NÛN

(ن)

Arap alfabesinin yirmi beşinci harfi.

Türk alfabesinin on yedinci, ebced tertibinin ve Fenike alfabesinin on dördüncü harfi olup ebced hesabında sayı değeri 50’dir. Nûn Fenike, Ârâmî, İbrânî ve Arap dillerinde “balık” anlamına gelir, Yunanca’ya “nü” olarak geçmiştir. Ayrıca Arapça’da “hokka” ve “kılıç demiri” mânalarında kullanıldığı belirtilir. Eski Mısır’ın hiyeroglif alfabesindeki kuyruk tarafı kıvrılmış balık veya yılan resminden doğduğu kabul edilir. Sonraki alfabelerde çizgi haline dönüşen ve bazan çizgileri keskinleşen biçim yılan veya balığın kıvrımlarını simgeleyen bir görünüm kazanmıştır.

Kendi öz sesiyle okunan nûn dil ucunun, hizasında yer alan iki üst diş etinin iç kısmına dayanarak hava akışını kısmen kapatmasıyla telaffuz edilir. İhfâ ile okunan nûn sesinin çıktığı yer geniz boşluğudur (Sîbeveyhi, II, 452). İbn Sînâ nûn sesinin, diş etleri üzerine kapanarak hava akışını tıkayan ve onun geniz boşluğundan akıp bir inilti sesine dönüşmesini sağlayan dil ucu ile gerçekleştiğini belirtir (Roman, I, 263-264). Buna bağlı olarak şarkiyatçılar da “nûn”u kapantılı, dişsel, yumuşak titreşimli bir geniz ünsüzü olarak tanımlar (Cantineau, s. 38-40; Fleisch, I, 58, 84-85). Nûn, orta şiddette cehr ve beyniyye sıfatlarına sahip bir harf olduğundan telaffuz edilirken ses ne tam akar ne tam kapanır. Ayrıca gunne (geniz sesi) sıfatına da sahip olan “nûn”un mahreci geniz boşluğuna “mîm”in mahrecine göre daha yakın olduğundan gunnesi daha şiddetli olur. Şiddetli söylenişinde ortaya çıkan “bir şeyin içine nüfuz etme, bir şeyin içinden çıkma” anlamları ile nûn sesinin hafif ve iniltili telaffuzunun esin verdiği “incelik, şıklık, zayıflık” gibi mânaların Arap dilinde nûn ile başlayan ve biten birçok masdarın anlamında belirleyici rol oynadığı tesbit edilmiştir (Hasan Abbas, s. 160-169).

Özellikle Kur’an kıraatinde sâkin nûn ve onun hükmünde olan tenvinde bunları izleyen harflere göre bazı değişim ve dönüşümler olur. Bunları boğaz harfleri olan “ا، ح، خ، ع، غ، هـ” izlerse sâkin nûn ile tenvin gerçek sesleriyle telaffuz edilir (izhar). Bunları “ر، ل” harfleri izlerse sâkin nûn ile tenvin bu harflere katılarak söylenir (gunnesiz idgam): “min rabbihim” → “mirrabbihim” gibi. Bunları “م، ن، و، ي” harfleri izlerse sâkin nûn ile tenvin hafifçe uzatılan geniz sesi eşliğinde bu harflere katılarak söylenir (gunneli idgam). Sâkin nûn ile bu harfler aynı kelimede bulunursa idgam değil izhar geçerlidir: “dünyâ, ķınvân, şınvân, bünyân” gibi. Sâkin nûn ile tenvini “ب” harfi izlerse sâkin nûn ile tenvin hafifçe uzatılan geniz sesi eşliğinde “mîm”e dönüştürülerek söylenir (kalb, iklâb), “min ba‘di” → “mimba‘di” gibi. Bunları geri kalan harfler ( ت، ث، ج، د، ذ، ز، س، ش، ص، ض، ط، ظ، ف، ق، ك) izlerse sâkin nûn ile tenvin hafifçe uzatılan geniz sesi şeklinde telaffuz edilir (ihfâ).

Arap dilinde nûn harfi n→v, n→h, n→y’ye dönüşümleriyle eş sesli ve eş anlamlı kelimelerin oluşmasına imkân vermiştir: “Neşr→veşr” (yontmak, biçmek), “enveke→ehveke” (ahmak buldu), “renneħa→reyyeħa” (yumuşattı, yola getirdi) gibi (Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, II, 456-461). Aynı şekilde özellikle l→n, m→n, k→n, ǿ→n, b→n, d→n, Ǿ→n, r→n, z→n dönüşümlerinde de anılan türden birçok kelimenin varlığı tesbit edilmiştir, “rakş→nakş” (süslemek), “a‘ŧâ→antâ” (verdi), “hetele→hetene” (yağdı), “ġaym→ġayn” (bulut) gibi (a.g.e., I, II, tür.yer.).

Arap gramerinde tekit, nisve, ref‘, tesniye, cem‘-i müzekker, vikāye, ayrıca tenvin “nûn”ları vardır. Muzâri ve emir fiillerinin sonuna eklenerek onları pekiştiren tekit “nûn”u müşeddede ve muhaffefe olmak üzere iki çeşittir. Nisve “nûn”u mâzi, muzâri ve emir fiillerinin sonuna takılan dişil çoğul “nûn”u olup daima fâil ve merfû zamir konumunda bulunur (mahallî i‘rab). Ref‘ “nûn”u muzâride beş fiilin sonuna takılarak varlığı ref‘, yokluğu nasb veya cezm alâmeti olan “nûn”dur. Vikāye “nûn”u fiillerin ve “leyte, an, min, ledün, inne, keenne ...” gibi mebnî edatların sonuna birinci tekil şahıs zamiri olan “ي” bitiştiğinde, bu kelimelerin son hareke veya sükûnlarını kesreye dönüşmekten korumak için araya gelen “nûn”dur: “علَّمتني، إنّني، ليتني، لدنّي”gibi. Tenvin, Arap diline özgü bir nûn çeşidi olup isimlerle isim asıllı kelimelerin sonuna gelen ve çift hareke ile gösterilen sâkin nûn olup isimlik belirtisidir. Tenkîr, temkîn, mukābele, tenâsüb, hikâye, şâz, zarûret, ta‘viz ve terennüm tenvinleri gibi çeşitleri mevcuttur (Subhî Abdülhamîd M. Abdülkerîm, s. 35-73; Seyyid Rızk et-Tavîl, LIII/3 [1981], s. 536-547; el-MevsûǾatü’l-ǾArabiyye, VII, 63-64). Ayrıca nûn Arapça kelimelerin bünyesinde asıl harf olarak yer aldığı gibi “Ǿunşur, ķunbür” gibi kelimelerde zâit olarak da bulunur.

Kalem sûresinin başında yer alan nûn ya hurûf-ı mukattaadır veya özel isimdir (bk. HURÛF-ı MUKATTAA). Bu sûrenin bir diğer adı da Nûn sûresidir. Bazı müfessirler “nûn”a “balık” veya “hokka” mânası verirken (Kurtubî, XVIII, 223) Zemahşerî, Arap dilinde “nûn”un hokka anlamının bulunmadığını, İbn Atıyye el-Endelüsî ise Arap lehçelerinin birinde veya Arap ve Acem dillerinde ortak olarak “hokka” mânasında kullanılmış olabileceğini ileri sürmüştür (el-Keşşâf, IV, 140; Âlûsî, XXIX, 23).

Alemüddin es-Sehâvî, Muhammed b. Sâlim et-Tablâvî, Kāsım b. Abdullah el-Yemânî, Seyfeddin b. Abdullah el-Basîr, Zekeriyyâ el-Ensârî gibi müellifler tarafından


nûn ve tenvinin Arap dili ve kıraatle ilgili hükümlerine dair birçok eser ve risâle yazıldığı gibi günümüzde de Avad Mürsî Cevâhî (Žâhiretü’t-tenvîn fi’l-luġati’l-ǾArabiyye), Subhî Abdülhamîd M. Abdülkerîm (bk. bibl.) ve Mustafa Zeki et-Tûnî (bk. bibl.) tarafından bu tür risâlelerin telifi sürdürülmüştür. “Nûn”un tasavvufî ve hurûfî yorumuna dair Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Abdülkerîm el-Cîlî, İbrâhim b. Muhammed el-Kırîmî gibi âlimlerin risâleleri bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ǾAyn (nşr. Abdullah Dervîş), Bağdad 1967, s. 65; Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. H. Derenbourg), Paris 1889, II, 452-454; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Kahire 1388/1968, I, 208; XXIX, 14, 16; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379-80/ 1960-61, I-II, tür.yer.; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 140; Kurtubî, el-CâmiǾ, VI, 233; XVIII, 223-224; İbnü’l-Kāsıh, Nüzhetü’l-müşteġılîn fî aĥkâmi’n-nûni’s-sâkine ve’t-tenvîn (nşr. Sâlih Mehdî Abbas el-Hudayrî, Mecelletü Külliyeti’d-dirâsâti’l-İslâmiyye ve’l-ǾArabiyye içinde), Dübey 1423/2002, s. 259-285; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, XXIX, 23; J. Cantineau, Etudes de linguistique arabe, Paris 1960, s. 38-40; H. Fleisch, Traité de philologie arabe, Beyrouth 1961, I, 58, 84-85; A. Roman, Etude de la philologie de la koiné arabe, Aix-en-Provence-Marseille 1983, I, 263-264; Subhî Abdülhamîd M. Abdülkerîm, en-Nûn ve aĥvâlühâ fî luġati’l-ǾArab, Kahire 1406/ 1986, s. 7-10, 35-73, ayrıca bk. tür.yer.; Mustafa Zekî Hasan et-Tûnî, en-Nûn fi’l-luġati’l-ǾArabiyye (Ĥavliyyâtü Külliyyeti’l-âdâb içinde), XVII, Küveyt 1417/1996; Hasan Abbas, Ħaśâǿiśü’l-ĥurûfi’l-ǾArabiyye ve meǾânîhâ, Dımaşk 1998, s. 160-169; Seyyid Rızk et-Tavîl, “Nûnü’l-viķāye”, ME, LIII/3 (1981), s. 536-547; M. Abdullah Cebr, “en-Nûn beyne Ǿilmi’t-tecvîd ve Ǿilmi’t-teşkîli’s-śavtî (el-fûnûlûciyâ)”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, XXXVIII/1, Kahire 1990, s. 9-10; G. Ayoub, “La nominalité du nom ou la question du tanwīn”, Arabica, XXXVIII/2, Leiden 1991, s. 151-213; D. E. Kouloughli, “Sur le statut linguistique du tanwīn”, a.e., XLVIII/1 (2001), s. 50; J.-P. Guillaume, “Tanwīn”, EI² (İng.), X, 193; Mes‘ûd Bûbû, “et-Tenvîn”, el-MevsûǾatü’l-ǾArabiyye, Dımaşk 2003, VII, 63-64.

İsmail Durmuş - Soner Gündüzöz