NEVÂİB

(النوائب)

Olağan üstü hallerde konulan düzensiz vergiler anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte “inmek, konmak, yerine geçmek” anlamındaki nevb / nevbet kökünden türeyen nâibe kelimesi (çoğulu nevâib) “meşakkat, âfet, bunalım, olağan üstü hal” gibi mânalara gelir. Nevâzil de (tekili nâzile) benzer anlamlarda kullanılmaktadır. Nevâibin mânası, bütçe kaynaklarının yetmediği olağan üstü durumlarda haklı veya haksız olarak konulan örfî geçici vergileri kapsayacak şekilde genişlemiştir. İstisnaî vergilerin düzenli vergilerin (revâtib) yerini tuttuğu için bu ismi aldığı da söylenir (Burhaneddin el-Mergīnânî, III, 96; İbn Nüceym, VI, 261). Kalıcı hale dönüşen olağan üstü vergiler en-nevâibü’l-muvazzafa adıyla anılır. Bir bölge ya da zümreye yüklenen müşterek nevâibden her bir mükellefin hissesine düşene kısmet denir.

Hz. Peygamber’in Benî Nadîr topraklarından, Hayber akarının yarısından sağlanan gelirden ve ganimetin beşte birinden (humus) ailesinin ihtiyacı ve fevkalâde durumlar için harcama yaptığı bilinmektedir (Buhârî, “Ħumus”, 1, 6, 12, 15; Müslim, “Cihâd”, 54; Ebû Dâvûd, “Ħarâc ve’l-imâre ve’l-feyǿ”, 18, 24). Resûl-i Ekrem’in kötü günler (nevâib) için ihtiyat olarak hurma ayıran Bilâl-i Habeşî’yi kınaması zamanın özel şartlarına bağlanmıştır. Ebû Hanîfe olağan üstü haller için beytülmâlde ihtiyat akçesi tutulması gerektiğini düşünmekte, Mâlik, fey gelirlerinin harcama kalemleri arasında dağıtıldıktan sonraki bakiyesinin böyle zamanlar için saklanması kararını devlet başkanının takdirine bırakmaktadır. Şâfiî’ye göre ise buna gerek yoktur; çünkü cihad gibi fevkalâde hallerde müslümanların maddî katkısı farz-ı ayn olur (el-Üm, IV, 80; Mâverdî, s. 279). Bazı siyaset bilimciler de Hz. Yûsuf’u örnek göstererek (Yûsuf 12/43-55) hazinede olağan üstü durumlar için ihtiyat bulundurulmasını denk bütçe politikasına tercih etmektedir (meselâ bk. İbn Ebü’r-Rebî‘, II, 421).

Haraç, cizye ve zimmîlerle harbîlerin ticaret mallarından alınan uşûr gelirleri de olağanüstü durumlarda ihtiyaç duyulan kalemlere harcanır. Buna rağmen bütçenin açık vermesi ve peşin vergi tahsilâtı yahut devletin borçlanması yöntemlerinin imkânsız veya yetersiz olması halinde hazine giderlerini karşılamanın bir başka yolu ek vergi tahsilâtıdır. İhtiyaç fazlasının infakına dair âyetle (el-Bakara 2/219; krş. el-Bakara 2/177) mal üzerinde zekâttan ayrı bir hakkın varlığını bildiren hadis (Dârimî, “Zekât”, 13; Tirmizî, “Zekât”, 27) ve müminleri amme ihtiyaçlarını karşılamak üzere bağışta bulunmaya teşvik eden diğer naslar buna delil oluşturmuştur. Hz. Peygamber’in Abdülkays kabilesine gönderdiği mektupta zekât mükellefiyeti yanında zenginlerin ihtiyaç fazlası malları üzerinde fakirlerin hakkı olduğunu belirtmesi (Muhammed Hamîdullah, s. 160) bu konuda bir başka delildir. İbn Hazm hısıma, yoksula, yolda kalmışa haklarını vermeyi emreden âyete dayanarak (İsrâ 17/26) zekât gelirlerinin sayılan zümrelerin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediği durumlarda devlet başkanının varlıklı kimseleri onlara yardıma zorlamasına cevaz vermektedir (el-Muĥallâ, VI, 156-159). Malda zekâttan başka hak bulunmadığını bildiren hadis ise (İbn Mâce, “Zekât”, 3) normal şartlarla ilgili görülmüştür.

Nevâib gece bekçisi, kadı gibi kamu görevlilerinin ücretleri, alt yapı tesisleriyle ribât, mescid, hankah, hastahane vb.nin yapım, bakım ve onarım masrafları, askerî ve güvenlik harcamaları, esirlerin kurtuluş fidyeleri gibi kalemlere sarfedilmek üzere toplanan meşrû vergilerdir. Ancak


zamanla zorba idarecilerin haksız yere aldıkları bazı vergilere de nevâib denilmiştir. Frede Lokkegaard, nâibeyi “üst düzey bürokrat ve askerlere konakladıkları beldelerin halkınca verilen rehberlik ve nakliye hizmeti” anlamında bir çeşit angarya olarak nitelemektedir (Islamic Taxation, s. 186).

Hanefîler, devlet başkanının kamu maslahatı gereği yüklediği geçici her türlü nevâibi edası vâcip bir borç hükmünde görmektedir. Ancak bu, beytülmâlde yeterli fon bulunmadığı durumlarla ve olağan üstü hali aşmaya kâfi miktarla sınırlandırılmıştır. Nitekim fey gelirlerinin yetmesi halinde ordunun teçhizi için cu‘l (Osmanlı uygulamasındaki iâne-i cihâdiyye ve imdâd-ı seferiyye gibi) alınması haram sayılırken fon yokluğunda “zarar-ı eşeddin zarar-ı ehaf ile izâle edileceği” kaidesi gereği câiz görülmüştür.

Şemsüleimme es-Serahsî mükellefin, bulunduğu yerleşim merkezine konulan müşterek nevâibin tediyesine iştirakini daha faziletli sayan Hanefî fakihlerinin varlığına değindikten sonra eskiden bu tür vergilerin ihtiyaç ve savaş durumlarında toplandığını, ancak kendi döneminde çoğunun zorbalıkla tahsil edildiğini, dolayısıyla bundan kaçınabileceklerin kendi hisseleri diğerlerine yüklenmeyecekse ödememesinin daha hayırlı olduğunu söylemektedir; ödemek istediğinde ise edaya güç yetiremediği halde ondan kaçınamayan mükellefe vermesini sevap saymaktadır (el-Mebsûŧ, X, 21).

Hanefîler’e göre mükellefin talebi üzerine geçici meşrû nevâibin edasına kefâlet ittifakla câizken gayri meşrû türlerine kefâlet hususu ihtilâflıdır; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî gibi bazıları buna borç olmadığı gerekçesiyle karşı çıkarken Ebü’l-Usr el-Pezdevî gibi diğerleri, mütâlebe hususunda borç gibi ve hatta ondan öncelikli olduğundan kefâletine cevaz vermiştir ki fetva da bu yöndedir. Gayri meşrû nevâibin tahsildarının şahitliği zulme yardım ettiği gerekçesiyle makbul sayılmamıştır. Ebü’l-Usr el-Pezdevî, zorbalıkla konmuş olsa bile kolektif nevâibin ilgili mahallin mükellefleri arasında ödeme gücünü esas alıp âdil bir şekilde dağıtımını yapan vergi memurunun ecri hak edeceğini belirterek şehâdetini câiz görmüştür. Ayrıca bazı Hanefîler’e göre çiftçiden alınan nevâib arazinin sahibine rücû eder.

Halife Ömer b. Abdülazîz, Basra Valisi Adî b. Ertât’a gönderdiği emirde daha önce konulduğu anlaşılan bu tür vergilerin ilgasını emretmiştir (İbn Sa‘d, V, 383; İbn Asâkir, XXXV, 374). Vezir Ebû Ubeydullah Muâviye b. Yesâr, Halife Mehdî-Billâh’a, Başkadı Ebû Yûsuf da Hârûnürreşîd’e harâc-ı mukāseme mükelleflerine nâibe yüklenmemesini tavsiye etmiştir (Ebû Yûsuf, s. 109; Kudâme b. Ca‘fer, s. 223). İstahrî’nin ifadelerinden Abbâsîler devrinde Fârs eyaletinde nevâib-i sultâniyyenin Kürt reislerce iltizam edildiği anlaşılmaktadır (Mesâlik, s. 113). İfrenî, Fas’ta Sa‘dîler döneminde ilk defa nâibe adı altında hâne başına bir vergi koyan sultanın Mevlây Muhammed eş-Şeyh olduğunu, önceleri aynî olan bu verginin daha sonra nakde tahvil edildiğini söylemektedir (Nüzhetü’l-ĥâdî, s. 40). Osmanlılar’da ve İran’da olağan üstü vergilere “avârız” adı verilirdi (bk. AVÂRIZ; gayri meşrû vergiler için ayrıca bk. MEKS; RESİM).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 1373; Dârimî, “Zekât”, 13; Buhârî, “Ħumus”, 1, 6, 12, 15; Müslim, “Cihâd”, 54; İbn Mâce, “Zekât”, 3; Ebû Dâvûd, “Ħarâc ve’l-imâre ve’l-feyǿ”, 18, 24; Tirmizî, “Zekât”, 27; Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Ħarâc, Kahire 1382, s. 109; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-CâmiǾu’ś-śaġīr, Beyrut 1406/1986, I, 379-380; Şâfiî, el-Üm, IV, 80; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, V, 383; Sahnûn, el-Müdevvene, I, 302-303; II, 26-28; Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed İbn Ebü’r-Rebî‘, Sülûkü’l-mâlik fî tedbîri’l-memâlik (nşr. Hâmid Abdullah Rebî‘), Kahire 1403/1983, II, 421; Kudâme b. Ca‘fer, el-Ħarâc (Zebîdî), s. 223; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 113; Mâverdî, el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye (nşr. Ahmed Mübârek el-Bağdâdî), Kahire-Küveyt 1409/1989, s. 279; İbn Hazm, el-Muĥallâ, VI, 156-159; Suğdî, en-Nutef fi’l-fetâvâ (nşr. Selâhaddin en-Nâhî), Beyrut-Amman 1404/1984, I, 197-198; İbn Abdülber en-Nemerî, el-Kâfî fî fıķhi ehli’l-Medîneti’l-Mâlikî (nşr. M. M. Uhayd el-Morîtânî), Riyad 1400/1980, I, 478; Serahsî, el-Mebsûŧ, III, 17-18; X, 20-21; XXIII, 203; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), XXXV, 374; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, [baskı yeri ve tarihi yok] (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), II, 135; III, 95-96; IV, 105; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 342; Kurtubî, el-CâmiǾ, XVIII, 15-16; XX, 63; İbn Cüzey, el-Ķavânînü’l-fıķhiyye, Libya-Tunus 1982, s. 156; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1313-15, III, 242; IV, 165-166, 226; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, VII, 222-223; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, V, 79; VI, 259-261; VII, 96; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ (nşr. M. Sâdık el-Kamhâvî), Beyrut 1405, III, 94; İfrenî, Nüzhetü’l-ĥâdî bi-aħbâri mülûki’l-ķarni’l-ĥâdî (nşr. O. Houdas), Rabat, ts. (Mektebetü’t-tâlib), s. 40; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 189; Şevkânî, es-Seylü’l-cerrâr (nşr. Mahmûd İbrâhim Zâyed), Beyrut 1405/1985, IV, 520; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr, II, 336; IV, 127; V, 330-333, 475; VI, 422, 441; VII, 119; VIII, 476; F. Lokkegaard, Islamic Taxation in the Classical Period, Lahore 1979, s. 186; Muhammed Hamîdullah, el-Veŝâǿiķu’s-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 160; Sâlih Ahmed el-Alî, el-Ħarâc fi’l-ǾIrâķ, Bağdad 1410/1990, s. 237-238; Gaydâ’ Hazne Kâtibî, el-Ħarâc münźü’l-fetĥi’l-İslâmî ĥattâ evâśıti’l-ķarni’ŝ-ŝâliŝi’l-hicrî, Beyrut 1994, s. 227-228.

Cengiz Kallek