NURBAHŞİYYE

(نوربخشيّه)

Kübreviyye’nin Seyyid Muhammed Nûrbahş’a (ö. 869/1464) nisbet edilen bir kolu.

Seyyid Muhammed Nurbahş 795’te (1393) İran’ın Kuhistan bölgesindeki Kāin kasabasında doğdu. Gençliğinde dinî ilimleri tahsil etmek için Herat’a gitti. Daha sonra Huttalân’a geçerek Kübrevî şeyhi Hâce İshak Huttalânî’ye intisap etti ve onun en seçkin müridlerinden biri oldu. Huttalânî’nin müridlerinden birinin rüyasında bir nurun Seyyid Muhammed’e indiğini ve ondan diğer müridlere yayıldığını gördüğü, bunun üzerine Huttalânî’nin ona “Nûrbahş” lakabını verdiği, Seyyid Muhammed bu rüyayı kendisinin mehdî olduğu şeklinde yorumladığı, şeyhinin de onun bu yorumunu desteklediği kaydedilmektedir. Bazı kaynaklara göre ise kendisini mehdî olduğuna inandıran kişi şeyhi Huttalânî’dir.

Huttalân Valisi Bayezid, 827’de (1424) isyan hazırlığı içinde oldukları gerekçesiyle Huttalânî ve Nurbahş üzerine bir baskın düzenledi. Huttalânî bu sırada öldürüldü, Nurbahş tutuklanarak Herat’a Timurlu Hükümdarı Şâhruh’un huzuruna götürüldü. Sorgulamadan sonra Şîraz’a sürgün edilen Nurbahş bir süre Bihbehân’da kaldı, ardından Şüşter, Basra, Hille ve Bağdat’a gitti. Daha sonra dolaştığı İran’ın batısındaki bazı Kürt kabileleri arasında mehdîliği ve halifeliği benimsendi. Adına para bastırılıp hutbe okunması üzerine Şâhruh tarafından tekrar tutuklandı. Hapisten kaçmayı başardıysa da yakalanarak Herat’a gönderildi. Herat’ta cami minberine çıkıp mehdîlik ve halifelik iddiasından vazgeçtiğini ilân etmeye mecbur tutuldu. 848’de (1444) ilmî konularda ders vermesi şartıyla serbest bırakıldı. Ardından yine kendisinden şüphe edildiği için Tebriz ve Şirvan’a, oradan da Gîlân’a gönderildi. Şâhruh’un ölümünden (850/1447) sonra serbest kaldı. Rey’e gidip hayatının son dönemini geçirdiği Sûlikān köyüne yerleşti. 14 Rebîülevvel 869’da (14 Kasım 1464) burada vefat etti. Ardında birçok mürid ve yirmi kadar eser bırakan Nûrbahş’ın mehdîliği konusunda müridleri arasında iki farklı yaklaşım oluşmuş, bazıları onun mehdîliğini mehdî kelimesinin sözlük anlamıyla (hidayet edici) sınırlarken bazıları, bunun mezhepler arasındaki farklılığın ortadan kaldırılması ve yeni bir İslâmî yorumun getirilmesinden ibaret olduğunu öne sürmüştür.

Seyyid Nûrbahş’ın mensuplarının birçoğu Safevîler döneminde Şiîliği benimsemiştir. Huttalânî’nin önde gelen müridlerinden Abdullah Berzişâbâdî, Nurbahş’ın mehdîliğini kabul etmemiş, Berzişâbâdî’nin takipçileriyle devam eden Kübreviyye koluna Zehebiyye (İğtişâşiyye) adı verilmiştir. Muhammed Nurbahş’ın Kahire’de Muhammed es-Semerkandî, Bağdat’ta Burhâneddin el-Bağdâdî adlı halifelerinin tekke kurduğu, ayrıca Hüsâmeddin Bitlisî’nin onun önde gelen müridlerinden olduğu bilinmektedir. Ancak tarikatın yayılmasını gerçekleştiren en önemli halifeleri oğlu Kāsım Feyzbahş ile Muhammed b. Yahyâ el-Lâhîcî’dir.

Muhammed b. Yahyâ el-Lâhîcî (ö. 912/ 1506) Şîraz’daki tekkesinde hem mürid yetiştirmiş, hem tasavvufî eserler kaleme almıştır. Eserlerinin en meşhuru Mefâtîĥu’l-iǾcâz fî şerĥi Gülşen-i Râz’dır. Vefatından sonra yerine oğlu Şeyhzâde Ahmed Lâhîcî (ö. 927/1520) geçmiştir. Muhammed Lâhîcî’nin silsilesi oğlunun yanı sıra bir diğer halifesi olan Şeyh Gıyâs Nurbahşî vasıtasıyla devam etmiş ve Hindistan’da bazı Çiştiyye şeyhlerince sürdürülmüştür.

Muhammed Nurbahş’ın oğlu Kāsım Feyzbahş babasının yerine geçip Rey bölgesinde tarikatı yaymaya devam etmiştir. Bir ara Hüseyin Baykara’nın daveti üzerine Herat’a gitmiş, Abdurrahman-ı Câmî gibi bu şehrin Sünnî âlim ve sûfîlerinin tepkisi üzerine oradan ayrılıp Rey bölgesine dönmek zorunda kalmış ve 919 (1513) yılında vefat etmiştir. Oğlu Şah Bahâeddin, muhtemelen tavırları Safevî yönetimini rahatsız ettiğinden babası henüz hayatta iken 915’te (1509) sorgulanıp öldürülmüştür. Kāsım Feyzbahş’ın yerine geçen torunu Şah Kıvâmüddin Hüseyin de 944’te (1537-38) Safevî hükümdarı Şah I. Tahmasb tarafından öldürülmüştür. Nurbahşiyye’nin bu silsilesi daha ziyade Kāsım Feyzbahş’ın Hüseyin Eberkūhî ve Şemseddin Irâkī adlı iki halifesi yoluyla devam etmiştir.

Nûrbahşiyye, Hüseyin Eberkūhî’den sonra sırasıyla Kemal Cüveynî, Muhammed Sebzevârî, Melik Ali Cüveynî ve Ali Südeyrî vasıtasıyla sürdürülmüştür. Muhammed Mü’min Sebzevârî’nin ardından Muhammed Takī Şâhî yoluyla devam eden Nurbahşî silsilesi Muhammed Hasan Kûzekünânî’den (ö. 1250/1834) sonra üçe ayrılmıştır. Rızâ Kulı Safâ ile (ö. 1291/1874) devam eden silsilenin son şeyhi Muhammed Hasan Meşkûr (ö. 1989), Muhammed Takīpuşt Meşhedî ile devam eden ikinci silsilenin son şeyhi Mihr Ali Şah’tır. Üçüncü silsile ise Abdülkādir Cehrûmî ile (ö. 1301/ 1884) sürmüştür.

Kāsım Feyzbahş’ın halifelerinden Şemseddin Irâkī (ö. 932/1526) Nûrbahşiyye’yi Keşmir’e taşımıştır. Irâkī’nin el-Fıķhü’l-aĥvaŧ adlı eserini Keşmir idarecisi Mirza Muhammed Haydar Duğlat Hindistan âlimlerine gönderip hakkında fetva istemiş, âlimler de bunun zındıklığa meyilli bâtıl bir kitap olduğunu bildirmiştir. Duğlat döneminde Keşmir’de rahat bir ortam bulamayan bazı Nûrbahşîler, Ladak ve Baltistan’a göç etmiş, Irâkī’nin oğlu Danyal Baltistan’dan getirilip idam edilmiştir. Bugün Pakistan’ın özellikle kuzey bölgelerinde ve bazı büyük şehirlerinde Nurbahşiyye mensuplarının bulunduğu bilinmektedir. Ancak bunlar tarikattan ziyade mezhep olarak algılanmaktadır. Şemseddin Irâkī’nin halifelerinden Kemâleddin Mahdûm


ile devam eden Nurbahşî silsilesi hâlâ varlığını sürdürmektedir. Bu kolun yakın tarihteki önemli şeyhlerinden biri de Avn Ali Şah’tır (ö. 1991).

Nurbahşîler ile Nakşibendîler genellikle birbirlerine mesafeli durmuştur. Bununla birlikte Nakşibendiyye’nin Urmevî kolu kısmen Nurbahşî izleri taşımaktadır. Bu kola mensup olan Mevlânâ İlyâs Bâdâmyârî, babası Îsâ Nurbahşî vasıtası ile Nurbahşiyye’ye intisap etmiş, sonraları Nakşibendiyye’den Sun‘ullah Kûzekünânî’nin halifesi Derviş Celâleddin Hüsrevşâhî’ye biat ederek Nakşibendî olmuş ve ondan icâzet almıştır. Nurbahşîlik bu Nakşibendî kolu için tarihî bir hâtıradan öteye geçmemiştir. Mahmud Urmevî’nin yeğeni ve müridi Açıkbaş Mahmud Efendi’nin Şerh-i Evrâd-ı Fethiyye ve Risâle-i Nûrbahşiyye adlı eserleri bu hâtıranın izlerini taşımaktadır. Bazı kaynaklarda Bursa’da medfun bulunan Emîr Sultan’ın da (ö. 833/1429 [?]) Nurbahşî olduğu öne sürülür. Emîr Sultan Seyyid Muhammed Nurbahş’tan yaklaşık otuz beş yıl önce vefat ettiğine göre bunun zayıf bir ihtimal olduğu söylenebilir. Ancak Emîr Sultan’ın silsilesinin, babası Seyyid Ali vasıtasıyla Nurbahş’ın mürşidi Hâce İshak Huttalânî’ye ulaştığı bilinmektedir. Babası Huttalânî’nin ölümünden sonra Nurbahş’a tâbi olmuş, Emîr Sultan da bu sebeple Nurbahşî olarak tanımlanmış olmalıdır.

Nurbahşiyye’de seyrü sülûkün en önemli unsurlarından biri Kübrevî şeyhi Seyyid Ali Hemedânî’nin derlediği Evrâdü’l-Fetĥiyye’nin okunmasıdır. Bu evrâdın ardından “lâ ilâhe illâ ente yâ hayyü yâ kayyûm”, “lâ ilâhe illallah” ve “Allah” diye zikredilir. İşrak namazından sonra 100 kere “Allāhüekber”, 100 kere de “Allāhümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed ve sellim” denir. Bunlar ikindi namazından sonra da tekrarlanır. Toplu halde yemek yenmişse yemeğin ardından “Allah” ve “elhamdülillâh” denir (Harîrîzâde, III, vr. 207b).

BİBLİYOGRAFYA:

Hândmîr, Ĥabîbü’s-siyer, IV, 611-612; Mirza Haydar Duglat, Târîħ-i Reşîdî (nşr. W. M. Thackston), Cambridge 1996, s. 368-370; Abdülvâsi‘ Nizâmî Bâharzî, Maķāmât-ı Câmî (nşr. Necîb Mâyil Herevî), Tahran 1371 hş., s. 188-196; Şüşterî, Mecâlisü’l-müǿminîn, Tahran 1354 hş., II, 143-156; Açıkbaş Mahmud Efendi, Risâle-i Nûrbahşiyye, Süleymaniye Ktp., Hasan Hayri - Abdullah Efendi, nr. 146, vr. 112b-117a; Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 204b-207b; Hüseyn-i Kerbelâî, Ravżâtü’l-cinân ve cennâtü’l-cenân (nşr. Ca‘fer Sultân Kurrâî), Tahran 1349 hş., II, 249-250; Ma‘sûm Ali Şah, Ŧarâǿiķ, II, 322; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Dünbâle-i Cüstücû der Taśavvuf-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 183-187; Abdul Majid Mattoo, “The Nurbakhshis of Kashmir”, Islam in India: Studies and Commentaries (ed. C. W. Troll), New Delhi 1985, II, 98-113; Shahzad Bashir, Messianic Hopes and Mystical Visions: The Nūrbakhshīya Between Medieval and Modern Islam, Columbia 2003; a.mlf., “After the Messiah: The Nūrbakhshiyyeh in Late Timurid and Early Safavid Times”, Society and Culture in the Early Modern Middle East (ed. A. J. Newman), Leiden 2003, s. 295-313; M. Molé, “Professions de Foi de Deux Kubrawis: Ali-i Hamadānī et Muhammad Nūrbaħš”, BEO, XVII (1961-62), s. 133-201; Muhammad Riaz, “Mir Sayyid Muhammad Nur Bukhsh”, JPHS, XVII (1969), s. 177-190; D. DeWeese, “The Eclipse of the Kubravīyah in Central Asia”, Ir.S, XXI/1-2 (1988), s. 59-62; A. Rieck, “The Nurbakhshis of Baltistan-Crisis and Revival of a Five Centuries Old Community”, WI, XXXV/2 (1995), s. 159-188; J. J. Elias, “A Second Ali: The Making of Sayyid Ali Hamadani in Popular Imigination”, MW, XC/3-4 (2000), s. 395-420; D. S. Margoliouth, “Nûrbahşiye”, İA, IX, 355-356; a.mlf., “Nûrbaħşiyye”, UDMİ, XXII, 491-493; Hamid Algar, “Nūrbaқћѕћiyya”, EI² (İng.), VIII, 134-136.

Necdet Tosun