NİZÂR b. MEAD (Benî Nizâr b. Mead)

(بنو نزار بن معدّ)

Adnânîler’in ana kollarından birini teşkil eden Arap kabilesi.

Kabilenin ceddi, Hz. Peygamber’in on dokuzuncu göbekten atası olan Ebû İyâd (Ebû Rebîa) Nizâr b. Mead b. Adnân’dır. Babasının sağlığında ondan Kâbe’nin perdedarlık görevini alan Nizâr, Kuzey Arapları’nın ilk yurdu Mekke’de yaşamış ve hayatı boyunca, İslâm öncesinde birlikte yürütülen Mekke’nin idaresiyle Kâbe hizmetlerini üstlenmiştir. Nizâr ömrünün son günlerinde oğulları Mudar, Rebîa, İyâd ve Enmâr’a yetki ve sorumluluklarını devredip mallarını bölüştürdü ve aralarında ihtilâf çıkması halinde Necran’da yaşayan Arap ileri gelenlerinden ve annesi Nâime bint Cevşem’in kabilesinden olan Ef’â’ b. Husayn b. Cürhümî’ye başvurmalarını vasiyet etti. Ölümünden sonra Zülhuleyfe’ye 7 mil uzaklıkta bulunan Zâtülceyş’e gömüldü. Nizâr’ın ardından Hz. İsmail evlâdının hâkimiyet dönemlerinde Mekke’nin idaresi ve Kâbe hizmetleri onun soyundan gelenler tarafından yürütülmüştür (İbn Sa‘d, I, 49).

Adnânîler’in Arabistan’a yayılması Nizâr ile kardeşi Kudâa arasında meydana gelen mücadeleden sonra gerçekleşti ve Kudâa kabilesi mensupları yarımadanın çeşitli yerlerine göç ederken Nizâr’ın çocukları Tihâme ve Necid bölgelerine yayıldı. İslâmiyet’ten sonra da devam eden bu yayılma Horasan, Kuzey Afrika ve Endülüs’e kadar uzanmış, bu kabilelerin bulundukları bölgeler onların adlarıyla anılmıştır (Diyâr-ı Mudâr, Diyâr-ı Rebîa). Nizâr’ın ardından çocukları tarafından gerçekleştirilen Kuzey Arapları’nın yayılışı tarih ve edebiyat kitaplarında efsanevî rivayetlerle karışık biçimde anlatılır. Bazı tarihçiler ve nesep âlimleri Araplar’ı Yemenî ve Nizârî olarak iki ana gruba ayırmakta, karasal iklime sahip bölgelerde yaşayan ve denizcilik konusunda bilgi sahibi olmayan kesimi Nizârîler’in oluşturduğunu söylemektedir (İbn Kuteybe, II, 640). Bir kısım âlimler de Araplar’ın Nizâr, Yemen ve Kudâa olmak üzere üç ana koldan geldiğini ileri sürer (İbn Abdülber en-Nemerî, s. 36).

Nizâr, Adnân ve Kahtân’dan sonra dört ana koldan Mudar ile Rebîa’nın (diğer ikisi Kudâa, Yemen) atasıdır. Bu bakımdan Adnânî kabilelerin çoğunun birleştiği Nizâr adı, Güney Arapları’nı temsil eden Kahtân’ın karşılığı Kuzey Arapları’nın atası olarak kullanılmasıyla tanınmıştır. G. Levi Della Vida, Nizâr’ın kişiliğine ve ona izâfe edilen kabilenin varlığına dair rivayetleri şüpheyle karşılamakta, Nizâr’ın gerçekte mevcut olmayıp Emevîler döneminde Kahtânîler’le Adnânîler arasındaki mücadele sırasında ortaya çıktığını söylemekte ve onu Mead gibi farklı kökenden gelen birtakım kabileler topluluğu şeklinde görmenin doğru olmadığını ileri sürmektedir (İA, IX, 333-334). Halbuki Câhiliye şiirinde Kuzey Arapları için Adnân’dan çok Nizâr’ın ve çocuklarının adlarına rastlanmakta, babası Mead’ın adı ise daha sık geçmektedir. Bundan dolayı Adnân adının İslâm’ın hemen öncesinde duyulmaya başlandığı tahmin edilmektedir (Cevâd Ali, I, 381). Câhiliye devrine ait bilgilerde ve özellikle şiirlerde Adnân ve Kahtân’dan daha çok onların soyundan gelen kabile adlarının öne çıktığı görülür. Câhiliye dönemi kaynaklarından anlaşıldığına göre Nizâr’ın babasına nisbetle Meaddîler adı da yaygındı ve sayı, nitelik ve şeref bakımından Mead’dan sonra gelen Nizâroğulları için Nizâriyye ismi de kullanılıyordu (İbn Abdürabbih, II, 66; Cevâd Ali, I, 395).

Nizâr adına ilk defa İmruülkays b. Amr’ın (ö. 328) Nabatîce yazılmış mezar taşında rastlanır. Diğer bütün Arap kabileleri gibi onun da İmruülkays’ın hâkimiyeti altında bulunduğunun kaydedildiği bu kitâbeden milâdî IV. yüzyılda Nizâr’ın Mead’ın bir alt kolu olarak ayrıca zikredildiği anlaşılmaktadır (kitâbenin metni için bk. Cevâd Ali, III, 191-192). Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in sikāye görevini üstlenirken Nizâr’ın bayrağını da devralması” (Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, s. 219) İslâm öncesinde Nizâr kabilesinin varlığına ve bilindiğine delildir. Ayrıca Câhiliye devrinde Nizâroğulları, Benî Müdlic ve Benî Leheb ile birlikte firâse ve kıyâfe konusunda ünlü uzman kişileriyle tanınıyordu (DİA, XIII, 116). İbnü’l-Kelbî, Hz. İbrâhim’in getirdiği hac ibadetini ilk ihlâl eden kabileler arasında Nizâr’ı da sayar (Putlar Kitabı, s. 27). Ayrıca Resûl-i Ekrem’in kendi nesep zincirinde Nizâr b. Mead’ı da sayması, bu adın siyasî bir mülâhazayla ortaya çıkmadığını ve tarihî bir gerçek olduğunu göstermektedir.


Sa‘d b. Ebû Vakkās Kûfe’yi kurarken Nizârî kabilelerini şehrin merkez camisinin batı tarafına yerleştirmişti. İlk zamanlarda Yemen kabilelerinin ağırlıkta olduğu Kûfe’deki Kuzey Arapları’nın yaşadığı mahallelerin tamamı Nizâr adıyla biliniyordu ve Abbâsîler döneminde de Kuzey Arapları bu adla anılıyordu. İbn Abdülber en-Nemerî de bütün Adnânîler’in Benî Nizâr adıyla anıldığını kaydeder (el-İnbâh, s. 36).

İslâmiyet’in kabile asabiyetini yasaklamasına rağmen erken çağlardan itibaren görülen Kahtânî-Adnânî mücadelesine İslâm sonrasında da rastlanmaktadır. Emevîler devrinde Kuzey ve Güney Arapları arasında meydana gelen ve Mercirâhit savaşının ardından gittikçe yoğunlaşan çatışmalarda Adnân adı nâdiren duyulurken Nizâr Yemen, Ezd ve Kahtân adlarının mukabili olarak kullanılmakta, Kays’a karşı da Nizâr ve onun yanında Mead ve Mudar’ın kullanıldığı görülmektedir. İki grup arasında meydana gelen bu mücadeleler neticesinde Emevîler’e ve Abbâsîler’e yönelik çok sayıda ayaklanma olmuş, çeşitli dinî ve siyasî karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Nizâr b. Mead’dan başka bu adı taşıyan iki kabile daha vardır; bunlar Kahtânîler’in kolu Nizâr b. Enmâr ile Kureyş’in kolu Nizâr b. Muays’tır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Kelbî, Putlar Kitabı: Kitâb al-Asnâm (trc. Beyza Düşüngen), Ankara 1969, s. 27; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1987, I, 15, 89-91; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 46-49; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 132; İbn Kuteybe, el-MeǾâni’l-kebîr fî ebyâti’l-meǾânî, Haydarâbâd 1368/1949, I, 353; II, 640, 855; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 395-396, 649; a.mlf., Ensâb (Zekkâr), I, 28, 35-36; Ya‘kūbî, Târîħ, I, 223-224; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 560; II, 268-270; V, 546, 548; VII, 100, 235-236, 285, 303; VIII, 251; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî), Beyrut 1987, II, 66; VI, 179; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), II, 113-114; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, XIII, 86-88; İbn Abdülber en-Nemerî, el-İnbâh Ǿalâ ķabâǿili’r-ruvât (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Beyrut 1405/1985, s. 30, 36-38; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, I, 105; II, 200; III, 123; IV, 491-492; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, II, 327-329; XVI, 9; İbn Haldûn, el-Ǿİber, II, 240, 298-300; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), I, 390-392; Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, Ĥüccetullāh Ǿale’l-Ǿâlemîn, Diyarbakır, ts. (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), s. 218-219; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, I, 327, 375, 381, 394-396, 496 vd.; III, 191-192; IV, 327; IX, 451; Kehhâle, MuǾcemü ķabâǿili’l-ǾArab, Beyrut 1402/1982, III, 1177-1178; İhsan en-Nâs, el-Ķabâǿilü’l-ǾArabiyye ensâbühâ ve aǾlâmühâ, Beyrut 1421/2000, I, 102-104; G. Levi Della Vida, “Nizâr”, İA, IX, 333-335; Süleyman Uludağ, “Firâset”, DİA, XIII, 116.

Mustafa Sabri Küçükaşcı