PATRONA İSYANI

1730 yılında İstanbul’da meydana gelen ve III. Ahmed’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan ayaklanma.

Yeniçeri Ocağı’na mensup olan ve bir süre kalyonlarda levent olarak görev yaptığı için (BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 5071) “Patrona” lakabıyla anılan Halil’in adıyla tarihe geçen isyan kaynaklarda Patrona Halil ve kısaca Patrona İsyanı şeklinde zikredilir. Ayaklanma 1718 Pasarofça Antlaşması’na kadar uzanan bir dizi siyasal, ekonomik ve sosyal gelişmeye karşı bir tepkinin sonucudur. Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın, Avusturya karşısında uğranılan ağır yenilgiden sonra daha sadâretinden önce izlemeye başladığı barışçı politika yüzünden geleneksel savaş yanlısı Osmanlı ricâliyle ters düşmesi, Belgrad ve Tımışvar gibi önemli mevkilerin elden çıkması, sadrazam olduktan sonra hem savaş taraftarlarını memnun etmek hem kamuoyundaki olumsuzluğu gidermek için istemeyerek de olsa İran’a savaş açtırması ve bu mücadelede karşılaşılan başarısızlık toplumun çeşitli kesimlerinde büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmıştı. Öte yandan bir süredir devam etmekte olan savaşlar sonucu yaşanan malî sıkıntılar, daha önce savaş giderleri için konulup zamanla devamlı hale gelen imdâdiyye vergilerinin ağırlığı, devletin önemli gelirlerinden olan mukātaaların bir süreden beri kaydıhayat şartıyla verilmesi gibi uygulamalar özellikle üretici sınıfını zor durumda bırakmıştı. Başta III. Ahmed ve damadı İbrâhim Paşa olmak üzere devlet adamlarının israfa varan lüks harcamaları da halkın hoşnutsuzluğuna, devlet ricâline karşı kin ve düşmanlık duygularının oluşmasına yol açıyordu. XVII. yüzyıl boyunca büyük şehirlere göç hâlâ devam ediyor, bu da köylerin boşalmasına, dolayısıyla üretimin düşmesine ve gelirlerin azalmasına sebep oluyordu. Sahipsiz ve boş kalan kadroların devlet hazinesine alınması, bu kadroları kanuna aykırı olarak dolu imiş gibi kullanan askerî zümreler arasında derin bir hoşnutsuzluğa yol açmıştı. Esnaf loncalarının ağır vergi yükü ve bunların sayıca çoğalması da özellikle İstanbul esnafını rahatsız ediyordu. Taşrada da durum farksızdı. Gerek Anadolu’dan gerekse Rumeli’den pek çok gayri memnun İstanbul’a gelmiş ve ümitsiz bir bekleyiş içine girmişti.

Sonradan Lâle Devri diye adlandırılacak olan Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın sadâreti döneminde ilk Türk matbaasının açılması, bir tercüme komisyonunun oluşturularak Doğu ve Batı dillerinden çeviriler yapılması, kütüphaneler açılması, bir süredir ihmal edilen çiniciliğin tekrar ihyası, kâğıt ve kumaş imalâthanelerinin kurulması, bir itfaiye teşkilâtının oluşturulması gibi faaliyetler geniş halk kitlelerini ilgilendiren bir durum arzetmiyordu. Fransız mimarisi tarzında yalı, köşk ve konakların inşası ve buna bağlı olarak lüks, sefahat ve israfın artması gibi icraatlar İstanbul halkının daha çok dikkatini çekiyordu. Geleneksel gazâ ve cihad anlayışının yerini yavaş yavaş çırağan eğlenceleri ve helva sohbetleri şeklinde ortaya çıkan dünya sevgisi ve zevklerinin alması, ibadet ayı olan ramazanda bile eğlencelerin devam etmesi özellikle dinî çevrelerde tepkiyle karşılanıyordu. Bazı kadınların geleneksel kıyafete aykırı biçimde mesirelerdeki serbest tavırları ve eğlencelere katılmaları hep İbrâhim Paşa’nın eseri olarak gösteriliyor ve onun aleyhine kullanılıyordu.

Öte yandan Damad İbrâhim Paşa’nın rakiplerini uzaklaştırması, kendi akraba ve yakınlarını yüksek mevkilere getirmesi siyasî gerilimi giderek daha da arttırdı. Damatları Kaptanıderyâ Kaymakam Mustafa Paşa ile Sadâret Kethüdâsı Mehmed Paşa arasındaki geçimsizlik siyasî rekabeti hızlandırdı. Vezîriâzamın bu iki damadını birbirine dünür yapması da işe yaramadı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kızı tarafından torunu olan Mustafa Paşa’nın gözü sadrazamlık makamındaydı. İbrâhim Paşa ise küçük damadı Mehmed Paşa’yı tutuyordu. Sefer-i hümâyun kararının alınmasından sonra kaptanpaşalığa ilâveten İstanbul kaymakamlığına da getirilen Kaymakam Mustafa Paşa amacına ulaşmak için bu fırsatı kullanmaya karar verdi ve yaptığı bağışlarla taraftar toplamaya başladı. Esasen bunun için ortam hazırdı, İstanbul esnafı ile kapıkulu askeri âdeta yeni bir hadise çıkmasını bekliyordu. Mustafa Paşa isyanın hazırlığı işini daha önceden tanıdığı ve bir cinayetten dolayı idamdan kurtardığı, Arnavut asıllı olup o sırada Yeniçeri Ocağı’nın 17. Orta mensubu olan Hurpeşteli Patrona Halil’e verdi. Halil o zamana kadar bazı olaylara karışmış, Niş ve Vidin ayaklanmalarına katılmış, iki defa ölüm cezasından kurtulmuş, etkili konuşabilen bir kişiydi. İstanbul’a gelerek seyyar satıcılık ve hamamlarda tellâklık yapmıştı; halk arasında ise gaybı bilen bir kişi olarak tanınıyordu. Kaymakam Mustafa Paşa halkın desteğini sağlamak için Ayasofya vâizi İspirîzâde Ahmed Efendi’yi devreye soktu. Bu arada sebepsiz yere görevinden alınan ve sadrazamla özel bir meselesi olan (Mustafa Nûri Paşa, III, 30) İstanbul Kadısı Zülâlî Hasan Efendi de isyan komitesine katılmıştı. Patrona Halil ilmiye sınıfından bu iki önemli şahsiyet dışında güvendiği, Zağarcı Bölüğü’nden Rusçuklu manav Muslu Beşe ve Kahveci Emîr Ali ile birkaç kişiyi de yanına alarak gerçekleştirilecek harekâtın planını yaptı ve isyanda görev alacak elebaşıları belirledi. İsyancılara hamam tellâkları, softalar, sebzeci, kaldırımcı, tavukçu, süprüntücü, dilenci gibi ayak takımı katılmıştı.

Âsiler, 12 Rebîülevvel 1143’te (25 Eylül 1730) Beyazıt Camii’nin Kaşıkçılar’a açılan


kapısı önünde toplandılar ve üç koldan Kapalı Çarşı’ya girerek dükkânları kapattırıp esnafı bayrak altında toplamaya başladılar. “Şer‘ ile davamız vardır” diyerek ayaklanan, esnafın ve halkın katılımıyla kalabalıklaşan âsiler sipah ve bit (bat) pazarlarına da uğrayıp silâhlandılar ve Bahçekapı’dan Divanyolu güzergâhını izleyip Etmeydanı’na geldiler. Mustafa Paşa’dan aldıkları tâlimat gereği, önce isyana katılmakta tereddüt gösteren yeniçeriler Patrona Halil’in ikna gücü karşısında kışla kapılarını açarak âsilerle birleştiler. O sırada padişahla sadrazam Üsküdar’da Hatice Sultan’ın sarayında bulunuyordu. Bir grup âsi ateş kayıklarıyla Üsküdar’a geçip bazı kişileri öldürerek padişaha ve vezirine gözdağı vermişti. İstanbul’un güvenliğinden sorumlu Kaymakam Mustafa Paşa isyan başladığı sırada Çengelköy’deki yalısında idi. Kızının düğünü münasebetiyle İstanbul’a inen Sadâret Kethüdâsı Mehmed Paşa durumu kaymakam paşaya ve yeniçeri ağası Hasan Ağa’ya bildirdiği halde âsilere karşı hiçbir ciddi güvenlik tedbiri alınmadı. 300 kadar kolcu ile İstanbul’u dolaşan Hasan Ağa isyancıları teskin edememiş, bu arada yüksek rütbeli zâbitler ortadan kaybolmuştu. Yanındaki yeniçerilerin de âsilere katılması üzerine konağının yağmalanmasından korkan Hasan Ağa, Üsküdar’a geçerken Mustafa Paşa ikiyüzlü politikasını sürdürmeye devam ediyor, bir yandan âsi liderleriyle konağında görüşmeler yaparken öte yandan Sultan Ahmed’in yanında yer alıyor, vezîriâzamla Kethüdâ Mehmed Paşa ortadan kaldırılmadıkça isyanın önüne geçilemeyeceğini ima ediyordu. Gelişen olaylar karşısında Damad İbrâhim Paşa’nın kuvvet kullanılması teklifi, Rumeli Kazaskeri Paşmakçızâde Abdullah Efendi ve padişahın ablası Hatice Sultan tarafından kabul edilmedi. Hatice Sultan kardeşine böyle durumlarda vezirlerini bile feda edebileceğini söyledi. O gece devlet ricâliyle saraya dönen III. Ahmed’in ve vezirinin pasif tutumları ertesi cuma günü isyanın yayılmasını ve âsilerin şehre hâkim olmasını kolaylaştırdı. Bununla birlikte birkaç muhalif vezir ve âlim konağının yağmalanması dışında fazla bir taşkınlık ve kargaşa görülmedi. Ancak o gün acemi oğlanları ile Eski Odalar’daki yeniçerilerin iştirakiyle isyanın mahiyeti değişti ve askerî bir havaya büründü. Âsilere katılan bazı ulemâ ve özellikle bir süre önce İstanbul kadılığına tayin edilen müderris Deli İbrâhim Efendi âsilerin isteklerine uygun biçimde verdiği fetvalarla isyanı meşrû hale getirdi. İsyancıların sayısı yeni katılımlarla yaklaşık 4000 kişiye ulaştı.

Yeniçeri Ocağı kadrolarında değişiklik yapan Patrona Halil yeniçeri ağalığına Nişli Kel Mehmed Ağa’yı, sekbanbaşılığa Urlu Murtaza Ağa’yı, kul kethüdâlığına Beytülmâlci Mustafa Ağa’yı, cebecibaşılığa da bozahânelerde çöğür çalan İbâdî adlı birini getirdi. Bu arada kapıkulu süvari bölüklerinde de bazı değişiklikler yaptırdı. Saraydaki toplantıda Nevşehirli İbrâhim Paşa’nın güç kullanma teklifi bu defa da kabul görmedi. Olayların sorumlusu olarak damadı Kaymakam Mustafa Paşa’yı gösteren İbrâhim Paşa onun idamını istiyordu. Kaptanıderyâlıktan azledilen Mustafa Paşa’nın yerine padişahın damadı Abdi Paşa getirildi ve kendisinden Tersane kuvvetlerini âsilere karşı harekete geçirmesi istendi. Bu arada âsilerle uzlaşma arayışına giren III. Ahmed haseki ağayı yirmi beş kadar bostancı ile Etmeydanı’na gönderdi. Onun getirdiği habere göre âsiler başta sadrazam, şeyhülislâm ve Sadâret Kethüdâsı Mehmed Paşa olmak üzere otuz yedi kişinin kendilerine teslim edilmesini istiyordu. İstenenler arasında Kaymakam Mustafa Paşa’nın bulunmaması İbrâhim Paşa’nın şüphelerini arttırdı. Bazı kaynaklara göre Mustafa Paşa hapse atılmış ve az sonra da öldürülmüştü (Mikes, II, 44). Ancak diğer kaynaklarda âsilerin sonradan verdikleri listede adı bulunan Mustafa Paşa’nın listedekilerle birlikte idam edildiği bilgisi bulunmaktadır.

III. Ahmed sancak-ı şerifin çıkarılarak Ortakapı’ya dikilmesini ve herkesin bunun altında toplanmasını emrettiyse de bundan bir sonuç alınamadı; zira halk buna rağbet etmedi, gelmek isteyenler de âsilerce engellendi. Öte yandan Tersane’ye giden Kaptanıderyâ Abdi Paşa âsilerin burada da duruma hâkim olduklarını görünce onlara katılmak zorunda kaldı. Ayrıca bazı ilmiye mensupları isyancıların tarafını tutuyordu. Şaşkınlık içinde bulunan Damad İbrâhim Paşa’nın âsiler arasına nifak sokma çabası ve bazılarını bol paralarla serdengeçti yapma girişimi de işe yaramadı. Bu arada yıllardır şeyhülislâmlık mevkiini işgal eden Yenişehirli Abdullah Efendi vezîriâzama açıkça muhalefete başladı. Şeyhülislâmın fetvası ile zorbaların tepelenmesi kararlaştırıldıysa da bostancıların âsilere karşı silâh çekmek istememeleri karşısında ümitsizliğe düşen III. Ahmed âsilerin istediği ricâlden damadı İbrâhim Paşa’yı, Kaymakam Kaymak Mustafa Paşa’yı ve Kethüdâ Mehmed Paşa’yı 18 Rebîülevvel 1143 (1 Ekim 1730) gecesi idam edilmek üzere bostancıbaşıya teslim etti. Ulemâdan talep edilenler ise sürgüne gönderildi. Öküz arabalarıyla Bâb-ı Hümâyun önüne çıkartılan cesetler âsiler tarafından sürüklenip parçalanarak Etmeydanı’na götürüldü.

Ancak âsiler bu idamlar ve sürgünlerle yetinmedi. Bu defa canlarının güvenliği bakımından III. Ahmed’in hal‘ini istiyorlardı. Esasen daha isyandan birkaç gün önce şeyhülislâma ve Ayasofya vâizine gönderdikleri tezkirelerde ve Orta Cami’ye bıraktıkları kâğıtta, “Biz Mahmûdü’l-hısâl bir padişah isteriz” diyerek niyetlerini göstermişlerdi. İhtilâlin devamını sağlamak için cesedin sünnetsiz olduğunu belirterek İbrâhim Paşa’nın yerine Kürkçübaşı Manol’ün öldürüldüğünü öne sürdüler ve cesedi saraya iade ettiler. Halbuki olaydan sonra Boğdan’a kaçan Manol’ün yakalanıp tutuklanması emredilecektir. Sultan Ahmed durumu öğrenmek için Zülâlî Hasan, İspirîzâde Ahmed ve Kapıcıbaşı Derviş Mehmed’den oluşan bir heyeti Etmeydanı’na gönderdi. Fakat bu heyet âsileri teskin yerine padişahın tahttan indirilmesi şeklini görüşerek saraya döndü. Durumu önce buradaki ulemâya bildirip onların da onayını aldıktan sonra İspirîzâde Ahmed, III. Ahmed’in huzuruna çıkarak pervasız bir


şekilde saltanatının sona erdiğini söyledi. Bunun üzerine padişah, kendisine ve evlâtlarına dokunulmayacağına dair güvence alıp saltanattan feragat etti ve yeğeni Şehzade Mahmud’u kendi eliyle tahta oturtarak ona biat etti (2 Ekim 1730). Yeni padişah Alay Köşkü’nde huzuruna kabul ettiği Patrona Halil’e ihsanlarda bulundu.

Âsiler, önceleri hiçbir resmî görev ve unvan almadan hükümetin icraatını denetlemeyi denedi. Patrona Halil, I. Mahmud’dan halka yüklenen aşırı vergilerin ve mâlikâne usulünün kaldırılmasını istedi. Padişah tarafından kendisine 100.000 altın teklif edildiğinde ise İstanbul’un bütün servetinin kendisine ait olduğunu, makam ve paraya ihtiyacı bulunmadığını söyledi. Yeniçeri ağası Kel Mehmed Ağa, İstanbul’un güvenliğini ve halkın iâşe meselesini kısmen halletmişti. Ancak bir süre sonra Patrona Halil, devlet gelirlerini ve görev yerlerini kendi yandaşlarına verdirerek İbrâhim Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirilen III. Ahmed’in damadı Silâhdar Mehmed Paşa’yı makamında bıraktırdı, şeyhülislâmlığa Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi’yi, kazaskerliklere de Paşmakçızâde Abdullah ile Zülâlî Hasan efendileri tayin ettirdi. Boğdan voyvodalığına getirttiği Rum asıllı kasap yazıcısı Yanaki’den 500 altın almıştı (Jorga, IV, 340). Ayak takımının önde gelenlerine serdengeçti ağalıkları verdirdi. Suçlu gördüğü kişileri kurdurduğu mahkemede yargılatarak öldürttü. Birkaç hafta içinde 3000 keselik servetin sahibi olmuştu. Patrona Halil 400 kadar adamıyla önce Şehzadebaşı’ndaki Kurtoğlu’nun konağına, sonra da Defterdar İzzet Ali Bey’in (Paşa) konağına yerleşti. I. Mahmud daha ziyade taşraya yönelik fermanlar çıkarırken Vâlide Sâliha Sultan tarafından “ikinci oğlum” diye hitap edilen Patrona Halil, Etmeydanı’ndaki karargâhından İstanbul’un meseleleriyle ilgileniyordu. Ulemâ dahil şehirde herkes tedirgin durumdaydı. Günlerce İstanbul’da çarşı, pazar yağmaları, yalı ve konak baskınları sürdü. İstanbul kadısı Deli İbrâhim Efendi’nin teşvikiyle Sâdâbâd’daki 120’den fazla köşk ve kasrın yakılması söz konusu edildi. Fakat I. Mahmud’un çıkardığı fermanla buradaki köşklerin sahiplerince yıkılması emredilerek âsiler teskine çalışıldıysa da isyancılar daha önce davranıp köşkleri yıkmakla yetinmedi, buradaki ağaçları da kesti. Ancak âsi liderleri, daha sonra padişah tarafından cezalandırılma korkusuyla şeyhülislâma başvurarak pişmanlıklarını ifade ettiler. Kendilerine Etmeydanı’ndaki çadırlarını kaldırmaları ve bir daha taşkınlık yapmamaları şartıyla af sözü verildi, onlar da isyana katılanların cezalandırılmaması ve meydana gelecek herhangi bir harekâtta korunmaları şartıyla burayı boşalttılar. Sonunda bakkal ve fırıncılar hariç İstanbul esnafı iki haftadan beri kapalı tuttukları dükkânlarını açtılar ve hayat kısmen normale döndü. Bu arada âsi elebaşıları sadrazamlık, sadâret kaymakamlığı, kaptanıderyâlık gibi önemli makamlara talip oldular. Ancak Patrona Halil için istedikleri kaptanıderyâlığa bir başkasının tayiniyle ümitleri kırıldı. Bununla birlikte Sadrazam Silâhdar Mehmed Paşa’nın muhalefetine rağmen Kırım Hanı Kaplan Giray’ın aracılığıyla Muslu Beşe kul kethüdâlığına getirildi. Ardından elebaşılar yeniçeri ağası Kel Mehmed Ağa’nın sadrazamlığa, Patrona Halil’in sadâret kaymakamlığına getirilmesini istediler. Yandaşları Zülâlî Hasan ve İbrâhim efendilerle beraber idareyi ele alacaklarını düşünüyorlardı. Bu arada on binlerce işsiz güçsüzün başta Yeniçeri Ocağı olmak üzere kapıkulu ocaklarına kayıtlarının yapılması özellikle yeniçeri zâbitleri arasında tepkiye yol açıyordu. Bu durum âsilerin asker arasında da güvenilirliklerini kaybetmelerini sağladı. 5 Kasım günü bir serdengeçtinin bir yeniçeriyi öldürmesi ortamı daha da gerginleştirdi. Ulemâ ve halk zorbaların aleyhine döndü. Patrona Halil ise bunlara karşı emrinde 12.000 Arnavut olduğu tehdidinde bulunuyordu.

Sonunda âsilerin ortadan kaldırılmasına yönelik saray içinde ve dışında iki grup teşkil edildi. İçerideki grubun başında Hacı Beşir Ağa, dışarıdakinin başında o sırada İstanbul’da olan Kırım hanlarından I. Kaplan Giray vardı. Kaplan Giray, 17. Orta’nın çorbacısı olup devlete sadakatinden dolayı isyan sırasında gizlenen Pehlivan Halil Ağa’yı da yanına almıştı. Daha sonra bu gruplar birleşti ve Kaptanıderyâ Canım Hoca Mehmed Paşa’nın idaresine verildi. Sert icraatlarıyla tanınan Kabakulak İbrâhim Ağa saraya rahat girip çıkması için kapıcılar kethüdâlığına getirildi. Ekibe Muhsinzâde Abdullah Efendi de dahil edildi. Bu arada âsilere muhalif yeniçeri zâbitlerine 5000 altını bulan bahşişler dağıtıldı. Zorba elebaşıları ise başlarına gelecekleri tahmin ettiklerinden İstanbul’dan ayrılmanın yollarını aramaya başladılar; bu sebeple yeni bir seferin başlatılmasını arzu ediyorlardı. 23 Kasım günü sefer meselesinin görüşülmesi için vezîriâzamın konağında bir toplantı yapıldı. Burada kesin bir sonuç alınamayınca Patrona Halil daha az katılımlı bir toplantı yapılmasını teklif etti. O sırada Zülâlî Hasan Efendi, Kaplan Giray’a isyancıların sadrazamı, şeyhülislâmı ve Dârüssaâde ağasını istemediklerinden yeni bir fitnenin çıkabileceği tehdidinde bulunmuştu. Kaplan Giray, Patrona Halil’i kabul ederek yeni bir toplantının yapılacağını, bunun bizzat padişahın huzurunda olabileceğini bildirerek kendisini ve adamlarını saraya çağırdı. 25 Kasım günü sarayda Sünnet Odası’nda yapılan ikinci toplantı için hükümet gerekli tedbirleri almıştı. Bu toplantıya Patrona Halil, Muslu Beşe, Kel Mehmed Ağa, Urlu Murtaza Ağa, Zülâlî Hasan Efendi, İstanbul Kadısı İbrâhim Efendi gibi ihtilâlin elebaşıları katıldı. Yanlarında bulunan yirmi beş - otuz kişilik muhafız grubu sarayın birinci avlusunda alıkonuldu. İkinci avluda da on kişi alıkonulup üçüncü kapıdan sadece beş altı kişi içeriye alındı. Sünnet Odası’ndaki toplantıda Patrona Halil’e Rumeli, Muslu Beşe’ye Anadolu beylerbeyiliği, Kel Mehmed Ağa’ya da vezirlik verilerek İran seferine hazırlanmaları emredildi. Âsi elebaşılarına hil‘atleri giydirileceği sırada önceden Sünnet Odası’nın yüklük ve dolapları ile Revan Köşkü’ne saklanmış olan Pehlivan Halil Ağa idaresindeki otuz iki silâhlı adam Sadrazam Silâhdar Mehmed Paşa’nın işaretiyle ortaya çıktı. Pehlivan Ağa, Patrona Halil’i öldürürken Canım Hoca Kel Mehmed’i öldürdü, bu arada Muslu Beşe de katledildi, öteki


zorbalar ise teslim olmak zorunda kaldılar. Ardından ikinci avludakiler katledildi. Gelişmelerden haberdar olan birinci avludakiler kaçtı. Anadolu’ya kaçanların cezalandırılması için fermanlar çıkarıldı (Destârî Sâlih Tarihi, s. 32). Âsi ileri gelenlerinin öldürülmesiyle şehirde kısmen sükûnet sağlandıysa da kargaşa bir müddet daha devam etti. Âsilerin kanını dava eden bir grup Ağakapısı’nı bastı, evleri, çarşı ve pazarları yağmaladı. Yeni sadrazam Kabakulak İbrâhim Paşa’nın emriyle sancak-ı şerif çıkarılarak halkın sancak altında toplanması istendi. Önceki isyandan büyük zarar gören halkın, ellerinde baltalar ve odunlarla toplanıp Divanyolu’ndan Beyazıt’a doğru yürümesi üzerine Etmeydanı’ndaki âsiler kaçtı. Böylece ikinci isyanın da bastırılmasından sonra ayaklanmaya sebep olan çoğu Arnavut asıllı âsiler cezalandırıldı, ocaklardaki destekçileri de ihraç edildi.

BİBLİYOGRAFYA:

Destârî Sâlih Tarihi: Patrona Halil Ayaklanması Hakkında Bir Kaynak (nşr. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1962; 1730 Patrona İhtilâli Hakkında Bir Eser: Abdi Tarihi (nşr. Faik Reşit Unat), Ankara 1943; Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Askeri Vaziyeti, s. 295-359; K. Mikes, Türkiye Mektupları (trc. Sadettin Karatay), Ankara 1945, II, 44; Çelebizâde Âsım, Târih, İstanbul 1282, s. 611, 615 vd., ayrıca bk. tür.yer.; Subhî, Târih, vr. 6a-11b, 16a-23a, 25a vd.; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 6-20; Ferâizîzâde Mehmed Said, Gülşen-i Maârif, İstanbul 1252, II, 1248-1261; Hammer, HEO, XIV, 219-249; Mustafa Nûri Paşa, Netâyicü’l-vukūât (nşr. Mehmed Gālib Bey), İstanbul 1327, III, 30-32; Danişmend, Kronoloji, IV, 17-21; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, s. 199-218; Münir Aktepe, Patrona İsyanı 1730, İstanbul 1958; Reşat Ekrem Koçu, Patrona Halil, İstanbul 1967; Ahmed Refik Altınay, Lâle Devri, İstanbul 1973, tür.yer.; a.mlf., Onikinci Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı (1689-1785), İstanbul 1988, s. 109-112, 123-125; a.mlf., “Patrona Halil”, Şehbâl, IV/73, İstanbul 1329, s. 4-6; Necati Kotan, Patrona Halil ve İsyanı, Adana 1973; Songül Çolak, “Patrona Halil Ayaklanmasını Hazırlayan Şartlar ve İsyanın Payitahttaki Etkileri”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 525-529; N. Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (trc. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005, IV, 337-340; Bekir Sıtkı Baykal, “Patrona Halil Ayaklanması ile İlgili Kaynaklar Hakkında”, TTK Bildiriler, IV (1952), s. 177-182; R. W. Olson, “The Esnaf and the Patrona Halil Rebellion of 1730: A Realignment in Ottoman Politics”, JESHO, XVII (1974), s. 329-344; A. Matkovski, “l’Insurrection de Patrona Halil à Istanbul 28 September 1730 et sa repercussion en Macedonie”, Balcanica, sy. 13-14, Belgrad 1982-83, s. 105-115; İsmet Parmaksızoğlu, “Patrona İhtilâli”, TA, XXVI, 438-441; A. H. de Groot, “Patrona Khalīl”, EI² (Fr.), VIII, 296.

Abdülkadir Özcan