NİŞÂBUR

(نيشابور)

Türk mûsikisinde bir birleşik makam.

Adı İran’daki Nîşâbûr şehrinden gelmektedir. Türk mûsikisinin bûselik perdesinde karar eden tek makamı olan nişâbur makamının dizisi, durak perdesi olan bûselik perdesi üzerinde yer alan bir nişâbur dörtlüsüne, dördüncü derece hüseynî perdesinde bir kürdî dörtlüsünün, beşinci derece acem perdesinde bir çârgâh dörtlüsünün ve üçüncü derece nevâ perdesinde bir bûselik dizisinin eklenmesinden meydana gelmiştir. Nişâbur dörtlüsünün aralıkları aynen uşşak dörtlüsünün aralıkları olan K. S. T.’dir. Ancak hem bu dörtlünün bûselik perdesi üzerinde olması hem de uşşak makamında olduğu gibi ikinci derecesi olan nîm-hicaz perdesinin hiç pestleşmemesi sebebiyle ayrı bir çeşni özelliği vardır ve uşşaktan bu suretle ayrılır.

Çıkıcı olarak seyreden makamın güçlüsü nevâ perdesi olup bu perdede bûselik çeşnisiyle yarım karar yapılır. Hüseynî perdesinde kürdî, acem perdesinde çârgâhlı kalışlar nişâbur makamının asma kararlarıdır. Ayrıca dügâh perdesinde rastlı, rast perdesinde pençgâhlı asma kalışlar yapılabilir ise de bu iki kalışta ısrar edilmemelidir. Nişâbur makamının nota yazımında donanımına sadece do için bakiye diyezi yazılır ve gerekli değişiklikler eser içinde gösterilir. Yedeni ise alttan ikinci aralıktaki lâ (dügâh) perdesidir. Tiz taraftan zaten geniş bir ses sahasına sahip bulunan nişâbur makamı bu bölgeden ayrıca genişlemez. Pest taraftan ise dügâh perdesine rast, rast perdesine de pençgâh çeşnisiyle inilebilir. Makamın seyrine durak veya güçlü civarından başlanır. Diziyi meydana getiren çeşnilerde karışık olarak gezinilerek nevâ perdesinde bûselik çeşnisiyle yarım karar yapılır. Yine karışık gezinilip asma kararlar da gösterildikten sonra bûselik perdesinde nişâbur çeşnisiyle tam karar yapılır. Nişâbur makamının tam kararının verdiği bitiş duygusu son derece zayıf olup âdeta yarım kalmış hissi uyandırır. Belki bu sebeple çok az kullanılmış makamlar arasında yer alır. Ancak bu bitmemişlik duygusu sonuca ulaşmamış, yarım kalmış arzu ve olayların tasviri için de çok elverişlidir.

Tanbûrî Ali Efendi’nin, “Renc-i hâtır vermesin feryâd ü efganlar sana” mısraıyla başlayan bestesi “Ben değil meftûn-ı hüsnün mübtelâ âlem sana” mısraıyla başlayan ağır semâisiyle, “Yanar ol derd ile gönlüm ki yanar âh edemez” mısraıyla başlayan yürük semâisi; Edirneli Sâlihzâde’nin, “Ey şehîd-i Kerbelâ’ya ağlayan” mısraıyla başlayan ilâhisi ve “Genç Osman dediğin bir küçük uşak” mısraıyla başlayan türkü bu makamın en güzel örnekleri arasında yer alır.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdülbâkī Nâsır Dede, Tedkīk u Tahkīk, Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 1242/I, vr. 8b, 11a; Hâşim Bey, Mûsikî Mecmuası, İstanbul 1280, s. 30; Suphi Ezgi, Nazarî-Amelî Türk Musikisi, İstanbul 1933-40, I, 146-147; IV, 247-248; Özkan, TMNU, s. 294-296; Hüseyin Sâdeddin Arel, Türk Mûsıkîsi Nazariyatı Dersleri (haz. Onur Akdoğu), Ankara 1991, s. 305-308.

İsmail Hakkı özkan