. Janin, Les églises orientales et les rites orientaux, Paris 1955, s. 410-420; A. S. Atiya, A History of Eastern Christianity, London 1968, s. 247, 254, 290-296; J. Joseph, The Nestorians and their Muslim Neighbours, Princeton 1961; K. Bihlmeyer - H. Tuchle, I ve IV. Yüzyıllarda Hıristiyanlık (trc. Antun Göral), İstanbul 1972, s. 34-36; C. A. Frazee, Catholics and Sultans: The Church and the Ottoman Empire (1453-1923), London-New York 1983, s. 56; Francis Dvornik, Konsiller Tarihi: İznik’ten II. Vatikan’a (trc. Mehmet Aydın), Ankara 1990, s. 12-14; Mehmet Çevik, “Büyük Devletlerin Doğu Anadolu ve Kuzey Irak Politikalarında Bir Başka Unsur: Nesturiler”, Beşinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri: Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askerî ve Stratejik Açıdan Türkiye, Ankara 1996, I, 88-100; Kadir Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, Ankara 1997, s. 67-92; D. L. Edwards, Christianity: The First Two Thousand Years, London 1997, s. 107-110; Elbîr Ebûna, “el-Kenîsetü’l-Keldâniyyetü’s-Süryâniyye eş-Şarķıyye el-Kâşûlîkiyye”, Delîl ilâ ķırâǿati târîħi’l-Kenîse: el-Kenâǿisü’ş-Şarķıyyetü’l-Kâŝûlîkiyye, Beyrut 1997, II, 237-240; Ünver Günay - Harun Güngör, Türk Din Tarihi, Kayseri 1998, s. 180-184; Hassan b. Talal, Christianity in the Arab World, London 1998, s. 87; Ahmet Yaşar Ocak, Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri, İstanbul 2000, s. 79-81; S. P. Brock, “The ‘Nestorian’ Church: A Lamentable Misnomer”, Bulletin of the John Rylands University Library of Manchester, LXXVIII/3, Manchester 1996, s. 30-35; Yonca Anzerlioğlu, “XIX. Yüzyıl ve Sonrasında Nasturi Hıristiyanlarının Faaliyetleri”, TY, XVIII/134 (1998), s. 181; B. Nikitine, “Nestûrîler”, İA, IX, 207-212; B. Holberg, “Nasŧūriyyūn”, EI² (İng.), VII, 1030-1033; M. J. Costelloe, “Nestorian Church”, New Catholic Encyclopedia, Washington 1967, X, 343-346; P. T. Camelot, “Nestorianism”, a.e., X, 346-347; M. Moosa, “Nestorian Church”, ER, X, 369-372.

Kadir Albayrak