PAKİSTAN

(پاكستان)

Güney Asya’da bir İslâm ülkesi.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

II. TARİH

III. KÜLTÜR ve MEDENİYET

Güneyinde Uman denizi bulunan Pakistan güneydoğuda Hindistan, kuzeydoğuda Çin, kuzeyde Afganistan ve batıda İran ile komşudur. İdarî bakımından Belûcistan, Kuzeybatı Serhad, Pencap ve Sind eyaletleriyle Kabile toprakları ve Federal Başkent Bölgesi’ne ayrılır. Resmî adı Pakistan İslâm Cumhuriyeti, yüzölçümü -tartışmalı Cammû ve Keşmir bölgeleri dışında- 803.943 km², nüfusu 165.000.000 (2007 tah.), başşehri İslâmâbâd (529.000), diğer önemli şehirleri eski başşehir olan Karaçi (10.032.000), Lahor (5.452.000), Faysalâbâd (2.009.000), Ravalpindi (1.410.000), Mültan (1.197.000) ve Haydarâbâd’dır (1.167.000).

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

Pakistan etrafı dağlarla çevrili çukur bir çanak içinde yer alır. Bu çanağın kuzey kenarında uzanan Hindukuş, Karakorum ve Himalayalar’da yer yer 7000 metreyi geçen birçok doruk vardır (Godwin Austen: 8611 m.). Ülkenin batı bölümünde orta yükseklikte dağlar yayılış gösterir; burada Pakistan ile Afganistan arasında ulaşımı sağlayan ünlü Hayber Geçidi bulunur. Güneybatıdaki Belûcistan bölgesi çöl ve yarı çöl özelliğinde bir plato görünümündedir. Başşehir İslâmâbâd ile Uman denizi arasındaki ovalar ülke topraklarının yaklaşık üçte ikisini kaplar. Pakistan’ın en önemli tarım ve yerleşim bölgesi olan bu düzlük alanın kuzey kesiminde İndus ve dört kolunun içinden geçtiği Pencap ovası, onun aşağısında sulama çalışmalarından önce çöl yapısı gösteren Sind ovası, daha güneyde çorak ve ıssız bir kıyıda geniş bir delta ovası yer alır. Güneydoğuda Hindistan sınırı boyunca Tar çölü uzanır.

Ülkenin doğusu coğrafya literatüründe “Pencap tipi” adı verilen yazları yağışlı muson ikliminin, batısı kışları yağışlı karasal iklimin (veya bozulmuş Akdeniz iklimi) etkisi altındadır. Güney kesimindeki alçak düzlüklerde ise tropikal iklim görülür. Pakistan genelde kurak bir ülkedir. Yıldan yıla büyük değişiklikler gösteren yağış miktarı ovalarda 150 mm. dolayındayken dağlarda 1500 milimetreye kadar çıkar. Bu iklim şartlarına bağlı olarak bitki örtüsü çok fakirdir. Toprakların yalnızca % 4,6’sını kaplayan ormanlar kuzeydeki dağların yamaçlarında yer alır. İndus nehrinin batısında ise bozkırlar uzanır. Başlıca akarsu ülkenin can damarı olan İndus’tur. Ülkeyi boydan boya geçerek Uman denizine dökülen bu nehrin üzerinde sulama ve enerji amaçlı birçok baraj kurulmuştur, ayrıca nehirden ulaşım amacıyla da faydalanılır.

2003’te dünyanın altıncı kalabalık ülkesi olan Pakistan yüksek doğum oranı (% 2,08) sebebiyle son derece genç bir nüfus yapısına sahiptir ve bu şartlar altında insan sayısının yüksek oranlarda artarak 2025 yılında 300 milyona yaklaşacağı tahmin edilmektedir. Nüfusu teşkil eden değişik etnik unsurlar içinde en kalabalık olanlar Pencâbîler’dir (% 60); onlardan sonra Sindliler (% 11), Peştular (% 9), Urduca konuşan halklar (% 6,3), Jatlar (% 6) ve Belûcîler (% 2,6) gelir. Resmî dil Urduca olmakla birlikte İngilizce de yaygın biçimde konuşulur ve ikinci resmî dil kabul edilir. Nüfusun % 97’ye yakın bölümü müslümandır; hıristiyanlar ve Hindular küçük azınlıkları oluşturur. Kilometrekareye 191 kişinin düştüğü ülkede nüfus dağılımının sulamalı tarımla yakın ilişkisi vardır; en kalabalık kesimler sulak Pencap bölgesiyle Peşâver ve Ravalpindi çevreleridir. Kuzeydeki dağlık alanlarla Belûcistan ve doğudaki çöllük alanlar ise ülkenin en seyrek nüfuslu bölgeleridir.

Pakistan genelde bir tarım ülkesidir. Tarım alanlarının büyük bir bölümünü oluşturan İndus nehrinin suladığı ovalarda daha çok çeltik, pamuk ve buğday yetiştirilir; diğer önemli tarım ürünleri tütün, şeker kamışı, turunçgiller ve hurmadır. Ekonomide tarımdan sonra hayvancılık önemli yer tutar. Ancak kişi başına düşen hayvan sayısının yüksekliğine rağmen besicilik yöntemlerinin geriliği sebebiyle süt ve et üretimi düşüktür. Hayvancılık aynı zamanda geleneksel halı, kilim dokumacılığına ve deri sanayiine temel teşkil eder. Kıyı balıkçılığı oldukça gelişmiştir. Yer altı kaynakları zengin sayılır. Petrol ve kömür madenciliğinin önemsizliğine karşılık doğal gaz üretimi son yıllarda hızlı bir gelişme göstermiştir. Büyük bölümü Belûcistan-Pencap sınır bölgesinden elde edilen doğal gaz boru hatlarıyla sanayi merkezlerine taşınır. Ülke topraklarından ayrıca büyük çapta kireç taşı, kromit, alçı ve düşük nitelikli demir cevheri çıkarılır.

Sanayi gelişme aşamasındadır ve önemli ölçüde tarım ürünlerinin işlenmesine dayanır. Bunların başında, büyük şehirlerdeki modern fabrikaların yanı sıra küçük yerleşme merkezlerindeki tezgâhlarla da yürütülen dokumacılık ve şeker üretimi gelir (özellikle Peşâver bölgesinde). Son yıllarda ara ve yatırım mallarına da yönelen sanayi tesislerinin çoğu Karaçi Limanı ile Sind ve Pencap bölgelerindeki şehirlerde toplanmıştır. Daha çok Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, İngiltere, Almanya, Malezya ve Körfez ülkeleriyle yapılan dış ticarette en fazla pamuk, pirinç, tekstil ürünleri, halı, kilim, deri ve balık satılır; petrol, gıda ürünleri, gübre ve kimyasal maddelerle demir çelik, otomobil ve çeşitli makineler satın alınır. İhracattaki artışa rağmen dış ticaret bilançosu açık vermektedir (ihracat ithalâtın % 80 kadarını karşılar). Ancak yabancı ülkelerde çalışan işçilerin


gönderdikleri dövizler bu açığın kapatılmasına katkıda bulunmaktadır.

En gelişmiş ulaşım sektörü karayollarıdır. Karaçi’den çıkan ana karayolları ve demiryolları Lahor ve Ravalpindi üzerinden Peşâver’e ulaşır. 1978’de Pakistan’ın kuzeyini Çin’e bağlayan “dostluk otoyolu” açılmıştır. Ülke içi hava ulaşımı çok gelişmiş olup en işlek havaalanları Karaçi, Lahor, Ravalpindi ve Peşâver’dedir; Karaçi aynı zamanda başlıca liman şehridir. Ülke, Ekim 2005’te kuzey bölgelerini büyük oranda tahrip eden bir deprem felâketi yaşamış, 100.000’den fazla insan ölürken 3 milyon civarında kişi evsiz kalmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ahmet Ardel, Klimatoloji, İstanbul 1973, s. 355, 359; a.mlf., “Pâkistan”, İA, IX, 499-503; İbrahim Atalay, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, İzmir 1999, s. 179-182; Ramazan Özey, Dünya ve Ülkeler Coğrafyası, İstanbul 2000, s. 28; The World Almanac and Book of Facts 2004, New York 2004, s. 825; İbrahim Güner - Mustafa Ertürk, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, Ankara 2005, s. 238-241; Sarah Ansari, “Pākistān”, EI² (Fr.), VIII, 246-250; “Pakistan”, Gelişim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi, İstanbul 1981, VIII, 2137-2164; “Pakistan”, Bertelsmann: Bugünkü Dünyamız Atlas Ansiklopedi, Gütersloh 1993, III, 78-81.

İbrahim Güner




II. TARİH

Ülkenin 1947’den önceki tarihi genelde Hindistan ile ortaktır (bk. HİNDİSTAN). Bölgede bağımsız bir devletin kurulması XX. yüzyılın ilk yarısında yaşanan tarihî ve siyasî gelişmelerin sonucudur. Hindistan’ın tamamen sömürge haline getirilmesiyle neticelenen 1857 Büyük Hint Ayaklanması’ndan sonra İngilizler bu olaydan öncelikle müslümanları sorumlu tutmuşlardı. Böylece bir zamanlar hâkim bulundukları topraklarda bütün siyasal, kültürel ve ekonomik haklarını kaybeden müslümanlar belli bir içe kapanış döneminin ardından kendi durumları ve ülke meseleleriyle daha aktif biçimde ilgilenmek üzere siyasî faaliyetlere yöneldiler. Hindistan Kongre Partisi’ni (Indian National Congresse) bir Hindu partisi saydıkları için 1906’da Hindistan Müslümanları Birliği’ni (All India Muslim League) kurdular. I. Dünya Savaşı ve sonrasında İngiltere’nin kendilerine verdiği, Osmanlı Devleti’nin ve hilâfetin geleceğiyle ilgili taahhütleri yerine getirmemesi sebebiyle ülkede İngiliz sömürgeciliğine karşı tavır alan Hindular’la ortak hareket etmeye başladılar (bk. HİNDİSTAN HİLÂFET HAREKETİ). Ancak 1924’te hilâfetin ilgası üzerine bu birliktelik bozuldu. Buna karşılık bağımsızlık arayışları yoğunlaştı. 1928’de Hindistan Kongre Partisi’nin açıkladığı anayasa taslağı müslümanlarla Hindular arasında bağımsızlıkla ilgili derin görüş ayrılıklarını gündeme getirdi; bu sebeple müslümanlar da kendi taslaklarını hazırladılar. Müslümanların tezi Hindistan Kongre Partisi’nin teklif ettiği eşit haklara sahip Hindistan vatandaşlığı fikrinin Hindu çoğunluğun bulunduğu bir sistemde işlemesinin mümkün olamayacağı, bunun yerine nüfus yoğunluğuna dayalı özerk bölgelerin kurulması gerektiği şeklindeydi. Bu tartışmalar arasında 29 Aralık 1930’da Muhammed İkbal, Hindistan’ın kuzeybatısında ve doğusunda iki bölgeden oluşacak ayrı bir müslüman devleti fikrini ortaya attı. Mevlânâ Muhammed Ali, Muhammed Ali Cinnah gibi toplum önderleri de bu fikrin savunucuları arasında yer aldı. Baskı altında kalan İngiliz hükümeti Hindistan’ın geleceği konusunda taraflar arasında görüşmeler başlattıysa da bundan bir sonuç alınamadı. 1935’te çıkarılan Hindistan İdare Kanunu, İngilizler’in ülkeden ayrılmaya niyetli olmadıkları yönünde yorumlanınca hem Hindular’dan hem müslümanlardan tepkiler geldi. 1937’de yapılan seçimlerde Hindistan Müslümanları Birliği umduğunu bulamadı ve hükümeti Kongre Partisi kurdu. Bu arada giderek yoğunlaşan bağımsızlık talepleri aynı zamanda Hindu-müslüman toplumsal ilişkilerini de gerginleştirdi ve ülkenin pek çok yerinde çatışmalar baş gösterdi.

II. Dünya Savaşı’nda Hindistan’ın sağlayacağı katkılar karşılığında bağımsızlık isteyen Kongre Partisi’nin bu talebinin reddi üzerine istifa etmesiyle müslümanlar için yeni bir dönem başladı. 1940’ta Lahor’da yapılan Hindistan Müslümanları Birliği toplantısında ilk defa müstakil bir İslâm ülkesi olarak Pakistan adı ortaya atıldı ve müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgelerin bağımsız bir devlet çatısı altında birleştirilmesi fikri tartışıldı. Çavdherî Rahmet Ali gibi Cambridge’de öğrenim gören bir grup öğrencinin formülleştirdiği “temiz ülke” anlamına gelen “Pâkistan” ismi müstakbel ülkenin eyaletlerinin adları olacak Pencap, Afgan (Kuzeybatı Serhad eyaleti), Keşmir ve Sind kelimelerinin baş harfleriyle Belûcistan’ın son ekinden meydana getirilmişti. Kongre Partisi bu durumun ülkenin parçalanması anlamına geleceği görüşüyle uzun süre direndi. Ancak gerek yoğunlaşan toplumsal çatışmalar gerekse herhangi bir bölge halkının kendi isteği dışında bağımsız Hindistan’da yaşamaya zorlanamayacağı anlayışıyla nihayet razı oldu. 1945’te yapılan seçimlerde Hindistan Müslümanları Birliği’nin parlamentoda müslümanlara ayrılan 495 sandalyeden


467’sini kazanması bağımsız devlet fikrinin büyük bir çoğunlukla benimsenmiş olduğunu gösterdi. II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’de iktidara gelen İşçi Partisi kamuoyunun baskısı yüzünden Hindistan’dan çekilme sürecini başlattı. İngilizler’in üzerinde durduğu federal yapı çözümünün Hindular’ca ancak geçici bir süre için kabul edilebilir görülmesi, müslümanların Hindular’ın çoğunlukta bulunduğu bir ülkede gelecekleri hakkındaki endişelerini arttırdı ve kalıcı çözümün bağımsız devletler olduğu fikrinde ısrar edilmesine yol açtı. Bu arada şiddetini arttıran toplumsal çatışmalar ve katliamlar tarafları bu çözümün bir an evvel hayata geçirilmesi hususunda ikna etti. Genel Vali Lord Mountbatten 3 Haziran 1947’de İngiltere’nin çekilmesiyle Hindistan’ın doğusunu ve batısını içine alan iki bölgeli bir devlet (Doğu ve Batı Pakistan) halinde Pakistan Devleti’nin kurulmasını öngören planını açıkladı. Buna göre Sind, Belûcistan ve Kuzeybatı Serhad eyaleti tamamen, Bengal ve Pencap nüfus yoğunluğu esasına göre Pakistan’a katılıyordu. Bu plan Hindu ve müslümanlarca kabul edildi; 18 Temmuz 1947’de İngiliz Parlamentosu durumu onayladı ve plan 14 Ağustos 1947’de fiilen uygulamaya konuldu.

Bölünmenin ardından iki taraflı büyük bir göç hareketi başladı. Bu arada yoğun toplumsal çatışmalar ve katliamlar meydana geldi. Bu süreçte çoğunluğu müslüman olan 250.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Hindistan’da kalan müslümanların kitlesel akınıyla 10 milyon civarında göç alan Pakistan’ın bir devlet olarak durumu Hindistan’a göre daha ağırdı. Hindistan’ın ülkenin idarî geleneğiyle kurumlarını, maddî zenginliklerini ve kaynaklarını devralmasına mukabil her şeyi yeni baştan oluşturmak durumunda kalan Pakistan’ın aynı zamanda birbiriyle toprak bağı bulunmayan iki bölgeli bir yapıdan meydana gelmesi, milyonlarca göçmenin yol açtığı sıkıntılar, bölgesel, etnik ve kültürel farklılıkların ortaya çıkardığı zorluklar ve çatışmalar Pakistan’ı ilk günden bekleyen tehlikelerdi. Ayrılma planına göre ülkede bulunan sayıları 500 civarındaki nizamlık, nevvâblık, racalık, prenslik ve sultanlık gibi özerk yönetimler Hindistan ve Pakistan’dan diledikleriyle birleşmekte serbesttiler. Bunların büyük çoğunluğu Hindistan’da kalmayı tercih ederken Cûnâgerh Pakistan’ı seçmiş (fakat üç ay sonra Hint askerleri tarafından işgal edildi), Cammû-Keşmir ise Pakistan’la bir ön anlaşma yaparak kararını daha sonra vereceğini bildirmişti. Ancak Hindistan’ın 1948’de bu bölgeyi de işgali iki ülke arasında günümüze kadar süren Keşmir anlaşmazlığını ve savaşları başlattı. Birleşmiş Milletler’in müdahalesi sonucunda sağlanan ilk ateşkesin ardından Keşmir, Pakistan ile Hindistan arasında fiilen ikiye ayrıldı; fakat büyük kısmında Hindistan’in işgali sürdü. Pakistan tarafında kalan bölge ise Âzad Keşmir adıyla daha sonra idarî yapıya dahil edildi.

Bağımsız Pakistan’ın ilk genel valisi (devlet başkanı) sıfatıyla bütün gelişmelerde rol alan Muhammed Ali Cinnah’ın önderliğinde kurulan Pakistan’ın ilk başbakanlığına Liyâkat Ali Han getirildi (1947-1951). Yeni anayasa hazırlanıncaya kadar 1935 tarihli Hindistan İdare Kanunu’nun bazı değişikliklerle uygulamada kalması kararlaştırıldı ve federal bir yönetim biçimi benimsendi. Cinnah’ın 1948’de vefatının ardından ülkede siyasî istikrarsızlık ve karışıklıklar dönemi başladı. Başbakan Liyâkat Ali Han Ekim 1951’de bir suikast sonucu öldürüldü. Cinnah’tan sonra devlet başkanlığına seçilen Gulâm Muhammed Han, Bengalli Hoca Nâzımüddin’i başbakanlığa getirdiyse de Keşmir krizinin ardından yaşanan ve hazırlanacak anayasanın dinî karakteri üzerinde yoğunlaşan tartışmalar, Hoca Nâzımüddin’in başbakanlıktan alınarak yerine Muhammed Ali Bugra’nın görevlendirilmesine yol açtı. Bir müddet sonra devlet başkanının yetkilerini azaltmayı planlayan kurucu meclis Gulâm Muhammed Han tarafından dağıtılarak yeni bir kurucu meclis oluşturuldu. Fakat Gulâm Muhammed 1955’te yerini Tümgeneral İskender Mirza’ya bırakmak zorunda kaldı. İskender Mirza’nın başbakanlığa getirdiği Çavdheri Muhammed Ali döneminde Pakistan’ın bir İslâm cumhuriyeti olmasını öngören anayasa yürürlüğe konuldu (Şubat 1956). Buna göre devlet başkanının yetkileri azaltılıyor, Doğu ve Batı Pakistan’ın millî mecliste eşit sandalyeye sahip olacağı ve her ikisinin kendi hükümetlerinin bulunacağı bir yönetim modeli benimseniyordu. Eylül 1956’da Çavdheri Muhammed Ali başbakanlıktan çekildi ve yeni hükümeti kuran Hüseyin Şehid Sühreverdî zamanında Doğu Pakistan Meclisi özerklik kararı aldı. Yaşanan belirsizliklerin ardından İskender Mirza, Ekim 1958’de anayasayı yürürlükten kaldırıp meclisi ve siyasî partileri kapatarak sıkıyönetim ilân etti. Fakat başbakanlığa getirdiği General Eyyûb Han bir müddet sonra onu devirerek devlet başkanlığını da üstlendi. Eyyûb Han’ın on yıl kadar süren yönetimi sırasında temel özgürlükler ve siyasal faaliyetler kısıtlandı; pek çok makama askerî kişiler tayin edildi. Oluşan tepkiler ve Hindistan’a karşı girişilen başarısız bir savaşın ardından gelen baskılar sonucunda Eyyûb Han görevini Mart 1969’da Ağa Muhammed Yahyâ Han’a bırakmak durumunda kaldı. Aralık 1970’te yapılan seçimlerden güçlü çıkan Avamî Birlik Partisi ve Pakistan Halk Partisi’nin gerek Doğu Pakistan’ın özerkliği meselesini halletmekte, gerekse Meclis’in öngörülen sürede yeni bir anayasa hazırlamadaki başarısızlıkları üzerine Yahyâ Han Mart 1971’de meclisi süresiz kapattı. Bu arada Doğu Pakistan’da başlayan genel greve Batı Pakistan askerleri tarafından sert bir şekilde müdahale edilince iç savaş çıktı. Hindistan’ın da savaşa karışmasıyla Doğu Pakistan Aralık 1971’de


Bengladeş adıyla bağımsızlığını ilân etti. Bunun üzerine Yahyâ Han çekilmek zorunda kaldı (1972).

Yahyâ Han’ın yerine geçen Pakistan Halk Partisi Başkanı Zülfikar Ali Butto ilk defa ülkede sol politikaları gündeme getirdi; Nisan 1973’te kabul edilen yeni anayasa ile de başbakan olarak elinde geniş yetkiler topladı. Mart 1977’deki seçimlerde Butto başarılı olmasına rağmen, Millî Cephe adıyla birlikte hareket eden muhalefetin seçimlerde usulsüzlük yapıldığını öne sürmesinin ardından yaşanan karışıklıklar sırasında Genelkurmay Başkanı Muhammed Ziyâülhak idareye el koydu (Temmuz 1977). Butto’yu tutuklatan Ziyâülhak cumhurbaşkanlığını ilân etti ve yönetimin İslâmîleşmesi sürecini başlattı. Butto bir muhalif milletvekilini öldürtmek suçundan Nisan 1979’da idam edildi. Ziyâülhak ülkede siyasal faaliyetleri yasakladı ve seçimleri süresiz erteledi. Aynı dönemde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaliyle Pakistan Afgan direnişinin merkezi oldu ve birkaç milyon Afgan mülteciyi barındırdı; ayrıca bu süreçte hem Amerika Birleşik Devletleri hem de İslâm ülkelerinin geniş desteğini aldı. Ziyâülhakk’ın Aralık 1984’te halkoyuna sunduğu İslâmlaşma programı büyük çoğunlukla kabul edildi. Ertesi yıl sıkıyönetim kaldırıldı ve siyasî partiler faaliyetlerine başladı. Ziyâülhak Ağustos 1988’de şüpheli bir uçak kazasında öldü. Devlet başkanlığı görevini üstlenen Gulâm İshak Han’ın kurdurduğu geçici hükümet tarafından aynı yılın kasım ayında yapılan seçimlerden Zülfikar Ali Butto’nun kızı Benâzir Butto’nun başkanlığındaki Pakistan Halk Partisi en büyük parti olarak çıktı ve Butto bağımsız milletvekillerinin desteğiyle hükümeti kurdu; ancak Eylül 1990’da yolsuzluklara karıştığı gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Gulâm İshak Han tarafindan görevden alındı. 24 Ekim 1990’da gerçekleştirilen seçimlerden sonra kurulan Nevâz Şerif hükümeti 16 Temmuz 1993’te Cumhurbaşkanı Gulâm İshak Han ile birlikte istifa etti. 6 Ekim 1993’te yapılan erken genel seçimlerde yine Pakistan Halk Partisi birinci parti oldu ve Benâzir Butto bağımsızlarla iş birliği yaparak hükümeti devraldı. Cumhurbaşkanlığına ise önce geçici olarak Vesîm Seccâd, 14 Kasım 1993’te de Fâruk Ahmed Legārî seçildi. Fakat çok geçmeden Benâzir Butto yine yolsuzluklara karıştığı gerekçesiyle cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı. 3 Şubat 1997 tarihinde yapılan erken seçimleri Nevâz Şerîf’in liderliğindeki Pakistan Müslüman Birliği kazandı. Ekim 1999’da General Pervez Müşerref bir darbe ile yönetime el koydu, 2001’de de devlet başkanı Refik Tarar’ın istifasının ardından kendini devlet başkanı ilân etti. Daha sonra vatana ihanet ve yolsuzluklarla suçlanan Nevâz Şerîf, Suudi Arabistan’a sürgüne yollandı. Ekim 2002’de gerçekleştirilen genel seçimler sonucunda Pakistan Müslüman Birliği’nden Zaferullah Han Cemâlî başbakan oldu. Ancak Haziran 2004’te onun istifası üzerine yerini geçici olarak aynı partinin lideri Çavdheri Şücâat Hüseyin devraldı; ardından 27 Ağustos 2004’te millî meclis Şevket Aziz’i başbakanlığa getirdi.

BİBLİYOGRAFYA:

Khalid Bin Sayeed, Pakistan: The Formative Phase, Karachi 1960; Chaudri Khaliquzzaman, Pathway to Pakistan, London 1963; H. W. Hodson, Thae Great Divide, London 1969; Foundations of Pakistan: All-India Muslim League Documents (ed. Syed Sharifuddin Pirzada), Karachi 1969, I-II; M. A. Aziz, A History of Pakistan, Lahore 1979; Shan Muhammad, The Indian Muslims: A Documentary Records, New Delhi 1980; Quaid-i-Azam Mohammad Ali Jinnah Papers (ed. Zawwar Husain Zaidi), Islamabad 1993-2006, I-XII; Hamid Yusuf, Pakistan: A Study of Political Developments 1947-97, Lahore 1999; M. Rafique Afzal, Pakistan: History and Politics, 1947-1971, Oxford 2002; Mahmood Safdar, Pakistan: Political Roots and Development, 1947-1999, Karachi 2002; I. Talbot, Pakistan: A Modern History, London 2005; Pervez Musharraf, In the Line of Fire: A Memoir, New York 2006; Pakistan 2005 (ed. Ch. H. Kennedy - C. Botteron), Oxford 2006; Sarah Ansari, “Pākistān”, EI² (İng.), VIII, 241-244; Syed Sajjad Husain, “Bengladeş”, DİA, V, 445; Rekin Ertem, “Cinnah”, a.e., VIII, 16-18; Azmi Özcan, “Hindistan”, a.e., XVIII, 75-81; Saiyid Athar Abbas Rizvi, “Keşmir”, a.e., XXV, 326.

Azmi Özcan