NİHÂYETÜ’l-İKDÂM

(نهاية الإقدام)

Şehristânî’nin (ö. 548/1153) kelâma dair eseri.

Tam adı Nihâyetü’l-iķdâm fî Ǿilmi’l-kelâm olup İzzeddin İbnü’l-Esîr kitabın ismini muhtemelen alan belirlemek amacıyla Nihâyetü’l-iķdâm fi’l-uśûl diye kaydeder (el-Kâmil, I, 332). Kitabın mukaddimesinden ve sonundaki ifadeden (s. 503, krş. 143) isminin Nihâyetü’l-aķdâm fî Ǿilmi’l-kelâm olabileceği anlaşılıyorsa da Nihâyetü’l-iķdâm ... diye meşhur olmuştur. Şehristânî, eserinin birinci ve on birinci bölümlerinde el-Milel ve’n-niĥal adlı kitabına atıfta bulunmaktadır (s. 5, 267). Tabakat kitaplarının yanı sıra bu tür atıflardan eserin Şehristânî’ye ait olduğu ve el-Milel ve’n-niĥal’den sonra kaleme alındığı anlaşılmaktadır.

Şehristânî mukaddimede kitabını yirmi bölüm (kaide) halinde kaleme aldığını kaydeder. Birinci bölümde Allah’ın varlığının ispatı maksadıyla âlemin hudûsu konu edilerek cisimlerin zaman ve mekân yönünden başlangıçsız ve sınırsız olmayacağı hususu işlenmiş, ikinci bölümde kâinatın bütünüyle Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiği konusuna yer verilmiştir. Üçüncü bölümden itibaren sıfat bahsine geçilmiştir. “Tevhîd” başlığını taşıyan kısımda şirk inancı reddedildikten sonra dördüncü bölümde Allah’ı yaratılmışlara veya yaratılmışları Allah’a benzetme (teşbih) kabilinden inançlar, beşinci bölümde Allah’ın zâtını sıfatlardan tecrit etme (ta‘tîl) telakkisi eleştirilmiştir. Altıncı bölümde Ebû Hâşim el-Cübbâî tarafından öne sürülüp teşbih ve ta‘tîl gibi uç telakkilerden sakınmayı amaçlayan ahvâl teorisi reddedilmiştir. Yedinci bölümde, bazı Mu‘tezile mensuplarınca benimsenen “ma‘dûmun şey olup olmadığı” ve Aristo geleneğinde evrenin ilk maddesi sayılan heyûlâ konuları üzerinde durulmuş, ardından sübûtî sıfatların izahına geçilmiş, Mu‘tezile, Ehl-i sünnet ve felâsifenin sıfatlar hakkındaki görüşleri incelenmiştir. Mu‘tezile sıfat sîgasıyla olan hay, âlim, kādir kelimelerini (sıfât-ı ma‘neviyye) tercih ederken Ehl-i sünnet kelâmcıları bu sıfatların kökünü oluşturan hayat, ilim, kudret (sıfâtü’l-meânî) kelimelerinin de sistemde yer almasını gerekli görmektedir. İslâm filozofları ise zâta izâfe edilecek bütün mânaları “vâhid” içinde eriterek sıfat, ahvâl ve zât dışı mânaları kabul etmemektedir. Eserin onuncu bölümü ilim sıfatının ezelî oluşu hakkındadır. Ezelî ilmin hâdis olan nesne ve olaylara taallukunun işlendiği bu bölümde Allah’a hâdis ilim nisbet ettikleri için Cehm b. Safvân ile Hişâm b. Hakem, Allah’ın hâdisleri bilmediği veya ilminin cüz’iyyâta taalluk etmediğini ileri sürdükleri gerekçesiyle filozoflar eleştirilmiştir.

Nihâyetü’l-iķdâm’ın on birinci bölümünden itibaren İslâm mezhepleri arasında tartışmalı olan konular üzerinde durulmuştur. Bunlardan, mezheplerin kader anlayışını da ilgilendiren irade sıfatının gerçek anlamda Allah’ta mevcut olup kadîm özelliği taşıdığı, bütün nesne ve olaylara taalluk ettiği hususu savunulmuştur. Ardından İslâm mezhepleri arasında önemli bir ihtilâf konusu teşkil eden kelâm sıfatı ele alınmış, on ikinci bölümde bu sıfatın ezelî olduğu üzerinde durulmuş, on üçüncü bölümde kelâmın ilâhî zâtta tekliği, tecellilerinin ve tesirlerinin çokluğu konusu işlenmiş, on dördüncü bölümde insana ait kelâmın mahiyeti ve kısımları ele alınmıştır. On beşinci bölümde Mu‘tezile mensuplarının semî‘ ve basîr sıfatlarını


alîm sıfatına dahil etmeleri eleştirilerek bunların müstakil sıfatlar olduğu öne sürülmüştür. On altıncı bölümde rü’yetullahın aklen mümkün, naklen vâcip ve sabit olduğu şeklindeki Ehl-i sünnet telakkisi anlatılmıştır. On yedinci bölümde nübüvvete hazırlık sayılabilecek şekilde hüsün ve kubuh bahsi konu edinilerek ilâhî tebliğ olmadan kula hiçbir mükellefiyetin yüklenemeyeceği, insanın fiillerine mükâfat veya ceza tertip edilmesinin söz konusu olamayacağı kanaati işlenmiş, on sekizinci bölümde Mu‘tezile’nin iddiasının aksine ilâhî fiillerin gerçekleşmesinin ardında bunları gerektirici (vâcib) herhangi bir sebebin bulunmadığı görüşü savunulmuştur.

Nihâyetü’l-iķdâm’ın son iki bölümü nübüvvet ve sem‘iyyât bahislerine ayrılmıştır. Birinci kısımda nübüvveti inkâr eden Berâhime ve Sâbiîler’in görüşleri eleştirilmiş, mûcizenin gerçekliği üzerinde durulmuş, bu arada Mu‘tezile ile bazı Şiî gruplarının konuyla ilgili yanlış telakkilerine temas edilmiştir. Kitabın son bölümü, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ispatı ve bunun en büyük delilinin Kur’an olduğunun vurgulanmasıyla başlamış, ardından sem‘iyyât bahislerine geçilerek kabir hayatı, cismanî haşr, mîzan, havz ve şefaat meselelerine değinilmiş, daha sonra “esmâ ve ahkâm” çerçevesinde imanın tarifi, iman-amel münasebeti ve buna bağlı olarak büyük günah işleyenin durumu tartışılmıştır. Ardından imâmet konusu ele alınarak dindeki yeri belirtilmiş, devlet başkanının belirlenmesi şekli hakkındaki farklı görüşler kaydedilmiş, bu arada Şîa’nın imâmet telakkisi zikredildikten sonra bu anlayışın yanlış tarafları anlatılmıştır. Yirminci bölüm velîlerin kerametleri, ilâhî dinler arasında nesih konusu ve Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin diğer dinleri neshetmesiyle ilgilidir. Kitabın sonuna nâşir tarafından bazı nüshalarda bulunduğu kaydedilen atom (cevher-i ferd) hakkında bir kısım eklenmiştir. Burada kelâmcılar tarafından benimsenen cevher-i ferd anlayışı filozoflara karşı savunulmaktadır. Şehristânî, Nihâyetü’l-iķdâm’ın bitiminde kelâm âlimlerinin düşüncelerini ortaya koyma noktasında amacını gerçekleştirdiğini, daha sonra da ilâhiyatçı filozofların “kuruntulardan ibaret olan” görüşlerini beyan edeceğini kaydeder. Alfred Guillaume, müellifin el-Menâhic ve’l-beyânât adlı risâlesinin bu maksatla yazılmış olabileceğini söylemektedir (Nihâyetü’l-iķdâm, tercüme edenin girişi, s. XIII).

Eserin birçok kütüphanede yazma nüshaları bulunmaktadır (meselâ bk. Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2154; Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 666; TSMK, III. Ahmed, nr. 1845; Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3164; Oxford Bodleian Library, MS, Marsh, nr. 356; Paris Bibliothèque Nationale, MS, Arabe, nr. 1246; Berlin Preussische Staatsbibliothek, MS, Petermann, II, 579). Eser Alfred Guillaume tarafından yukarıdaki son üç nüsha esas alınarak giriş, Arapça metin, özet şeklinde İngilizce tercüme ve indekslerle birlikte neşredilmiştir (London 1934). Nihâyetü’l-iķdâm’ın Arapça metninin ofset baskısı Bağdat (1964) ve Kahire’de (1992) gerçekleştirilmiştir. Muhammed Tancî, bu neşirde yazma nüshalardan ve yanlış okumalardan kaynaklanan hatalar bulunduğunu belirtmektedir (İA, XI, 395).

Nihâyetü’l-iķdâm klasik Sünnî kelâmının hemen bütün konularını içermektedir. el-Milel ve’n-niĥal’den sonra telif edilen Nihâyetü’l-iķdâm’da İslâm mezheplerinin kelâm alanındaki görüşleri mukayeseli bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmakta, el-Milel ve’n-niĥal’deki tasvirî üslûbun aksine burada Ehl-i sünnet’in itikadî anlayışı Eş‘ariyye çerçevesinde ortaya konulmakta ve diğer mezheplere karşı savunulmaktadır. “Ehl-i hak” olarak nitelendirilen Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Ebû Bekir el-Bâkıllânî, Ebû İshak el-İsferâyînî ve İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî gibi Eş‘arî mensuplarına sık sık atıfta bulunulmakta, bu mezhebin karşısında yer alan Berâhime, Sâbie, Seneviyye, felâsife, Mu‘tezile, Cehmiyye ve Kerrâmiyye gibi telakkiler eleştirilmektedir. Muhammed Tancî, Nihâyetü’l-iķdâm’da Eş‘arî’nin akidesi esas alınmakla beraber yer yer onun da tenkit edildiğini, hatta bazan kelâmcıların görüşleri de aşılarak felsefî telakkilere yer verildiğini kaydeder (a.g.e., a.y.). Şehristânî’nin Şîa hakkında zaman zaman sempatik ifadelere yer vermesi, özellikle el-Milel’de tarafsız ve müsamahalı bir tavır takınması kendi döneminde tehlikeli bir modernistlik olarak görülmüş, Nihâyetü’l-iķdâm’ı Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn’in bir duasıyla bitirmesi örneğinde görüldüğü gibi Ehl-i beyt’e büyük bir sempati duyması bazı çevrelerde onun Şîa’ya, hatta İsmâiliyye’ye mütemayil olduğu şeklinde yorumlanmıştır (DMİ, XIII, 424). Ancak bu ithamları Nihâyetü’l-iķdâm açısından haklı bulmak mümkün değildir. Çünkü bu eserinde müellif, Şîa kelâmının farklılığını en belirgin şekilde yansıtan imâmet konusunda onların anlayışlarını kaydettikten sonra bu görüşleri eleştiriye tâbi tutmuştur (s. 484-497). Kelâmın felsefeden etkilenmeye başladığı döneme ait eserlerden biri olan Nihâyetü’l-iķdâm’da yer yer felsefeye karşı çıkılırken zaman zaman da müellifin felsefeden etkilendiği görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Şehristânî, Nihâyetü’l-iķdâm: The Summa Philosophiae of al-Shahrastānī Kitāb Nihāyatu’l-Iqdām fī Ǿilmi’l-kalām (trc. ve nşr. A. Guillaume), London 1934, tercüme edenin girişi, s. IX-XVI; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 332; Keşfü’ž-žunûn, II, 1986; Brockelmann, GAL, I, 429; Suppl., I, 763; D. Gimaret, Théories de l’acte humain en théologie musulmane, Paris 1980, s. 132-134; P. Kraus, “Bücherbesprechungen”, ZDMG, LXXXIX (1935), s. 131-136; R. A. Nicholson, “The Summa Philosophiae of al-Shahrastānī Kitāb Nihāyatu’l-Iqdām fī Ǿilmi’l-kalām”, JRCAS, sy. 22 (1935), s. 302-303; Cl. Gilliot, “Textes arabes anciens édités en Égypte au cours des années 1992 à 1994”, MIDEO, XXII (1994), s. 319; Carra de Vaux, “eş-Şehristânî”, DMİ, XIII, 424; Muhammed Tanci, “Şehristânî”, İA, XI, 395; G. Monnot, “al-Ѕћahrastānī”, EI² (İng.), IX, 215.

İlyas Çelebi