RÂFİZÎLER

(الروافض)

Başlangıçta Zeyd b. Ali’den ayrılan ilk İmâmîler’e, daha sonra bütün Şiî fırkaları ile Şiî unsurları taşıyan bazı bâtınî gruplarına verilen isim.

Sözlükte “terketmek, bırakmak, ayrılmak” anlamındaki rafz kökünden türeyen râfıza “bir fikir veya bir gruptan ayrılan kişi yahut topluluk” demektir. Çoğulu revâfız olmakla birlikte râfiza bazan “topluluk” mânasında da kullanılır (Lisânü’l-ǾArab, “rfż” md., Kāmus Tercümesi, II, 1260). Terim olarak Zeyd b. Ali’nin Emevîler’e karşı başlattığı isyan esnasında Hz. Ebû Bekir ve Ömer’i meşrû halife kabul ettiği gerekçesiyle kendisini terkeden ilk İmâmîler’i, ardından ilk üç halifenin hilâfetini reddettikleri için bütün Şiî grupları, daha sonra da Şiî unsurları taşıyan bazı bâtınî grupları ifade eder.

Râfizîler’in ortaya çıkışı hakkında farklı görüşler bulunmakla birlikte bilindiği kadarıyla erken devir Şiî fırkalarıyla ilgili ilk kullanılışı Muhammed el-Bâkır’ın 114 (733 [?]) yılında ölümünden sonraki devreye rastlar. Onun ikiye ayrılan mensuplarından bir kısmı, Hasan b. Ali neslinden gelen Muhammed b. Abdullah en-Nefsüzzekiyye’nin imâmetini ve mehdî olarak zuhur edeceğini iddia etmiş, diğerleri imâmetin Ca‘fer es-Sâdık’a intikal ettiğini ileri sürerek ona tâbi olmuştur. İlk iddiayı ileri sürenler arasında bulunan ve bu düşünceyi çevresinde yaymaya çalışan Mugīre b. Saîd el-İclî diğer grup tarafından lânetlenerek dışlanmış, Mugīre de bunları “terkedenler” anlamında Râfıza diye isimlendirmiştir (Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, s. 76-77; Nevbahtî, s. 54). Bunun dışında Râfıza ismiyle ilgili haberler Muhammed el-Bâkır’ın ölümünden yedi sekiz yıl sonraki döneme aittir. Onun kardeşi Zeyd b. Ali 122 (740) yılında Emevîler’e karşı ayaklanmış ve başlangıçta Kûfeliler’den destek almıştı. Ancak Kûfeliler, Zeyd’in meşrû halife olarak kabul ettiği Ebû Bekir ve Ömer’le ilgili düşüncelerinden vazgeçmesini, onların Hz. Peygamber’den sonra hilâfeti gasbettiklerini açıkça ilân etmesini, bu takdirde kendisiyle beraber mücadele edeceklerini söylemiş, Zeyd bu şartları kabul etmeyince onu terketmiştir. Bunun üzerine Zeyd onlara “rafaztümûnî” (Düşman karşısında beni yalnız bıraktınız) diye sitem etmiş, böylece söz konusu grup Râfıza şeklinde anılmıştır (Eş‘arî, s. 65). Ca‘fer es-Sâdık’a bağlanıp İmâmiyye adıyla anılan bu zümre, Zeyd taraftarlarınca “Zeyd’i terkedenler” anlamında ve küçültücü bir niteleme olarak Râfıza diye adlandırılmıştır. İmâmiyye Şîası’nın gelişmesi ve imam sayısını on iki olarak belirleyen İsnâaşeriyye’nin ortaya çıkıp zamanla İmâmiyye’yi ve bazan Şîa’yı temsil etmesi üzerine aynı niteleme İsnâaşeriyye, bazan da bütün Şîa’yı kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Meselâ Eş‘arî bu terimle İmâmiyye’yi kastederken (Maķālât, s. 16) Bağdâdî, Râfıza’nın Hz. Ali’den sonra Zeydiyye, İmâmiyye, Keysâniyye ve Gāliyye’ye ayrıldığını belirterek bu ismi Şîa ile eş anlamlı olarak kullanmıştır (el-Farķ, s. 21; krş. Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, s. 28, 29). İmâmiyye Şîası’nda imâmet nazariyesinin kurulması, Hz. Ali’nin Resûl-i Ekrem’den sonra ilk imam kabul edilmesi, dolayısıyla ilk üç halifenin hilâfetlerinin reddedilmesi sebebiyle Ehl-i sünnet âlimleri tarih boyunca İmâmiyye Şîası’nı bu isimle anmış, onların inanç ve düşüncelerine karşı “er-red ale’r-Râfıza” adıyla çok sayıda eser kaleme almıştır. Bu arada âhir zamanda Râfıza diye anılan bir toplumun ortaya çıkıp İslâm’dan ayrılacağını belirten bazı hadisler nakledilmişse de bunların sıhhati sabit görülmemiştir (Müsned, I, 103; a.g.e. [Arnaût], II, 187).

Revâfız teriminin küçültücü bir isim şeklinde yaygınlaşması ilk dönemlerden itibaren İmâmiyye mensuplarını harekete geçirmiş, bu ismin “kötülükleri terkedenler, kötülükten uzaklaşanlar” anlamında bir şeref unvanı olarak savunulmasına ve bu çerçevede bazı rivayetlerin ortaya atılmasına yol açmıştır. Bunlardan birine göre Firavun’un tebaası içinden yetmiş kişi onun düşüncelerini terketmiş ve Hz. Mûsâ’ya tâbi olmuştur. Bu grup Allah tarafından Râfıza (kötülüğü terkedenler) diye isimlendirilmiş ve bu ismi Tevrat’a kaydetmesi Mûsâ’ya emredilmiştir. Diğer bir rivayete göre ise şeker kamışı satıcısı olan bir kimse kendisini Râfizî olmaması hususunda ikaz eden birini Ca‘fer es-Sâdık’a şikâyet ettiğinde imam, “Yemin ederim ki Allah’ın size lutfettiği bu isim, bizi takip ettiğiniz ve bize yalan isnat etmediğiniz sürece sizin için çok yüce ve çok şerefli bir isimdir” demiş (Berkī, s. 119), yine aynı konuda Muhammed el-Bâkır’a gelen bir kişi başkaları tarafından Râfıza diye nitelendirildiğini söyleyince, “Ben o Râfizîler’den biriyim, Râfizîler de bendendir” cümlesini üç defa tekrarlamıştır (Meclisî, LXV, 97).


Selçuklu kaynaklarında hemen hiç rastlanmayan terim Osmanlı tarih eserlerinde sıkça yer almıştır. “Râfizî, Revâfız, Râfiziyyü’l-mezheb, Revâfızü’l-mezheb” vb. biçimlerde kullanılan terimle daha çok Şiî unsurlar taşıyan bâtınî gruplar kastedilmiştir. Bu terim, ileride Alevî yahut Bektaşî diye anılacak olan ve yaygın İslâmî anlayıştan uzak kalan muhtelif derviş zümreleri, Şîa’ya mensup olan Acemler, Kalenderîler, özellikle Safevî Devleti’nin kurulması esnasında ve sonraki dönemlerde Anadolu’da ve İran’da bulunan Osmanlı muhalifi kızılbaş zümreler için kullanılmıştır (geniş bilgi için bk. Ocak, sy. 12 [1981-82], s. 514-516). Bu topluluklar inanç itibariyle cemaat dışı olarak düşünülmüş, zaman zaman kadılara ve idarecilere bunlarla ilgili uygulamaları düzenleyen fermanlar gönderilmiştir (Ahmed Refik, tür.yer.).

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, II, 1260; Müsned, I, 103; a.e. (Arnaût), II, 187; Berkī, el-Meĥâsin (nşr. M. Sâdık Bahrülulûm), Necef 1384/1964, s. 119; Hayyât, el-İntiśâr, tür.yer.; Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, el-Maķālât ve’l-fıraķ (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1963, s. 76-77; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 54; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 16, 65; Malatî, et-Tenbîh ve’r-red (nşr. S. Dedering), İstanbul 1936, s. 14, 19, 25, 29, 72, 118, 125-126; Ebü’l-Kāsım Furât b. İbrâhim el-Kûfî, Tefsîr, Necef 1354, s. 139; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 21; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Uśûlü’d-dîn (nşr. H. P. Linss), Kahire 1383/1963, bk. İndeks, s. 28, 29 (er-Revâfız); Muhammed b. Ebü’l-Kāsım et-Taberî, Bişâretü’l-Muśŧafâ, Necef 1963, s. 276; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 155; Meclisî, Biĥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, LXV, 49, 96-98; Ahmed Refik [Altınay], Onaltıncı Asırda Râfizîlik ve Bektâşîlik, İstanbul 1932, tür.yer.; Murtazâ Dâî Hasenî Râzî, Tebśıratü’l-Ǿavâm fî maǾrifeti maķālâti’l-enâm (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1313 hş., s. 32-33; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 198-204; a.mlf., “The Râfidites: A Preliminary Study”, Oriens, XVI (1963), s. 110-121; E. Kohlberg, “The Term Rāfida in Imāmī ShīǾī Usage”, JAOS, XCIX (1979), s. 677-679; a.mlf., “al-Rāfiđa”, EI² (İng.), VIII, 386-389; Ali Refîî, “Râfiżî, Râfiżiyye”, DMT, VI, 101-104; Ahmet Yaşar Ocak, “Türk Heterodoksi Tarihinde Zındık, Hâricî, Râfizî, Mülhid ve Ehl-i Bid’at Terimlerine Dair Bazı Düşünceler”, TED, sy. 12 (1981-82), s. 514-516.

Mustafa Öz