NÜZÛL

(النزول)

İlâhî kitapların ve özellikle Kur’ân-ı Kerîm’in Allah katından indirilişini ifade eden terim.

Sözlükte “yukarıdan aşağıya inmek, gelmek, konaklamak” mânasında masdar ve “iniş” anlamında isim olan nüzûl kelimesi ilâhî kitapların, özellikle de Kur’an’ın Allah


katından gelişini ifade eder. Kur’an’da 261’i fiil kalıplarında olmak üzere yaklaşık 300 yerde geçen nüzûl kavramı ile su, rızık, Allah’ın ordusu, azap, şeytan, melek, huzur ve sükûn, rûhu’l-emîn vb.ne atıf yapılmış, bunların yanında Tevrat, İncil ve Kur’an’a, ayrıca Kur’an yerine kullanılan hak, zikir, nur, âyet ve sûre kelimelerine nisbet edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “nzl” md.). Tevrat ve İncil hakkındaki nüzûl kavramı “if‘âl” kalıbında iken Kur’an’la ilgili olanların çoğu yine aynı kalıpta olmakla birlikte “tef‘îl” sîgasında da gelmiştir. Bazı âlimlere göre inzâl ile tenzîl arasında mâna farkı yoktur (Lisânü’l-ǾArab, “nzl” md.). Ancak Bakara (2/185), Duhân (44/3) ve Kadr (97/1) sûrelerinde kelimenin if‘âl kalıbından kullanılmasından hareket eden Râgıb el-İsfahânî, Kur’an’ın dünya semasına bir defada indiğini söyler (el-Müfredât, “nzl” md.). İsfahânî’ye ve diğer bazı âlimlere göre inzâl kelimesi kapsamlı-umumi bir muhtevaya sahipken tenzil Kur’an’ın peyderpey inişini (tencîm) ifade eder. Bazı âyetlerde Kur’an’ın indirilmesi Cebrâil’e (Cibrîl, Rûhulkudüs, Rûhulemîn) nisbet edilmiştir (el-Bakara 2/97; en-Nahl 16/102; eş-Şuarâ 26/192-196).

Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlüyle ilgili olarak öne sürülen görüşlerden birine göre Kur’an vahyi Cebrâil’e ve dolayısıyla Hz. Peygamber’e intikal etmeden önce mahiyeti bilinmeyen levh-i mahfûzda yerini almış (el-Burûc 85/21-22), levh-i mahfûzdan ramazan ayında ve mübarek bir gecede (Kadir gecesi) toplu olarak indirilmiştir (inzâl). Buna işaret eden âyetler bulunmakla birlikte (el-Bakara 2/185; ed-Duhân 44/2-3; el-Kadr 97/1) indirilişin nereye yapıldığına dair Kur’ân-ı Kerîm’de herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Hadislerde bu yerin dünya seması ve “Beytülizze” olduğu ifade edilir (Hâkim, II, 222-223; ayrıca bk. Nesâî, X, 205, 341). Hadislerde başka vesilelerle de geçen dünya semasının bugünkü astronomi bilgilerine göre neye tekabül ettiği de bilinmemektedir. Hakîm et-Tirmizî, Kur’an’ın dünya semasındaki Beytülizze’ye gelmesini onun artık İslâm ümmetinin payı olarak dünya sınırına dahil olduğunu gösterdiğini söyler (Süyûtî, I, 132).

Cebrâil, dünya semasına toplu olarak inen Kur’an âyetlerini Allah’ın emriyle oradan peyderpey alıp Resûl-i Ekrem’e gelmiş ve okumuştur. Cebrâil’in Kur’an’ı mâna ve muhteva olarak mı yoksa hem lafız hem mâna ile mi naklettiği hususu onun ilâhî kelâm oluş vasfı açısından önem taşır. Mâtürîdî’nin bu hususa temas etmesi erken dönemlerden itibaren konuya dair bazı iddiaların ortaya atıldığını göstermektedir. Mâtürîdî, muhtemelen bazı felsefe mensuplarını da kastederek “Bâtıniyye” diye isimlendirdiği gruplara atıflarda bulunur ve onların konuyla ilgili kanaatlerini şöyle özetler: Kur’an, Hz. Peygamber’e şu anda okunan lafızlarla değil peygamberlere has ruhaniyete (nefs-i basîta) ilham edilen bir mâna ve muhteva olarak gelmiştir. Peygamber bu muhtevayı bilinen lafız ve ifadelerine büründürmüştür. Diğer ilâhî kitaplar da bunun gibidir. Mâtürîdî ise bu iddiayı reddetmiştir. Birçok âyette başta Resûlullah olmak üzere peygamberlere kitap indirildiği, onlara kitap, hüküm ve nübüvvet verildiği bildirilerek ilâhî kelâmın lafza büründürüldüğü açıklanmıştır. Ayrıca Kur’an hem lafız hem muhteva bakımından i‘câz niteliği taşır. Lafzının Hz. Peygamber’e ait olması halinde onun i‘câzının önemli bir yönü ortadan kalkar, dolayısıyla nübüvvetin ispatı mesnetsiz kalır. Ayrıca Resûl-i Ekrem’e hitap edilerek kötülüklerden sakınanları müjdelemesi ve diğerlerini uyarması için Kur’an’ın kendi diline (Arapça’ya) büründürüldüğü belirtilir (Meryem 19/97); yeni vahiylerin kendisine okunuşu sırasında okuma işi bitmeden acele ile okumaması uyarısında bulunulur ve Kur’an metninin Allah tarafından mutlaka hâfızasına nakşedilip muhtevasından haberdar edileceği ifade edilir (el-Kıyâme 75/16-19; krş. Tâhâ 20/114; Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân [nşr. Ahmet Vanlıoğlu], I, 185; II, 78, 346; ayrıca bk. HALKU’l-KUR’ÂN).

Kur’an’ın nüzûl şekli konusunda, onun Resûl-i Ekrem'e ilk defa Kadir gecesinde inmeye başladığı ve yirmi üç yıl içinde tamamlandığı yönündeki görüşün yanı sıra yirmi üç Kadir gecesinde indiği ve her Kadir gecesinde o yıl Hz. Peygamber’e bildirilecek olan âyet ve sûrelerin dünya semasına geldiği yönünde bir görüş de bulunmaktadır (Süyûtî, I, 131). Ancak bu görüşü teyit edecek naklî delil getirilmemiştir. Yaygın kanaate göre Kur’an’ın tamamı Kadir gecesinde dünya semasındaki Beytülizze’ye inmiş, buradan yirmi üç yıl içinde parça parça gönderilip nüzûlü tamamlanmıştır; hatta bu anlayış üzerinde icmâ vâki olduğu belirtilmiştir (Kurtubî, II, 297; Zerkeşî, I, 321; Süyûtî, I, 129, 131; Taşköprizâde, II, 389). Kur'an'ın diğer semavî kitaplarda olduğu gibi (en-Nisâ 4/136; farklı değerlendirmeler için bk. Süyûtî, I, 134-136) toplu halde değil parça parça gelmesinin hikmeti şöyle açıklanmıştır: “Biz onu senin zihnine ve anlayışına iyice yerleştirmek için parça parça indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk” (el-Furkān 25/ 32). İnkârcıların, “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” şeklindeki sorularına cevap olarak gelen bu ilâhî beyanda hitap sadece Hz. Peygamber’e yönelik ise de Mâtürîdî’nin belirttiği üzere (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân [nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî], III, 502) kendisini dinleyen herkesi kapsamaktadır. Nitekim diğer bir âyette, “Biz Kur’an’ı insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet, sûre sûre ayırdık ve onu peyderpey indirdik” buyrulmaktadır (el-İsrâ 17/106). Hz. Âişe, Kur’an’ın Resûlullah’a peyderpey gelmesinin insanların İslâm’a yavaş yavaş ısındırılması hikmetine bağlı olduğunu söyler. Böyle olmasaydı veya önce yasaklayıcı hükümler gelseydi insanların İslâmiyet’i benimsemesinde sıkıntılar yaşanırdı (Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 6; Nesâî, VIII, 245-246).

Tefsir ilmi açısından nüzûl terimiyle ilgili olan konulardan biri âyet veya sûrelerin iniş sebeplerinden bahseden ilim (bk. ESBÂB-ı NÜZÛL), bir diğeri de âyet ve sûrelerin iniş zamanı ve yeridir (Mekkî-Medenî). Bu konularda Bedreddin ez-Zerkeşî’nin el-Burhân’ı ve Celâleddin es-Süyûtî’nin el-İtķān’ı gibi eserlerde ayrıntılı bilgiler vardır. Nüzûl kelimesi ayrıca Hz. Îsâ’nın ölümü ve yeniden dünyaya gelmesi tartışmalarıyla bağlantılı olarak literatürde “nüzûlü Îsâ” başlığıyla ele alınır (bk. HATM-i NÜBÜVVET; ÎSÂ).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nzl” md.; Lisânü’l-ǾArab, “nzl” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “nzl” md.; Müsned, II, 264, 266; Buhârî, “Śalât”, 1, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 6, “Teheccüd”, 14, “DaǾavât”, 14, “Tevĥîd”, 35; Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 168-172; İbn Mâce, “İķāme”, 182; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 19; Tirmizî, “Śalât”, 211; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. Hasan Abdülmün‘im Şelebî), Beyrut 1421/2001, VIII, 245-246; X, 205, 341; Hâkim, el-Müstedrek, II, 222-223; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu), İstanbul 2005, I, 185; II, 78, 346; a.e. (nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî), Beyrut 1425/2004, III, 502-503; Fahreddin er-Râzî, Esâsü’t-taķdîs (nşr. Muhammed el-Arîbî), Beyrut 1993, s. 82-89; Kurtubî, el-CâmiǾ, II, 297; Zerkeşî, el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî v.dğr.), Beyrut 1415/1994, I, 321; Süyûtî, el-İtķān (Bugā), I, 129, 131, 132, 134-136; Taşköprizâde, Miftâĥu’s-saǾâde, II, 389-391; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 196, 909-910; Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, İstanbul, ts. (Kur’an Bilimleri Araştırma Vakfı), XXVI, 483-487.

Abdülhamit Birışık