NİĞDE

İç Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

İç Anadolu bölgesinin güney kesiminde kalesinin bulunduğu tepenin etrafında deniz seviyesinden yaklaşık 1200 m. yükseklikte yer alır. Kuzeybatıda Melendiz dağları ile güneydoğuda Toroslar arasındaki önemli bir geçit yeri üzerindedir. Şehrin çekirdeğini oluşturan, üstünde kalenin bulunduğu tepenin ne zaman iskân edildiği hakkında kesin bilgi yoktur. Buradaki ilk yerleşmenin Hititler dönemine kadar indiği ve Hitit belgelerinde geçen Naghita’nın burası olabileceği ileri sürülür. Şehrin yakınındaki en eski yerleşim yeri olan antik Tyana kenti (Kemerhisar) 23 km. güneydedir. Arap coğrafyacılarının Tavana şeklinde zikrettikleri bu kent bölgenin en büyük yerleşim merkezlerinden biriydi. Şehrin adının nereden geldiği hususunda çeşitli görüşler vardır. Hititler dönemindeki Naghita, Nagidos’un Ortaçağ kaynaklarında “Nekîdâ” (Yâkūt, V, 350) veya “Nekîde” şekline dönüştüğü görülür. “Nîgde” veya “Nîkde” tarzındaki kayda ise ilk defa XIV. yüzyılda Hamdullah el-Müstevfî’nin Nüzhetü’l-ķulûb adlı eserinde rastlanır (s. 97, 99). Ortaçağ İslâm kaynaklarında burası için “Dârülpehlevâniyye” ve “Ma‘şûkıyye” unvanlarının kullanıldığı belirtilir.

Niğde yöresinin bilinen tarihi Hititler devrine kadar iner. Frig ve Pers hâkimiyetinden sonra Makedonyalılar’ın idaresi altına giren bölge önce Pontus Krallığı’na, ardından milâttan önce I. yüzyılda Roma İmparatorluğu’na dahil oldu. Bizans idaresi döneminde Arap akınlarından etkilendi. 88 (707) yılında Tyana müslümanların hâkimiyetine geçtiyse de bu uzun sürmedi ve bölge Emevîler’le Bizans arasında sürekli el değiştirdi. Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd 190 (806) yılında bölgeyi kesin olarak İslâm topraklarına kattı. 217’de (832) Me’mûn tarafından imar gören Niğde zamanla gelişerek Tyana’nın yerini alırken Tyana da geriledi. 965 yılında İmparator II. Nikephoros tarafından tekrar Bizans hâkimiyetine sokulan Niğde, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler’in hâkimiyetine girdi. I. Süleyman Şah zamanında Niğde ve çevresine Ebülkāsım’ın kardeşi Ebülgazi Hasan vali tayin edildi. Şehrin yakınlarındaki Hasandağı da adını ondan alır. Eserini XIII. yüzyıl sonlarında kaleme alan Niğdeli Kadı Ahmed’e göre şehrin surları ilk defa I. Süleyman Şah tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud zamanında Niğde ve çevresine oğlu II. Kılıcarslan hâkim oldu; onun hükümdarlığı döneminde (1155-1192) şehir esaslı şekilde tamir gördü ve bu tamirle ilgili kitâbe şehrin Hasandağı tarafındaki Ereğli kapısına asıldı. II. Kılıcarslan devletin güney sınırlarını Ermeni saldırılarına karşı korumak amacıyla Sencer Şah’ı Ereğli’ye, Argun Şah’ı Niğde’ye, Tuğrul Şah’ı Elbistan’a tayin etti. II. Kılıcarslan, saltanatının son yıllarında ülkeyi oğulları arasında paylaştırırken Niğde’yi oğlu Arslan Şah’a verdi. Niğde’nin surları 1196’da Anadolu Selçuklu sultanı olan II. Süleyman zamanında tekrar tamir edildi.

1211’de Selçuklu tahtına çıkan I. İzzeddin Keykâvus’un, kardeşi Alâeddin Keykubad ile olan mücadelesi sırasında Dânişmendli Yağıbasan’ın oğullarından Zahîrüddin İli Niğde’ye giderek Alâeddin Keykubad lehinde hazırlıklara giriştiyse de başarılı olamadı ve Lülüve (Ulukışla) Kalesi’ne çekilmek zorunda kaldı. İzzeddin Keykâvus, Niğde ve çevresini devrin kudretli emîrlerinden Zeynüddin Beşâre’ye verdi. Zeynüddin Beşâre’nin ismi, Sinop’un 611 (1214) yılında fethi sonrasında girişilen inşa ve imar faaliyetleri sırasında da Niğde beyi olarak geçer. Zeynüddin Beşâre’nin Niğde emirliği 620’de (1223) idam edilmesine kadar sürdü. Bu tarihten sonra Niğde doğrudan sultana bağlı bir şehir haline geldi. Selçuklular zamanında büyük ölçüde imar edilen Niğde ayrıca önemli bir ilim merkezi olmuştu. 627’de (1230) yapılan Yassıçemen savaşının ardından Alâeddin Keykubad, Niğde’yi kendisine tâbi olan Hârizm beylerinden Bilentoğa’ya (Yılanboğa) iktâ olarak verdi (629/1232). Niğde’nin idarecileri 655’te (1257) IV. Kılıcarslan’a itaat arzettikleri için II. İzzeddin Keykâvus tarafından cezalandırıldı. II. İzzeddin Keykâvus’un saltanatının başlarında Niğde hâkimi olarak Şemseddin Kaymaz’ın adına rastlanır. Moğol hâkimiyetinin etkili olduğu bu dönemde şehrin tahribata uğradığı bilinmektedir. 660 (1262) yılı sonrasında Anadolu Selçuklu Devleti’nde mutlak iktidar Moğollar’ın desteğiyle Muînüddin Pervâne’nin eline geçince Niğde, Hatîroğlu Şerefeddin’e emâret ve iktâ olarak verildi. Nâib Muînüddin Pervâne ile Emîr Fahreddin Ali 1276’da IV. Kılıcarslan’ın kızını Argun Şah’ın oğluna gelin olarak İran’a götürünce, otorite boşluğundan yararlanan Hatîroğlu Şerefeddin, Memlük Sultanı Baybars’ın desteğine dayanarak Moğollar’a karşı isyan etti. Selçuklu beyleriyle birlikte III. Gıyâseddin Keyhusrev’i alarak Niğde’ye getirdi (674/1276). Niğde bir süre sonra Moğollar’a karşı oluşan isyan hareketinin merkezi haline geldi. Fakat ardından Moğollar duruma yeniden hâkim oldular ve Şerefeddin’i idam ettiler. 1279’da meydana gelen “Cimri” hadisesi sırasında Karamanoğlu Mehmed Bey’in Selçuklu sultanı ilân ettiği II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu Alâeddin bir süre Niğde’de bulundu.

Gāzân Han 694’te (1295) Suriye seferine çıkarken hüküm süren kargaşaları sona erdirmek amacıyla Anadolu’ya gönderdiği Mücîrüddin Emîrşah, yanında malî işleri düzene koymakla görevli Şerefeddin Abdurrahman ve Sutav Noyan olduğu halde Niğde’ye geldi ve asayişi sağlamaya çalıştı. Moğollar bu tarihlerde Anadolu’yu dört


“bölük”e ayırarak idare etmekte, Niğde güney bölüğü içinde yer almaktaydı. 717’de (1318) Anadolu genel valiliğine getirilen Timurtaş, Konya’yı elinde tutabilmek için Niğde ve Aksaray’a ilk defa olmak üzere Moğol oymaklarını yerleştirdi. Böylece bölgede Karamanoğulları’nın genişlemesini önledi (Sümer, I, 91-92). XIV. yüzyılın ilk yarısında Niğde ve çevresi Eretnaoğulları’nın idaresi altına girdi. 733’te (1332-33) Aksaray’ı ziyaret eden İbn Battûta, Niğde’nin Irak hükümdarına bağlı büyük bir şehir olduğunu kaydeder (Seyahatnâme, I, 415). Eretnaoğulları zamanında aşiret reislerinden Sungur Bey (Ağa) Niğde’ye sahip bulunuyordu. Sungur Bey’in kendi ismini taşıyan camisi bugüne ulaşmıştır. Babuk ile oğullarının idaresindeki önemli bir Moğol bölüğünün XIV. yüzyılda Niğde ve civarında yaşadığı bilinmektedir. Babuk, 765’te (1363-1364) Eretnaoğlu Muhammed’e karşı kazandığı zaferden sonra Muharrem 766’da (Ekim 1364) Kayseri’de hükümdarlığını ilân etmiştir (Sümer, I [1969], s. 117).

Eretna Bey’in ölümünden sonra emîrler arasında başlayan mücadeleyi fırsat bilen Karamanoğlu Alâeddin Bey 768’de (1366-67) Niğde ve Aksaray’ı kendi topraklarına kattı. Bir süre sonra Eretnaoğlu Alâeddin Ali Bey, Niğde’den gelen bir elçinin ahalinin şehri teslim etmek için kendisini beklediğini bildirince Kayseri’den harekete geçti, Karahisarıdeveli Kalesi’ni aldı ve Niğde’yi kuşattı. Şehir alınmak üzereyken Alâeddin Ali Bey, başarılarını kıskandığı yardımcısı Kadı Burhâneddin’e kızarak Karamanoğulları’yla anlaştı ve kuşatmayı kaldırdı. 796’da (1394) Timur Sivas üzerine yürüdüğünde Karamanoğlu Ali Bey’in kendisine ait bazı yerlere saldırması üzerine Kadı Burhâneddin de Karamanoğulları’na karşı yürüdü; Aksaray, Zincirli ve Salime kalelerini aldıktan sonra Niğde’yi kuşattı, fakat alamadı. Ardından Niğde Yıldırım Bayezid’in idaresi altına girmiş olmalıdır. 800 (1397) yılında yapılan Akçay muharebesinde Karamanoğulları’nı ağır bir yenilgiye uğratan Yıldırım Bayezid Konya, Lârende, Niğde, Develi, Aksaray’ı alarak sahile kadar ilerledi. 804 (1402) Ankara Savaşı’nın ardından Anadolu’nun hâkimiyeti Timur’un eline geçti. Timur, Alâeddin Bey’in oğlu Mehmed Bey’i hükümdar tayin ederken kardeşi Bengi Ali Bey’e de Mehmed Bey’e tâbi olarak Niğde ve civarının emirliğini verdi (812/1409). Bu yeni dönemde Karamanoğulları hâkimiyet sahalarını Kayseri’ye kadar genişlettiklerinden Niğde sık sık saldırıya uğrayarak el değiştiren bir sınır kalesi konumundan uzaklaştı. Karamanoğulları ikiye ayrılınca başkentlik yapan şehir imar faaliyetleriyle gelişme gösterdi. Bu dönemden Osmanlı dönemine zengin vakıflara sahip tarihî eserler intikal etmiştir. Niğde Emîri Ali Bey, kardeşi Mehmed Bey’in Osmanlılar karşısında başarısızlığından yararlanarak 816’da (1413) sultan unvanını alıp bağımsızlığını ilân etti. Fakat kardeşinin baskısı sonucu Niğde’den çekilip Kahire’ye gitti (818/1415). Karamanoğlu Mehmed Bey’in Memlükler’e karşı tavır alması üzerine el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî, oğlu İbrâhim’i Karamanoğlu Ali Bey’le birlikte Karamanoğlu Mehmed Bey’e karşı gönderdi. Memlük ordusu kısa zamanda Niğde’yi zaptetti (822/1419). Yakalanan Mehmed Bey Kahire’de hapsedilirken bütün Karaman ülkesi de Memlükler’in himayesinde Niğde Emîri Ali Bey’e verildi (Muharrem 823 / Ocak 1420). Aynı yıl el-Melikü’l-Müeyyed’in vefatıyla tahta çıkan Seyfeddin Tatar, Mehmed Bey’i serbest bırakınca Ali Bey Niğde’ye çekilmek zorunda kaldı ve vefatına kadar Niğde beyi olarak hüküm sürdü.

Niğde’nin kesin biçimde Osmanlı idaresine alınması, Fâtih Sultan Mehmed döneminde Karamanoğulları üzerine yapılan seferler sonucu gerçekleşti. 870’te (1466) ordusunun başında bizzat sefere çıkan Fâtih Sultan Mehmed, Karaman topraklarına girdi. Lârende’ye çekilen Pîr Ahmed, Vezîriâzam Mehmed Paşa’ya yenilince daha içerilere kaçmak mecburiyetinde kaldı. Kaynaklarda açık bilgi olmamakla birlikte Niğde de bu sefer sırasında İshak Paşa tarafından Osmanlı hâkimiyetine alındı. 875’te (1470) Pîr Ahmed’in yeniden faaliyete geçmesi üzerine sefere çıkan İshak Paşa bu sefer sırasında Niğde surlarını da tamir ettirdi. Bölgede tamamen Osmanlı kontrolünün sağlanması 880 (1475) yılına kadar sürdü. Şehir Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra II. Bayezid devrinde oluşturulan ve eski Karamanoğulları Beyliği’nin hâkimiyet sahasını ihtiva eden Karaman eyaletinin sınırları içerisinde kaldı ve Niğde sancağının merkezi oldu.

Niğde XV. yüzyıl sonlarında Memlükler’in saldırısına uğradı. 895’te (1490) Emîr Özbek kumandasındaki Memlük kuvvetleri Niğde’yi yağma ve talan etti. Kanûnî Sultan Süleyman Irakeyn Seferi dönüşünde Niğde’den geçti. Bu vesile ile Matrakçı Nasuh kaleyi ve sur dışında bulunan yerleşmeyi tasvir eden bir minyatür hazırladı. Niğde Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra hızla imar edildiyse de Selçuklular zamanındaki parlak günlerine dönemedi ve hep ikinci planda kaldı. XVII. yüzyıl başlarına gelindiğinde şehir bu defa da Celâlî isyanları sırasında büyük tahribata uğradı. 1011’de (1603) Tavîl Mehmed, 1013-1014 (1604-1605) yıllarında Hızır adlı birinin sebep olduğu karışıklıkları 1032’de (1623) Abaza Paşa, 1058’de (1648) Gürcü Abdünnebî’nin çıkardığı ayaklanmalar sırasındaki olaylar izledi. XVIII. yüzyılda Çapanoğulları şehirde etkili oldu. Niğde Millî Mücadele yıllarında yabancı işgaline uğramadı.


Cumhuriyet döneminde il merkezi haline getirildi.

Ortaçağ’larda tepe üzerinde kale içini kapsayan bir yerleşme özelliği gösteren Niğde Türk hâkimiyeti döneminde gelişti. Bilhassa Selçuklu âbidelerinin varlığı şehrin sur dışına doğru yayıldığına işaret eder. Yâkūt el-Hamevî (ö. 626/1229) Niğde’nin eski ve küçük bir şehir olduğunu söyler (MuǾcemü’l-büldân, V, 350). Şehri ziyaret eden İbn Battûta (ö. 770/1368-69), buranın büyük ve kalabalık bir şehir olduğunu yazarken bir kısmının viran halde bulunduğunu da belirtir. Ayrıca şehrin ortasından Karasu adlı bir ırmağın geçtiğini, bir köprü vasıtasıyla iki yerleşimin birbirine bağlandığını yazar (Seyahatnâme, I, 415). Hamdullah el-Müstevfî de (ö. 740/1340’tan sonra) Niğde’nin orta büyüklükte bir şehir olduğunu belirtir ve tahsil edilen vergi miktarını 1540 dinar olarak kaydeder (Nüzhetü’l-ķulûb, s. 99). Karamanoğulları’nın idaresi altında Niğde’nin gelişimini sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Şehrin durumuyla ilgili en ayrıntılı bilgiler Osmanlı dönemine ait tahrir defterlerinde yer alır. Niğde şehrine ait bilgilerin bulunduğu ilk defter XVI. yüzyıl başlarına aittir. 906’da (1500) yapılan tahririn sonuçlarını ihtiva eden bu deftere göre Niğde’de yirmi dokuz mahalle, 731 hâne mevcuttu. Şehirdeki müslüman hâne sayısı 674, gayri müslim hâne sayısı elli yedi idi. Gayri müslimler iki mahallede oturmakta olup biri Ermeni, diğeri zimmî adıyla kaydedilmişti. Bu rakamlar Niğde’nin bu tarihlerde 4000-5000 dolayında bir nüfusu bulunduğuna işaret eder. Müslüman mahallelerinin birçoğu mescid, dördü ise cami adı taşımaktadır. 924’te (1518) Niğde’de mahalle sayısı otuz iki olarak zikredilir, ancak nüfusta kısmî bir düşüş görülür. Hâne sayısı 624’ü müslüman, kırk dokuzu hıristiyan olmak üzere 673’tür (yaklaşık 4000 nüfus). Bu düşüşün bölgeden yapılan sürgünlerle ilgili olabileceği düşünülmektedir. 1522 tarihli icmal defterinde şehrin hâne sayısı 619’u müslüman ve 59’u gayri müslim olmak üzere 678 olarak kaydedilmiştir. 992’de (1584) yapılan tahrir sonuçlarına göre şehrin mahalle sayısı otuz dokuza yükselmiştir. Bu tarihte şehirde 116’sı gayri müslim olmak üzere 2632 vergi mükellefi erkek (nefer) nüfusa kayıtlı idi. Şehrin tahminî nüfusu yaklaşık 13.000 dolayındaydı.

Niğde’de Sultan Camii mahallesi kale içerisinde bulunan tek mahalleydi. Burası Sultan Alâeddin Keykubad adına Niğde Emîri Zeyneddin Beşâre’nin yaptırdığı, Alâeddin Camii de denilen caminin etrafında oluşmuştu. Muhtemelen kale içerisinde yer alması sebebiyle fazla iskân olmadığından şehrin en küçük mahallelerinden biri durumundaydı (8-21 hâne). Şehrin cami ismi taşıyan ve dikkat çeken bir mahallesi de Sungur Ağa Camii mahallesi olup orta büyüklükteydi. XVI. yüzyılda mevcudu elli hâneyi geçen mahalleler Dayı Mescidi, Ali Bey Mescidi, Hoca Veyis Mescidi, Mevlânâ Kasım Mescidi, Sırçalı Mescid ve Tahtalı Mescid mahalleleridir. 1588’de bunların en kalabalık olanı Sırçalı Mescid mahallesidir. Bu mahallelerden Ali Bey Mescidi mahallesinin adı Karamanoğlu Bengi Ali Bey’den gelmektedir. Dıryan Mescidi mahallesi aynı zamanda Efendi Zâviyesi de denilen Dıryan Mescidi’nin etrafında oluşmuştur. Zâviye etrafında oluşması yönüyle de Niğde şehrinde tek örnektir. Mahallenin bir özelliği de ikiye ayrılması ve Veled Seydi adıyla bu mahalleye bağlı yeni bir mahallenin teşekkül etmesidir. Şehrin müslümanlarla gayri müslimlerin bir arada yaşadığı tek mahallesi ise Hacı Hızır mahallesidir. Şehrin gayri müslim mahalleleri olan Ermeniyân ve zimmiyân mahalleleri orta büyüklükte mahallelerdir.

XVIII. yüzyıl başlarında Niğde yöresinden geçen Batılı seyyah Paul Lucas şehrin daha önceki dönemlerde oldukça büyük olmasına karşılık zamanla küçülerek gerilediğini yazar. 1720’lerde Damad İbrâhim Paşa’nın Ürgüp kazasına bağlı Muşkara köyünü Nevşehir kasabası olarak ihya etmesi Niğde’nin kısmen gerilemesine yol açtı. XIX. yüzyılın başlarında Niğde ve civarını gezen Charles Texier şehrin harabe halindeki bir hisarın etrafında yer aldığını, civar tepeler üzerinde şehrin mülhakatını oluşturan evler bulunduğunu kaydeder. Bir mütesellim tarafından idare edilmekte olan şehrin nüfusu Hamilton’a göre 6000 kişi idi. XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde şehir bağ ve bahçelerle birbirinden ayrılmış Kayabaşı, Tepeviran ve Şehiriçi adıyla üç bölümden oluşmaktaydı. Bunlardan özellikle Tepeviran ve Kayabaşı mevkileri kasabanın diğer kısımlarından daha yüksekteydi. Bu üç mevkinin ortasında mezarlık yer alıyordu. Şehrin her tarafı bağ ve bahçelerle çevrilmişti.

1286 (1869) tarihli Konya Vilâyeti Salnâmesi’nde şehrin nüfusu 9929 olarak kayıtlıdır. Bu tarihte Niğde’nin hâne sayısı 3464’tür. 1317 tarihli (1899) Konya Vilâyeti Salnâmesi’ne göre ise şehirdeki 2323 hânede 10.385 kişi mevcuttur. Bu nüfusun 7128’i müslüman, 2340’ı Rum, 809’u Ermeni, 98’i Protestan’dı. On kişi ise ecnebi olarak kaydedilmişti. Kayabaşı semtinde yaşayan hıristiyan nüfusun büyük bir kısmı Türkçe konuşmaktaydı. Vital Cuinet şehirde seksen dört cami ve mescid, otuz altı medrese, bir kütüphane, üç kilise, altı hamam bulunduğunu, nüfusun 10.000 kadar olduğunu belirtir. 1927 yılı öncesinde 11.526’ya ulaşan Niğde şehir nüfusu Türk-Rum nüfus mübadelesi sonrası 1927 yılı sayımına göre 9463’e düşmüştür.

Şehrin merkez olduğu Niğde sancağının idarî taksimatıyla ilgili ilk bilgiler 984 (1576) tarihlidir. Buna göre sancakta iki kaza mevcuttu; bunlar Niğde merkez ve Ürgüp kazaları idi. Nahiyeler ise Niğde’ye bağlı Anduğı, Melegübi, Melendos ve Şücâeddin ile Ürgüp’e bağlı Develi ve Karahisar idi. 906’da (1500) Anduğı ayrı bir kaza haline geldi ve Şücâeddin nahiyesi buraya bağlandı. 1502’de Ürgüp kazası ikiye ayrıldı, Karahisar nahiyesi Karahisarıdeveli adıyla kaza yapıldı ve Develi nahiyesi bu kazaya dahil edildi. 924 (1518) tarihli düzenlemede ise büyük bir köy olarak


geçen Bor nahiye yapılarak Niğde kazasına bağlandı. 992’de (1584) Anduğı kazası lağvedilerek Bor kazasına tahvil edildi. Ortaköy nahiyesinin ismi değiştirilip Anduğı yapıldı ve Şücâeddin nahiyesiyle birlikte yeni ihdas edilen Bor kazasına nakledildi. Ayrıca daha önce nahiye olarak Develi-Karahisar kazasına bağlı bulunan Develi birtakım cemaatlerin iskânı sonrasında köylerin artması üzerine kazaya dönüştürüldü. Bunlara ilâveten Karmelek Cemaati’nin iskânı sonrasında oluşan yeni köyler bir nahiye haline getirilip Niğde kazasına bağlandı. Bu son düzenleme ile Niğde sancağı beş kaza ve bunlara bağlı on nahiyeden meydana gelmiş oluyordu. 1840 yılında Konya eyaletine bağlı bir muhassıllık olarak görünen Niğde 1847 tarihli idarî taksimatta Nevşehir livâsı içerisinde yer almaktadır. 1849’da yeniden sancak statüsüne yükselen şehir 1887 tarihinde altı kazadan oluşmaktaydı (Niğde merkez, Nevşehir, Ürgüp, Aksaray, Bor ve Hamidiye / Ulukışla). 1900 tarihli Konya Vilâyeti Salnâmesi’nde bu kazalara Arabsun (Gülşehir) kazası da eklenmiş görünmektedir. 1903 sonrasında Maden (Çamardı) kazası ilâve edilmiş, Hamidiye kazasının ismi yeniden eski ismi olan Şücâeddin olarak değiştirilmiştir. II. Meşrutiyet devrinde bağımsız sancak konumuna getirilen Niğde, Cumhuriyet döneminde il olmuştur.

Bugünkü Niğde, kalesinin bulunduğu tepenin çevresi ve bu tepenin eteklerindeki düzlük alanda yayılmaktadır. Ticaret, eğitim, yönetim ve kültür işlevlerinin toplandığı bir iş merkezi özelliği gösterir. Şehir 1970’lerden sonra yeni mahalle alanlarıyla gelişme kaydetmiştir. 1970’te şehrin nüfusu 30.000’i bulmazken 1990’da 50.000’i aşmış, 2000 yılında 78.088’e ulaşmıştır. 1992’de Niğde’de bir üniversite kurulmuştur. Niğde şehrinin merkez olduğu Niğde ili Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Konya, İçel ve Adana illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka Altunhisar, Bor, Çamardı, Çiftlik ve Ulukışla adlı beş ilçeye ayrılır. 7352 km² genişliğindeki Niğde ilinin sınırları içinde 2000 yılı nüfus sayımının sonuçlarına göre 348.081 kişi yaşıyordu, nüfus yoğunluğu ise kırk yedi idi. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2005 yılı istatistiklerine göre Niğde’de il ve ilçe merkezlerinde 109, kasabalarda 106 ve köylerde 133 olmak üzere toplam 348 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı ise 49’dur.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 32, 40, 42, 46, 387, 455, 1085; TK, TD, nr. 135, 564, 565, 584; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, V, 350; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 41, 139, 434; II, 152, 165-166, 202; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, s. 56, 78-81; Müstevfî, Nüzhetü’l-ķulûb (Strange), s. 97, 99; İbn Battûta, Seyahatnâme (trc. A. Sait Aykut), İstanbul 2004, I, 415; Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız), s. 140, 151; Matrakçı Nasuh, Sefer-i Irâkeyn, vr. 18a; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1279, I, 517, 550; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 617; Konya Vilâyeti Salnâmesi: sene H. 1286, 1304, 1310, 1317, 1332; Cuinet, I, 839 vd.; Zeki Oral, Niğde Tarihi Tetkiklerinden Hudavend Hatun Türbesi ve Hayatı, Niğde 1939, s. 10-15; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 2, 91, 106, 108, 401-402; a.mlf., Anadolu Beylikleri, s. 15-20, 36, 211; a.mlf., “Niğde’de Karamanoğlu Ali Bey Vakfiyesi”, VD, II (1942), s. 45-80; a.mlf., “Eretna”, İA, IV, 309; A. Galanti, Niğde ve Bor Tarihi, İstanbul 1951; Feridun Nâfiz Uzluk, Karaman Eyâleti Vakıfları Fihristi, Ankara 1958, tür.yer.; A. Gabriel, Niğde Türk Anıtları (trc. Ahmed Akif Tütenk), Ankara 1962, s. 17; Nejat Kaymaz, Pervâne Muînüddin Süleyman, Ankara 1970, s. 144, 155, ayrıca bk. İndeks; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 67, 234, 295-297, 306, 339-342, 476-477, 621, 628, 688; Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, Ankara 1977, I, 94, 97, 146, 336; Cl. Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 122, 239, 280-281, 297, 329; Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, Ankara 1989, II, 15-20, 60-62, 111-112, 157-159, 165-167, 187-189, 199; Mustafa Oflaz, 16. Yüzyılda Niğde Sancağı (doktora tezi, 1992), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Mehmed Hayri, Türkiye’nin Sıhhıye-i İctimaî Coğrafyası: Niğde Sancağı (haz. İlhan Gedik), Niğde 1994; Kemal Göde, Eratnalılar: 1327-1381, Ankara 1994, bk. İndeks; İlhan Gedik, 20. Yüzyıl Başlarında Niğde, Niğde 1996; Faruk Yılmaz, İlkçağ’dan Günümüze Niğde Tarihi, Niğde 1999; Mehmet Özkarcı, Niğde’de Türk Mimarisi, Ankara 2001; Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I, Ankara 1969, s. 91-92, 116-117; Besim Darkot, “Niğde”, İA, IX, 253-256; P. Wittek, “Nīgde”, EI² (İng.), VIII, 15-16.

Mustafa Oflaz




MİMARİ. Niğde’nin şehir olarak gelişmesi Anadolu Selçukluları’ndan itibaren başlamıştır. Türkler’in Bizanslılar’dan aldığı şehirde mimari mirasın ne olduğu konusunda bilgi yoktur. Şehir merkezinde Anadolu Selçuklu, İlhanlı, Eretna, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemlerine ait bir kale, on altı cami ve mescid, bir medrese, bir dergâh, on bir türbe, iki han, bir bedesten, iki hamam, dokuz çeşme ve bir saat kulesi mevcuttur. Anadolu Selçukluları devrinde Niğde’nin sur içinde geliştiği anlaşılmaktadır. İlhanlılar devrinden itibaren şehirleşmenin sur dışına taştığı görülür. Eretna ve Karamanoğulları dönemlerinde de şehirleşmenin kale çevresinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Niğde Osmanlı topraklarına katılınca şehir tamamen sur dışına çıkarak kendine has bir yapı düzeni oluşturmuştur.

Kale şehre hâkim olan tepenin üzerine inşa edilmiştir. Kalenin ilk kuruluşu muhtemelen IX. yüzyılda Bizanslılar zamanında olmuştur. Esas şeklini ise Anadolu Selçuklu hükümdarları II. Kılıcarslan, II. Rükneddin Süleyman Şah ve I. Alâeddin Keykubad dönemlerinde almıştır. Arazinin topografik durumuna uygun eğimli bir alan üzerine yapıldığından kale dıştan bakılınca doğu ve batı taraflarından üç katlı görünüm sergilemektedir. Kalenin yer aldığı tepe, bugünkü kalıntılardan anlaşıldığına göre önceden en dıştan burçlarla desteklenen surlarla kuşatılmış, tepenin en yüksek kısmı olan kuzey tarafa ise iç kale yapılmıştır. Dış surların kuşattığı alan oval biçimine yakın olup kuzey-güney doğrultusunda uzunluğu yaklaşık 400 m., doğu-batı doğrultusunda genişliği 110-201 m. arasında değişmektedir. Bu eserden iç kale kısmen günümüze gelmiş, şehri kuşatan dış surlardan ise birkaç burç ve duvar parçası ayakta kalabilmiştir. Dış surların aslında kaç burçla desteklendiği bilinmemekte, Matrakçı Nasuh’un minyatüründe


dış surda yirmi iki burç görülmektedir. Bugün kaleye giriş güney cephesinde yer alan kapıdan sağlanmaktadır. Kalede iç kale, Alâeddin Camii, Hatıroğlu Çeşmesi ve Rahmaniye Camii ile Alâeddin mahallesi bulunmaktadır.

İç kale dıştan çarpık planlı ve dört yandan burçlarla desteklenen surla kuşatılmıştır. Batı ve kuzey tarafında yer alan sur ve burçlar yıkılmış olup doğu ve güney cephelerindeki toplam yedi burç zamanımıza kadar gelmiştir. Güneybatı köşesindeki burcun yarısı yıkılıp içi doldurularak üzerine saat kulesi yapılmıştır. Sadece güney cephesindeki ana burç ile bitişiğindeki iki burcun içindeki ahşap katlar kısmen günümüze intikal etmiştir. Burçlara ulaşımı sağlayan sur duvarları kalın inşa edilmiş, fakat bunların mazgallı duvar korkulukları bugüne kadar gelmemiştir. Güney cephesindeki ana burcun doğu yüzüne üç dilimli taca sahip siren figürü işlenmiştir. Niğde Müzesi’nde kaleye ait 814 (1411-12) tarihli tamir kitâbesi bulunmaktadır.

Murad Paşa Külliyesi (1072/1661-62) cami, türbe, han, hamam ve çeşmeden oluşmaktadır. Ayrıca 1 Cemâziyelevvel 1081 (16 Eylül 1670) tarihli vakfiyeden külliyenin medrese ve muallimhâneye de sahip olduğu öğrenilmektedir. Külliye elemanlarından çeşme hariç diğerlerinin Murad Paşa tarafından XVII. yüzyılın ortalarına doğru inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Külliyenin merkezini oluşturan caminin harim kısmı enine dikdörtgen planlı olup yanlarda atılan ikişer sivri kemerle üç bölüme ayrılmıştır. Mihrap önü ile doğu kısmı birer büyük kubbeyle, batı kısmı ise arka arkaya iki küçük kubbeyle kapatılmıştır. Caminin kuzeybatı köşesine yerleştirilen ve harimin kuzeybatı tarafındaki sivri kemerli açıklıktan girilen türbe içten kare, dıştan sekizgen plana sahiptir. Yapı alttan tromplu kubbeyle, üstten pramidal külâhla örtülmüştür. Han yan yana beşik tonoz örtülü iki nef halinde düzenlenmiş tek katlı bir yapıdır. Hamam soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve sıcaklığa bitişik su deposu ile külhandan oluşur. Tromplu kubbe ile örtülen sıcaklık bölümü kare planlı olup güneyinde bir halvet hücresi mevcuttur.

Camiler ve Mescidler. Alâeddin Camii (620/1223), mihraba dik üç nefli gibi düzenlenen yapıda mihrap önü yan yana üç kubbe ile enine bir nef şeklinde ele alınmıştır (bk. ALÂEDDİN CAMİİ). Sungur Ağa Camii (735/1335 yılı civarı) İlhanlılar’ın Niğde valisi Sungur Ağa tarafından yaptırılmış olup mihraba dik beş nefli bir yapıdır (bk. SUNGUR AĞA CAMİİ ve TÜRBESİ). Kıble Mescidi (928-992/1522-1584) pandantifli kubbeli harim kısmından ibarettir. Dışarı (Çelebi Hüsâmeddin) Camii’ni (XVI. yüzyıl) Hüsâmeddin Ağa inşa ettirmiştir. Yapı pandantifli kubbeli harim, üç kubbeli son cemaat yeri ve kuzeybatı köşesinde yer alan tek şerefeli minareden oluşur. Hacı Hasan tarafından yaptırılan Kığılı (Pazar) Camii (1106/1694-95), tromplu kubbeli harimle kuzeydoğu köşesine yerleştirilen tek şerefeli minareden meydana gelir. Harim doğu cephesinden sivri kemerle orta mekâna açılan eyvanla genişletilmiştir. Niğde’de günümüze gelen on altı camiden on tanesi ahşap tavanlıdır. Dârüzzikir Mescidi (XV. yüzyılın başı), Şah Mescidi (XV. yüzyılın ilk yarısı), Hanım Camii (856/1452), Sır Ali Mescidi (1124/1712 yılı civarı) ve Cullaz Mescidi’nde (bugünkü yapı 1176/1762-63, ilk yapı muhtemelen XV. yüzyıl) ahşap tavanlar sivri kemerler yardımıyla taş ve mermer sütunlara oturtulmuştur. Dârüzzikir Mescidi iki sıra sütunla mihraba paralel üç nefe, diğerleri tek sıra sütunla iki nefe ayrılmıştır. Hanım Camii Hacı Dursun tarafından, Cullaz Mescidi Hacı Osman Seyyid ve Hacı Ömer Seyyid tarafından yaptırılmıştır. Niğde’de bu tip camiler ilk defa Karamanoğulları Beyliği döneminde inşa edilmiştir. Ayrıca bu özellikteki camiler, Anadolu Selçuklu ve diğer beyliklerin mimarilerinde de görülür. Eskiciler Mescidi (816/1413), Hacı Mahmud tarafından inşa edilmiş olup ahşap tavanlı camiler grubuna girer. Harim kısmı ortada mukarnas başlıklı iki ahşap sütuna, yanlarda duvarlara oturan iki ana kirişle mihraba dik üç nefe ayrılmıştır. Günümüze kadar gelen izlerden, ahşap sütun ve başlıkları ile tavanın tamamen kalem işi tekniğinde çeşitli geometrik ve bitkisel motiflerle süslendiği anlaşılmaktadır. Abdurrahman Paşa’nın inşa ettirdiği Rahmaniye Camii (1160/1747), Dört Ayak (Künkbaşı) Camii (1178/1764-65), Kemâlî Ümmî Mescidi (XVIII. yüzyılın ikinci yarısı) ve Fesleğen Camii’nin (ilk yapı muhtemelen XVII. yüzyıl) harimleri doğrudan duvarlara oturan düz ahşap tavanla örtülmüştür. Ahşap tavanlı cami ve mescidlerde son cemaat yeri sadece Eskiciler Mescidi, Rahmaniye Camii ve Dört Ayak Camii’nde mevcuttur; son cemaat yerleri üçer sivri kemer gözlüdür. Ayrıca Hanım Camii, Rahmaniye Camii, Şah Mescidi, Sır Ali Camii, Dört Ayak Camii ve Fesleğen Camii’nde tek şerefeli minarelere yer verilmiştir; bunlardan ilk iki yapı hariç diğerleri sonradan inşa edilmiştir.

Medrese. Niğde’de günümüze kadar sadece, Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in oğlu Ali Bey tarafından yaptırılan Akmedrese (812/1409-10) gelmiştir. Dıştan 21,80 × 24,50 m. ölçülerinde olan yapı açık avlulu, eyvanlı ve iki katlı medreseler grubuna girer (bk. AKMEDRESE).

Dergâh. Zamanımıza ulaşan Esen Bey Dergâhı (884/1479-80) Hacı Hamza tarafından inşa edilmiştir. Dergâh mescidle buna bitişik mekândan oluşur ve Esen Bey Türbesi’nin


batı duvarından istifade edilerek yapılmıştır. Mescidle doğu tarafındaki mekân ahşap kirişlemeli düz toprak damla örtülmüş, 3,10 × 4,20 m. ölçülerindeki yapının içinde ocak ve dolap nişlerine yer verilmiştir.

Türbeler ve Kümbetler. Şehirde mevcut olan türbeler farklı planlarda ele alınmış olup tek katlı yapılmıştır. Gündoğdu Türbesi’nde (745/1344 yılı civarı) kare gövdenin köşeleri üst kısımda üçer üçgenle pahlanarak on iki kenarlı kısa bir kasnak oluşturulmuştur. Yapı içten tromplu kubbeyle, üstten onikigen piramit külâhla örtülmüştür. Esen Bey Türbesi (XV. yüzyılın ilk yarısı) ve Kemâlî Ümmî Türbesi de (880/ 1475-76 yılı civarı) kare planlı olup tromplu kubbeyle örtülmüştür. Kemâlî Ümmî Türbesi’nin doğu cephesine sonradan mescid yapılmıştır. Kesikbaş Türbesi (XVI. yüzyıl) ve Sır Ali Türbesi (1124/1712 yılı civarı) dikdörtgen planlı ve düz ahşap tavanlıdır. Sır Ali Türbesi’nin planı biraz çarpık olup bitişiğindeki camiyle organik bir bütünlük arzetmektedir. Şeref Ali Türbesi (1865) Hacı Said Paşa tarafından inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı yapı iki birimden oluşmaktadır. Giriş bölümü alttan tromplu kubbeyle, üstten piramidal külâhla örtülerek Selçuklu geleneği devam ettirilmiştir. Geniş sivri kemerli açıklıkla geçilen ikinci bölüm ise mescid olarak düzenlenmiş ve beşik tonozla kapatılmıştır; kıble duvarında küçük bir mihrap bulunmaktadır. Hudâvend Hatun Kümbeti ile (712/1312) Sungur Ağa Türbesi’nde (735/1335 yılı civarı) sekizgen planlı gövde üstte onaltıgene dönüşür. İçten kubbe, dıştan piramidal külâhlı yapılar tek katlı inşa edilmiştir. Hudâvend Hatun Kümbeti oldukça zengin figürlü, bitkisel ve geometrik süslemeleriyle dikkati çeker (bk. HUDÂVEND HATUN KÜMBETİ). Sungur Ağa Türbesi, süslemeleri dışında mimari form bakımından Hudâvend Hatun Kümbeti örnek alınarak sekizgen planda yapılmıştır; bitişiğindeki cami ile organik bütünlük oluşturur. Şah Süleyman Türbesi (XIV. yüzyılın ikinci yarısı) eyvan tipi türbeler grubuna girer. 1931’de yıkılan Beylerbeyi Türbesi de (725/1325) bu plan şemasında inşa edilmiş olup her iki yapı tek katlıdır. Şah Süleyman Türbesi dikdörtgen, Beylerbeyi Türbesi kare planlıdır ve beşik tonozlarla örtülüdür. Şehirde baldaken tipinde sadece Dört Ayak Türbesi (1178/1764-65 yılı civarı) inşa edilmiştir. Kare planlı yapı, “L” biçimindeki dört pâye üzerine sivri kemerler yardımıyla oturan pandantifli kubbeyle örtülmüştür.

Bedesten ve Hanlar. Murad Paşa Külliyesi’ndeki handan başka şehirde iki han daha vardır. Sokullu Mehmed Paşa Bedesteni denilen yapı esasında bir arastadır (982/1574 yılı civarı). Bina, bu türe giren yapıların en uzunlarından biri olup dıştan yaklaşık 14,70 × 76,50 m. ölçülerindedir. Yapı kuzey, güney ve doğu cephelerinde açılan birer kapı, kuzey ve güney cephelerinde birer dükkânla iç mekânda boydan boya uzanan beşik tonozlu sokağın iki tarafına karşılıklı yerleştirilen toplam kırk sekiz dükkân ve dört hücreden oluşur. Bütün mekânlar sivri beşik tonozla kapatılmıştır. Sarı Han (758/1357), Eretna Beyliği döneminde Hacı Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Yapı tek katlı ve tek nefli düzenlenerek ön mekâna yer verilmemiştir. 7,40 × 19,40 m. ölçülerindeki iç mekân boydan boya sivri beşik tonozla kapatılmıştır.

Hamamlar. Şehirde Murad Paşa Külliyesi’ndeki hamamdan başka bir hamam daha vardır. Çarşı Hamamı (XVII. yüzyıl) dört eyvanlı ve köşe hücreli hamamlar grubuna girer. Yapı soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve halvetleriyle sıcaklığa bitişik su deposu ve külhandan oluşur. Sıcaklık bölümü, kubbeli merkezî bir mekân etrafında aksiyal olarak tertiplenmiş eyvanlarla köşe halvetlerinden meydana gelir.

Çeşmeler. Niğde’de zamanımıza toplam dokuz çeşme ulaşmıştır. Bunlar Hatıroğlu (666/1267-68), Kıble Mescidi (1522-1584), Murad Paşa (1122/1710), Sır Ali (1124/ 1712), Cullaz (XVIII. yüzyılın ilk yarısı), Nalbantlar (1177/1763-64), Dört Ayak (1178/ 1764-65), Mühürcü (1238/1822-23) ve Kaymakam (1238/1822-23) çeşmeleridir. Hatıroğlu Çeşmesi, Anadolu Selçukluları’ndan günümüze intikal eden birkaç çeşmeden biri olduğu için önemlidir. Hatıroğlu Çeşmesi Hatıroğlu Mesud, Murad Paşa Çeşmesi Abdülgafur Paşa, Dört Ayak Çeşmesi Ebûbekir Ağa, Mühürcü Çeşmesi Seyyid Hâfız Ağa ve Kaymakam Çeşmesi Kaymakam Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hatıroğlu Çeşmesi’nin ön kısmı yuvarlak kemerli, diğerleri sivri kemerli niş halinde düzenlenmiş ve özellikle Murad Paşa, Sır Ali, Cullaz ve Mühürcü çeşmelerinde ana nişler oldukça derin tutulmuştur. Nişlerin derin tutulması bölgesel bir özelliktir. Kıble Mescidi, Dört Ayak ve Kaymakam çeşmeleri dışında diğerlerinin arka tarafında önceden birer su deposu olduğu, fakat sonradan yıkıldığı anlaşılmaktadır.

Saat Kulesi. XIX. yüzyılın sonlarında veya II. Abdülhamid’in yirmi beşinci senesine istinaden 1319’da (1901-1902) yapılmış olduğu sanılmaktadır. İç kalenin güneybatı köşesindeki burcun yarısı yıkılıp içi doldurularak üstüne inşa edilmiştir. Minare biçimini andıracak şekilde yapılan ve dört bölümden oluşan kule burçtan itibaren yaklaşık 20 m. yüksekliğindedir ve alttan yukarıya doğru hafifçe incelmektedir. Kaide ve gövde ongen planlıdır. Yapı halen fonksiyonunu sürdürmektedir. Kaynaklarda ayrıca elli dokuz cami ve mescid, sekiz medrese, iki imaret, bir türbe, on dört tekke ve zâviye, iki han ve bir bedestenin ismi tesbit edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 617; P. Lucas, Deuxième voyage, Paris 1712, I, 182; Cuinet, I, 835-841; Mehmed Hayri, Türkiye’nin Sıhhi İctimai Coğrafyası: Niğde Sancağı, Ankara 1922; A. Gabriel, Monuments turcs d’Anatolie, Paris 1931, I, 105-151; a.mlf., Niğde Türk Anıtları (trc. Ahmed Akif Tütenk), Ankara 1962; Halil Edhem, Niğde Kılavuzu, İstanbul 1936; E. Diez v.dğr., Karaman Devri Sanatı, İstanbul 1950, s. 158-176; A. Galanti, Niğde ve Bor Tarihi, İstanbul 1951; Ali Kızıltan, Anadolu Beyliklerinde Cami ve Mescitler, İstanbul 1958, s. 32; Nazmi Sevgen, Anadolu Kaleleri, Ankara 1959, I, 264-266; K. Otto-Dorn, “Darstellungen des Turca-Chinesischen Tierzyklus in der Islamischen Kunst”, Beiträge zur Kunstgeschichte Asiens, İstanbul 1963, s. 148; Cumhuriyet’in 50. Yılında Niğde İl Yıllığı, Ankara 1973; Ömür Bakırer, Onüç ve Ondördüncü Yüzyıllarda Anadolu Mihrabları, Ankara 1976, tür.yer.; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı,


İstanbul 1984, II, 43-45, 186, 201; Zeki Sönmez, Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk-İslâm Mimarisinde Sanatçılar, Ankara 1989, s. 238-243; Mustafa Oflaz, 16. Yüzyılda Niğde Sancağı (doktora tezi, 1992), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Zafer Bayburtluoğlu, Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum 1993, s. 92-94; Hakkı Acun, Anadolu Saat Kuleleri, Ankara 1994, s. 33; Hakkı Önkal, Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996, s. 174-182; İlhan Gedik, 20. Yüzyıl Başlarında Niğde, Niğde 1996; Halit Çal, Niğde Şehrindeki Ahşap Tavanlı Cami ve Mescitler, Ankara 2000; Mehmet Özkarcı, Niğde’de Türk Mimarisi, Ankara 2001; M. Zeki Oral, “Niğde Tarihi: Alâeddin-Ak Medrese”, Akpınar, I/11, Niğde 1935, s. 4-10; a.mlf., “Selçuk Sanatına Ait Bir Şaheser: Hüdavend Türbesi”, a.e., IV/39 (1939), s. 1-16; Ali Saim Ülgen, “Niğde’de Ak Medrese”, VD, II (1942), s. 81-82; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Karamanoğlu Ali Bey Vakfiyesi”, a.e., II (1942), s. 45-80; Gönül Öney, “Niğde Hüdavent Hatun Türbesi Figürlü Kabartmaları”, TTK Belleten, XXXI/122 (1967), s. 143-167; Hüdavendigâr Akmaydalı, “Niğde Sungur Bey Camii”, VD, XIX (1985), s. 151-153; Besim Darkot, “Niğde”, İA, IX, 255-256; “Niğde”, YA, VIII, 6146-6216.

Mehmet Özkarcı