OZAN

İrticâlen şiir söyleyebilen saz şairi, âşık.

Moğolca’dan geldiği anlaşılan ozan kelimesinin asıl anlamı “çok konuşan kimse” olup “saz şairi” mânasını sonradan kazanmıştır. Eski Türkiye Türkçesi metinlerinde kelime bu iki anlamda geçmektedir. Günümüz Türkçe’sinde “şair” yerine kullanılmaktaysa da yaygınlık kazanmamıştır. Dîvânü Lugāti’t-Türk’te “atını devamlı öne geçiren adam” anlamında ozıtgan kelimesi ve “çok ileri giden, başkalarını geçen” mânasında ozgan at tamlaması yer almaktadır. Buradan hareketle ozıtgan > ozgan > ozan şeklinde bir etimoloji de yapılmıştır. M. Fuad Köprülü, ozan kelimesinin İbn Mühennâ lugatında yer alan ozmak (önce gelmek, ileri geçmek) fiili, ozgan (koşuda birinci gelen köpek) ve ozuş (kurtuluş) kelimeleriyle ilgili olduğunu, Oğuz Türkçesi’nde “g” sesleri düştüğünden ozan kelimesinin oz+gan > oz+an şeklinde oluştuğunu ileri sürmüştür.

Ozanın Oğuz Türkleri arasında “saz şairi” anlamında kullanıldığı Dede Korkut Kitabı’nda geçen, “At ayağı külüg, ozan dili çevük olur” cümlesinden anlaşılmaktadır. Oğuz Türkleri’nde özel bir topluluk teşkil eden ozanlar ellerinde kopuzlarıyla gezerler, düğünlerde ve çeşitli ziyafetlerde eski Oğuz destanlarını ve Dede Korkut hikâyelerini anlatırlar, yeni olayları dile getiren destanlar söylerlerdi. Fuad Köprülü, ozanlık geleneğinin Selçuklular’dan Memlükler’e ve onlardan Osmanlılar’a geçtiğini belirtmektedir. Ayrıca zaman içerisinde kelimenin “ozanların çaldığı mûsiki aleti” anlamını da kazanmış olabileceğini söyleyerek bunu çalanlara “ozancı” denildiğini Hâmidî’nin Türkçe-Farsça divanındaki örneklerden hareketle ileri sürmektedir.

İrticâlen şiir söyleme kabiliyetine sahip, güzel sesli, halk geleneklerini iyi bilen ozanların toplum arasındaki yeri halkın yerleşik hayata geçmesiyle birlikte önemini kaybetmeye başlamış ve XV. yüzyıldan itibaren bunların yerini meddah ve âşıklar almıştır. XVI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da çoğalan, varlıklarını bugün de kısmen sürdüren âşıklar ozanlık geleneğinin devamı sayılabilir. Ozan kelimesinin yerini Anadolu’nun bazı yerlerinde ve Âzerî Türkleri arasında “âşık”, Türkmenler arasında ise “baksı / bahşı” almaya başladıktan sonra kelimenin “halk şairi” anlamı unutulmuş ve “geveze” anlamında alay yollu kullanılır olmuştur.

Anadolu’nun bazı yörelerinde secili sözlere, atasözlerine, tasarlanmadan söylenen koşma ve masallara “ozanlama” adının verilmesi ozan kelimesinin “çok konuşan” anlamını çağrıştırmaktadır. Zamanımızda Güney Anadolu’nun bazı yerlerinde ozan kelimesi “çingene, çalgıcı çingene” mânasında kullanılmaktadır. Öte yandan Anadolu’nun birçok yöresinde yerleşim birimlerine Ozan, Ozanca, Ozancılar şeklinde adlar verilmesi kelimenin Anadolu halkı tarafından benimsendiğini göstermektedir. Ozan kelimesi XVI. yüzyılda yaşadığı sanılan bir saz şairi tarafından mahlas olarak kullanılmış, bu şairin bilinen tek şiirini M. Fuad Köprülü Türk Saz Şairleri adlı eserinde yayımlamıştır. Son devrin büyük sûfîlerinden Kemâlî Efendi de hece vezniyle yazdığı bazı şiirlerinde “Ozan” mahlasını kullanmış ve Ozan’ı soy adı olarak almıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Kâşgarlı Mahmûd, Dîvânü Lugâti’t-Türk (haz. Seçkin Erdi - Serap Tuğba Yurtsever), İstanbul 2005, s. 367; Dîvânü Lûgati’t-Türk Dizini, Ankara 1972, s. 90; İbnü-Mühennâ Lûgati (haz. Abdullah Battal), İstanbul 1934, s. 54; Derleme Sözlüğü, Ankara 1977, IX, 3305; İlhan Ayverdi - Ahmet Topaloğlu, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2005, III, 2414; Dedem Korkudun Kitabı (haz. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1973, tür.yer.; Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I, s. 131-144; a.mlf., Türk Saz Şairleri, Ankara 1962, s. 9-49, 108; Saim Sakaoğlu, “Ozan, Âşık, Saz Şairi ve Halk Şairi Kavramları Üzerine”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara 1986, I, 247-251; Emir Kalkan, XX. Yüzyıl Türk Halk Şairleri, Ankara 1991, s. 19-26; Şükrü Elçin, Halk Edebiyatı Araştırmaları, Ankara 1997, I, 31-32; Nurettin Albayrak, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2004, s. 437-438; “Ozan”, TDEA, VII, 163-164.

Nurettin Albayrak