RAMAZANOĞULLARI

Adana ve Çukurova yöresinde beylik kuran bir Türkmen hânedanı (1352-1608).

Oğuzlar’ın Üçok koluna bağlı Yüregir boyuna mensup olup Moğol istilâsı üzerine Anadolu’ya gelen, Bozok ve Üçok adlarıyla iki kola ayrılan kalabalık bir Oğuz (Türkmen) topluluğu içinde yer almıştır. Üçoklar, Çukurova yöresinde yurt tutmuş, Yüregir kolu ise Adana’nın güneyindeki Ceyhan-Seyhan ırmakları arasında kışlamaya başlamıştır. Bu boy içinde Ramazan adlı bir beyin özellikle XIV. yüzyılın ortalarına doğru ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. 753’te (1352) Dulkadırlılar’ın başı ve Elbistan Emîri Karaca Bey’in Memlük Sultanı el-Melikü’s-Sâlih’e karşı bir isyana katılması sonucu Türkmen emirliğinden azledilmesi üzerine bu göreve Ramazan getirilmiştir. İki yıl sonra Ramazan Bey’in oğlu, Dımaşk’ta bulunan sultanın katına gelerek ona ve büyük emîrlere 1000 Türk atı takdim etmiş ve kendisine babasına olduğu gibi dirlikle birlikte Türkmenler’in emirliği verilmiştir. Ayrıca maiyetinde bulunanlara tablhâne ve “onlar” emirlikleri tevcih edilmiştir (Cemâziyelevvel 755 / Haziran 1354). Buna göre Ramazan Bey Haziran 1354’ten önce vefat etmiş ve Memlük Devleti tarafından yerine oğlu tayin edilmiştir. Böylece Ramazanoğulları adını alan aile ortaya çıkmıştır.

Sîs’i Memlükler’in elinden almak isteyen Ramazanoğlu İbrâhim Bey, Dulkadıroğlu Halil Bey ile ittifak yaptı. Bunun üzerine Üçoklar’ı te’dip için Çukurova’ya Halep Valisi Timurbay (Temür Bay) kumandasında kalabalık bir ordu gönderildi. Memlük ordusuna karşı koyamayacaklarını anlayan Türkmen beyleri Ayas’ta bulunan


Timurbay’ın yanına giderek itaatlerini bildirdilerse de onun bölgede sert davranıp yağma hareketlerine girişmesi Türkmenler’in büyük tepkisine yol açtı. Bir araya gelen Türkmenler, Belen’i (Bâbülmelik) tutup Memlük ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattılar, Timurbay’ı da esir aldılar (780/1379). 783’te (1381) İbrâhim Bey Türkmenler’in başbuğu, 785 (1383) yılında da Adana valisi (nâib) olarak anılmaya başlandı; ancak Özer ve Burnaz oğulları ile birlikte yol kesmek, Anadolu hacıları ve tâcirlerini soymak, Sîs’i ele geçirmek için Karaman Hükümdarı Alâeddin Bey ile ittifak kurmakla itham edildi. Üzerine yollanan Memlük ordusu karşısında yanındaki Karamanlı Türkmenler’le birlikte dağlara çekilip oradan Sîs dolaylarına geldi. Fakat Memlükler’in Sîs nâibi Taş Boğa beklenmedik bir zamanda oğullarını ve karısını esir aldı, İbrâhim Bey’i de Makrîzî’ye göre Bayatlar’a sığınmaya mecbur bıraktı. Daha sonra İbrâhim Bey kardeşi Kara Mehmed ve annesiyle birlikte yakalanıp Sîs’e getirildi ve burada idam edildi. İbrâhim Bey, Çukurova’yı Memlük hâkimiyetinden kurtarma amacını taşımakla birlikte bunu gerçekleştirebilecek güçlü bir askerî destekten yoksun olduğu için başarılı olamadı.

İbrâhim Bey’den sonra beyliğin başına kardeşi Ahmed Bey geçti. 803 yılı sonlarında (Temmuz 1401) Halep Valisi Timurtaş, Arap emîri Nuayr’ın şehri kuşatması üzerine Ahmed Bey’den yardım istedi. Yardıma gelen Ahmed Bey Nuayr’ı mağlûp ederek şehri kurtardı. Ertesi yıl Memlükler’e isyan eden Timurtaş’ın yanında yer aldı. Ancak her ikisi de yeni Halep Valisi Tokmak tarafından bozguna uğratıldı. Makrîzî’ye göre 803’te (1400-1401) Sultan Ferec’e gelen bir mektupta Ahmed Bey’in diğer bazı Türkmen beyleriyle birlikte Halep’i Timur’un askerlerinden kurtarıp onlardan 3000’den fazla kişiyi öldürdükleri bildirilmişti. Fakat bu haber diğer kaynaklarca teyit edilmemiştir. Ertesi yıl Ahmed Bey, kendisine iltica eden Dımaşk Valisi Emîr Seyfeddin Tağrîberdî’yi (İbn Tağrîberdî’nin babası) bir yıl kadar yanında misafir etti. Ardından Antakya Emîri Doğancıoğlu’nu (İbn Sâhibülbâz) cezalandırmak isteyen Halep Valisi Timurtaş’a katıldı. Dulkadıroğlu Ali’yi davet eden Timurtaş aralarında düşmanlık bulunan Ahmed Bey ile onu barıştırdı; böylece uzun süredir birbirine düşman olan Bozoklar ile Üçoklar’ın aralarını buldu. Daha sonraki yıllarda Ahmed Bey, Memlük emîrlerinden el-Melikü’l-müeyyed Şeyh ile Nevrûz arasındaki mücadelelerde Şeyh’in tarafını tuttu. 813 (1410) yılında Ahmed Bey damadı olan Memlük Sultanı Ferec’i ziyaret etmek için Mısır’a gitti. Ahmed Bey’in kızı sultanın başhatunu idi. Ardından ülkesine dönen Ahmed Bey, 818’de (1415) yedi ay kuşatmadan sonra Tarsus’u Karamanoğlu’nun elinden alarak hutbeyi Memlük Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh adına okuttu ve oğlu İbrâhim’i şehrin valiliğine tayin etti. Ramazanlı hânedanının bu ünlü beyi 819 (1417) yılının sonlarında vefat etti. Hânedanın en önemli şahsiyeti olan Ahmed Bey, Adana’dan başka Sîs, Ayas, Misis ve Tarsus’u idaresi altında bulundurmuştur.

Ahmed Bey’in ölümü üzerine oğulları arasında mücadele başladıysa da bu uzun sürmedi. İbrâhim Bey kardeşlerini bertaraf ederek beyliğin başına geçti. Memlük Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed, Tarsus’u Karamanlılar’ın elinden almak için Hama’ya geldiğinde Ramazanoğlu ile Özeroğlu’nun elçileri beyleri adına sultandan özür dilediler. Kaynaklarda bunun sebebi hakkında bilgi yoktur. İbrâhim Bey az sonra yanında kardeşi, annesi ve ailenin diğer mensupları olduğu halde Halep’te sultanın huzuruna geldi. Sultan, İbrâhim Bey’i çok iyi karşıladı. Ardından Halep Valisi Koçkar’ı Tarsus’un zaptına memur etti. Şehir kısa bir zamanda barış yoluyla Karamanlılar’dan tekrar alındı ve bir vali tayin edildi. Fakat İbrâhim Bey, Tarsus’un kendisine verilmemesine öfkelenerek orayı kuşattı (821/ 1418), Karaman Hükümdarı Mehmed Bey de yardıma gelmişti. Bunun üzerine el-Melikü’l-Müeyyed, İbrâhim Bey’i azledip beyliğin başına İbrâhim Bey’in kardeşi İzzeddin Hamza’yı getirdi. Aynî ve ondan naklen İbn Hacer, Hamza’nın İbrâhim Bey’in oğlu olduğunu yazarsa da onun İbrâhim Bey’in kardeşi olduğuna dair Makrîzî’nin verdiği bilgi daha doğrudur.

Tarsus çok geçmeden Karamanoğlu Mehmed Bey’in oğlu Mustafa Bey tarafından alındı (Ramazan 821 / Ekim 1418). Zilhicce 821’de (Ocak 1419) İbrâhim Bey’in annesi Kahire’ye giderek sultandan oğlunu bağışlamasını rica etti. Hükümdar ricasını yerine getirmediği gibi onu hapse attırdı. İbrâhim Bey ise Adana hâkimi olma durumunu koruyordu. el-Melikü’l-Müeyyed, oğlu İbrâhim kumandasında önemli bir kuvveti kuzeyden Karamanoğlu Mehmed Bey’in üzerine gönderdiği gibi Şam Valisi Tanıbek Mıyık’ı da Tarsus’un zaptıyla görevlendirdi. Hamza Bey, Amik ovasında Şam valisiyle buluştu, Özeroğlu da sefere katıldı. Bunlar İbrâhim Bey’le Karamanoğlu Mustafa Bey’i bozguna uğratıp Adana ile Tarsus’u ele geçirdiler (822/1419). İbrâhim Bey kaynatası Karamanoğlu Mehmed Bey’in yanına gitti ve Eylül 1419’da onun Kayseri seferine katıldı. Ancak Memlükler’in baskısı üzerine kaçmak zorunda kaldı. Aynı yıl içinde Ramazanoğlu hânedanından Emîr Sadaka’nın Sîs’te öldürüldüğüne dair bilgilere rastlanır. Sadaka’nın İbrâhim Bey’le akrabalık derecesi bilinmediği gibi onun ne sebeple öldürüldüğü de mâlûm değildir. Bunun gibi İzzeddin Hamza Bey’in beyliği hakkında güvenilir bilgi yoktur. İ. Hakkı Uzunçarşılı, kaynak göstermeden İbrâhim Bey’in oğlu kabul ettiği İzzeddin Hamza’nın babası, amcaları Ali ve Mehmed beylerle mücadele ettiğini ve 829 (1426) yılında öldürüldüğünü yazar. 828’de (1425) Özeroğlu ile Ramazanoğlu arasında bir savaş vuku bulmuştu. Bu hadisedeki Ramazanoğlu’nun kim olduğu da bilinmemektedir. 830’da (1427) Karamanoğlu İbrâhim Bey’in, eniştesi Ramazanlı İbrâhim Bey’i Memlük sultanının talebi üzerine Kayseri’yi geri alma müsaadesi ve yardımı karşılığında teslim ettiği görülmektedir. Kahire’ye götürülen İbrâhim Bey, buraya gelen Ramazanoğulları’ndan Mehmed Bey tarafından iki amcasını, kardeşlerini ve onların çocuklarını öldürdüğü gerekçesiyle suçlandı; ardından İbrâhim Bey öldürüldü (Rebîülevvel 830 / Ocak 1427) ve makamı Mehmed Bey’e verildi. Bu olaydan beş yıl sonra Çukurova’dan geçen Fransız seyyahı Bertrandon de la Broquière her yerde İbrâhim Bey’in hâtırasını duyduğunu nakleder. Bundan anlaşıldığına göre yiğit bir insan olan İbrâhim Bey, Karamanlılar’ın yardımları ile Çukurova’yı Memlük hâkimiyetinden kurtarıp müstakil olarak idare etme gayesini taşımıştır. İbrâhim Bey’den sonra Sîs, Tarsus ve Ayas Kahire’den gönderilen valiler tarafından yönetilmek üzere Çukurova’da Memlük hâkimiyeti kuvvetle yerleştirildi. Ramazanoğulları Beyliği önemini kaybetti, beyleri de boy beyi durumuna düştü.

833’te (1430) Memlük Sultanı Barsbay’ı ziyarete gelen Türkmen beyleri arasında Özer oğlu Dâvud ve Varsak beyleri yanında Adana ve Misis hâkimi Ramazanoğlu Mehmed Bey’in de adı geçer. 838 Zilkadesinde (Haziran 1435) Halep valisine ulaşan bir haberde Barsbay’ın hasmı olan Canbeg Sûfî ile Ramazanoğlu Mehmed b. Gündoğdu’nun Elbistan’a vardıkları bildirilir. Ertesi yıl Karamanoğlu İbrâhim Bey yanında Ramazanoğlu olduğu halde Kayseri üzerine yürüdü ve Dulkadıroğlu Nâsırüddin Mehmed Bey’i yenerek bu şehri geri aldı. Kaynaklarda İbrâhim Bey’e refakat eden


Ramazanoğlu’nun kimliği açıklanmamaktadır.

843 (1439-40) yılında Ramazanlı beyi olarak Eylük’ün adına rastlanır ve Adana ve Misis hâkimi olarak anılır. Eylük Bey, aynı yıl Kahire’ye giderek âsi Halep valisi Tanrıvermiş’e yardımda bulunduğu için Mûsâ b. Kara’nın cezalandırılmasını Sultan Çakmak’tan rica etti. Çakmak, Eylük’e emirlik tevcih ettikten başka Halep valisine ona her türlü yardımı yapmasını emretti. Halep valisi, Ramazanlı beyine binbaşı Hoşkadem kumandasında 100 atlı verdi. Eylük de Ramazanlı ve Özerli Türkmenleri’nden 1000 kişi topladı. Bir geçitte yapılan vuruşmada Mûsâ öldüğü gibi Eylük ve Hoşgeldi de aynı âkıbete uğradı. Halep’ten gelen askerlerden ancak altı kişi yaralı olarak geri dönebildi ve ağırlığın hepsi Emîr Mûsâ’nın Varsaklar’ı eline geçti (843/1439-40).

861’de (1457) Ramazanoğulları’nın başında Dündar Bey bulunuyordu. Dündar Bey, bu tarihten az önce Karamanoğlu İbrâhim Bey’in eline geçmiş olan Tarsus’u geri almak için Mısır’dan gönderilen Devâdâr Sungur’a yardım etmişti. Vuku bulan savaşta Karamanlılar yenildi ve Tarsus geri alındı. Âlî Mustafa Efendi, Dündar Bey’in 866’da (1461-62) Ramazanlı beyi olduğunu yazdıktan sonra Dündar’a Hasan Bey’in, ona da Gazi Bey’in halef olduğunu bildirir.

Dulkadırlı Şehsuvar Bey’in Memlükler’e karşı giriştiği istiklâl mücadelesinde Ramazanoğlu Memlükler’e sâdık kaldı. 874’te (1469-70) Malatya Valisi Korkmaz’la birlikte Şehsuvar Bey’i ağır bir yenilgiye uğrattığı gibi Şehsuvar’ın adamlarından Sîs’i geri aldı. Fakat ertesi yıl Şehsuvar Bey ile karşılaşan Ramazanoğlu yenildi ve Ayas Kalesi Dulkadırlılar’ın eline geçti. Adı kaynaklarda belirtilmeyen bu Ramazanoğlu’nun Ömer Bey olduğu anlaşılmaktadır. 875’te (1470-71) Memlük ordusu başkumandanı Yaş (Yaşı) Bek ez-Zâhirî’nin sağ yanında Dulkadıroğlu Şah Budak, Eslemezoğlu Mehmed (Avşar), Bozcaoğlu Halil (Bayat), İnaloğlu Hamza (Bayat ?), Gündüzoğlu (Avşar) olmak üzere Bozoklar, sol yanında da Ramazanoğlu Ömer (Yüregir), kardeşi Dâvud ve diğer beyler olmak üzere Üçoklar oturmuştu. Memlük Sultanı Kayıtbay 882’de (1477) Antakya’da iken huzuruna gelen Ramazanoğlu’nun bu Ömer Bey olduğu anlaşılmaktadır. Onun 890’da (1485) hâlâ beyliğin başında bulunduğu bilinmektedir. Aynı yıl Ömer Bey, Özeroğlu Mekkî Bey ve Gündüzoğlu Mehmed Bey ile birlikte, Adana’yı almış bulunan Osmanlı kuvvetlerine karşı giriştiği bir savaşta yenildi ve esir alınarak İstanbul’a gönderildi. Ömer Bey’in âkıbeti hakkında bilgi yoktur.

XV. yüzyılın sonları ile XVI. yüzyılın başlarında Ramazanoğulları Beyliği’nin başında Halil Bey bulunuyordu. Halil Bey’in mezar kitâbesinde babasının Dâvud olduğu yazılıdır. Bu bey Ömer Bey’in kardeşi Dâvud’dur. Cenâbî ve Âlî Mustafa Efendi’ye göre Dâvud beylik etmiştir. Âlî’ye göre Dâvud 885’te (1480) Diyarbekir taraflarında yapılan bir savaşta ölmüş ve Halep’te gömülmüştür. Burada zikredilen savaşla, aynı yıl Memlükler ile Akkoyunlular arasında yapılan ve birincilerin yenilmesiyle sonuçlanan Ruha (Urfa) savaşı kastedilmiş olmalıdır. Bu savaşta Memlük ordusunun başkumandanı Yeşbeg esir alınarak hayatına son verilmiştir. Âşıkpaşazâde’nin bildirdiği üzere Ömer Bey 890 (1485) yılında hâlâ Ramazanoğlu beyi olduğuna göre Dâvud’un Ömer Bey’den önce beylik yaptığını veya Ömer Bey’in bir ara mâzul bulunduğunu, Dâvud’un ölümünden sonra tekrar beyliğin başına geçtiğini kabul etmek gerekir. Diğer taraftan kitâbelerde ve Osmanlı kaynaklarında Dâvud’un babasının İbrâhim adını taşıdığı görülür. Bu İbrâhim’in 830’da (1427) öldürülen İbrâhim Bey olduğu şüphelidir. Âlî Mustafa Efendi de Dâvud’un babası İbrâhim’in babasının Mehmed olduğunu yazar, ancak bu İbrâhim’e dair hiçbir işaret yoktur. Bu sebeple Dâvud ile Ömer beyler, kesin olmamakla birlikte 1427’de Kahire’de hayatına son verilen İbrâhim Bey’in oğulları kabul edilebilir.

Halil Bey’in otuz yıl beylik yaptığı söylenir. Buna göre o 890’da (1485) Osmanlılar tarafından esir alınan Ömer Bey’in yerine geçmiş olabilir. Halil Bey mezar kitâbesine göre 919 (1513) yılında vefat etmiştir. Onun ardından kardeşi Mahmud, Ramazanlı beyi olduysa da 920’de (1514) azledilerek yerine amcasının oğlu Selim Bey getirildi. Bu sebeple Mahmud Bey İstanbul’a gidip Yavuz Sultan Selim’e sığındı. Yavuz Sultan Selim, Mahmud Bey’e büyük itibar gösterdi, 200.000 akçelik dirlik verdi, seferde yanında bulunma imtiyazını bahşetti (Şâban 921 / Eylül 1515) ve ertesi yıl yapılan Memlük seferine Mahmud Bey de katıldı. Ordu Malatya’dan Halep üzerine yürürken Ramazanoğulları’ndan bir diğeri gelerek padişaha itaatini bildirdi. Mercidâbık zaferini (25 Receb 922 / 24 Ağustos 1516) müteakip yapılan tevcihler esnasında Mahmud Bey’e Ramazanoğulları Beyliği verildi. Mısır seferinde büyük yararlılık gösteren Mahmud Bey, Ridâniye’de yapılan savaşta (28 Zilhicce 922 / 22 Ocak 1517) sol kolda yer aldı ve çarpışmalar sırasında hayatını kaybetti; yerine Kubâd Bey getirildi. Fakat az sonra yine Ramazanoğulları’ndan birine (herhalde Halil Bey’in diğer oğlu Pîrî Bey) Çukurova hâkimliği verildi, bundan dolayı Kubâd Bey’in elinde yalnız Adana şehri kaldı.

Çok geçmeden Ramazanoğulları Beyliği sadece Pîrî Bey’e tevcih edildi. Pîrî Bey’e ait ilk kitâbe 926 (1520) tarihlidir. Âli Mustafa Efendi’ye göre Pîrî Bey, Kanûnî Sultan Süleyman’ın teveccühüne nâil olmuştur. Hatta onun beylik yapması için Kubâd Bey ve diğer kardeşleri bir müddet Rumeli’nde oturtulmuştur. Pîrî Bey’in, 932’de (1526) Bozok’ta Sevgülen boyu beyi Mûsâ ve Dulkadır hânedanından Zünnûn’un birlikte çıkardıkları isyanın bastırılmasında yardımı görüldüğü gibi kendi idaresindeki yerlerde Velî Halîfe (Karaisalı kazasında), Domuzoğlan (Berendi’de) ve Yenice Bey (Tarsus’ta) gibi Safevî taraftarlarının giriştikleri ayaklanmaları da bastırdığı bilinmektedir. Pîrî Bey daha sonra Karaman, Halep ve Şam beylerbeyiliklerinde bulundu, yeniden Adana hâkimliğine döndü ve burada vefat etti. 974’te (1567) Adana sancağına


küçük oğlu Derviş Mehmed Bey tayin edildi. Avcı kuşların tedavisinde ihtisas sahibi, dürüst ve cömert bir insan olan Derviş Bey içki ve esrara düşkünlüğü yüzünden ancak altı ay beylik yapabildi, vefatı üzerine Sîs sancak beyi olan ağabeyi İbrâhim Adana hâkimi oldu. İbrâhim Bey amcasının oğlu Hüseyin ile birlikte Kıbrıs seferine katıldı (978/1570) ve 991’de (1583) İran seferine çıkan Serdar Ferhad Paşa’nın ordusuna ilhakı istendi. Fakat bu karar değiştirilerek oğullarından Sîs sancak beyi Ahmed’in İran seferine katılması, kendisinin de Halep’in muhafazasında bulunması bildirildi (21 Rebîülâhir 993 / 22 Nisan 1585). Receb 995’te (Haziran 1587) oğlu Mehmed Bey Adana hâkimi idi. Buna göre İbrâhim Bey Rebîülâhir 993 (Nisan 1585) ile Receb 995 (Haziran 1587) tarihleri arasında ölmüştür. Osmanlı belgelerinden İbrâhim Bey’in hâkimliği zamanında Tarsus’ta Ahmed’in (988/1580) ve ertesi yıl Ömer Bey’in sancak beyi olduğu anlaşılmaktadır. Bu beylerin Ramazanoğulları hânedanından olmaları muhtemeldir.

III. İbrâhim Bey’in Mehmed, Ahmed ve İsmâil adlı oğullarından Mehmed Bey Adana hâkimi oldu. Mehmed Bey 14 Ramazan 1013’te (3 Şubat 1605) öldü, yerine oğullarından Pîr Mansûr tayin edildi. Ancak Mehmed Bey, paşa unvanı ile başka eyaletlerde beylerbeyilik yaparken oğullarından İbrâhim Bey Adana hâkimliğinde bulundu. Bu IV. İbrâhim Bey olup 1013 (1605) yılında hayattaydı. Pîr Mansûr’un 1017’de (1608) beyliği bıraktığına dair bir rivayetin bulunduğu bildirilir. Pîrî Mehmed Paşa’nın kardeşi Kubâd Bey ise Karaman, İçil, Aclûn ve Trabzon’da sancak beyliği yaptıktan sonra Basra beylerbeyi oldu, ardından Halep ve Van’da beylerbeyilikte bulundu ve 966 (1558-59) yılında vefat etti. Âlî Mustafa Efendi, Pîrî Reis’in öldürülmesinde onun İstanbul’a ulaştırdığı gerçek dışı sözlerin önemli rolü olduğunu yazar. Kubâd Paşa’nın oğulları da beylerbeyilik mevkiine kadar yükselmiştir.

Ramazanoğulları, Çukurova’da Üçoklar üzerinde hâkimiyet kurup onları kendilerine tam olarak bağlayamadıkları gibi Özeroğulları, Kara Îsâ, Kuştemür (Koştemür), Kosunlu, Ulaş ve diğer aileler de onları metbû tanımamış görünmektedir. Bunun asıl sebebi Çukurova’da Ayas, Sîs ve Tarsus olmak üzere üç Memlük valiliğinin bulunmasıdır. Bu valilikler Ramazanoğulları’nı, Özeroğulları’nı ve diğer Üçoklu aileleri göz altında tutuyordu. Ramazanoğulları’nın Karamanoğulları ile münasebetleri daima dostça olmuştur. Osmanlı sınırları Toroslar’a dayanınca Üçoklu Türkmenleri’nin durumu ile yakından ilgilenilmiş ve onların Ertuğrul Bey’in babası Süleyman Şah’ın emrindeki Oğuz topluluğundan oldukları söylenilerek kendilerine sahip çıkılmıştır.

Memlükler devrinde Ramazanoğulları umumiyetle sadece Adana ve Misis yörelerini idare etmiştir. Bu topraklar üzerindeki idarelerine Memlükler’in karışmadığı ve elde edilen gelirlerin tamamen kendi tasarruflarında olduğu bilinmektedir. Osmanlı devrinde beyliğin hukukî statüsü “ocaklık” diye nitelendirilmiştir. Bundan dolayı onlara “hâkim” unvanı ile hitap edilmekte, yazılarda Kırım hanlarına olduğu gibi “cenâb-i emâret-meâb” unvanı verilmekteydi. Fakat Ramazanoğulları, Osmanlı devrinde yalnız Adana hâkimleri diye tanınır. Adana hâkimleri, bu yörede kendilerine dirlik olarak tahsis edilen yerin geliriyle geçinmek zorunda bırakılmıştır. Bu sebeple Ramazanoğulları’nın durumu sancak beylerinkinden çok farklı değildir; tek istisna hâkimliğin babadan oğula geçmesidir. Ramazanoğulları’nın Adana ve Tarsus’ta çeşitli imar faaliyetlerinde bulundukları bilinmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 69, 177, 229, 550, 969; İbn Hatîb en-Nâsıriye, ed-Dürrü’l-münteħab, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2036, vr. 68b, 70a; Makrîzî, es-Sülûk (Ziyâde), II, 874, 921; III, 449, 504, 506, 511, 929, 966, 1039, 1142; İbn Hacer, İnbâǿü’l-ġumr, I, 273, 275-276; II, 138-139, 140-141; V, 4, 19; VII, 168, 226, 227-228, 258, 303-304, 313, 355, 362; Bedreddin el-Aynî, Ǿİķdü’l-cümân, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2395, vr. 565b; nr. 2396, vr. 271, 417, 442, 464, 467, 476 vd., 571, 605, 607, 619, 670; Bertrandon de la Broquière, Le Voyage d’outremer (ed. Ch. Schefer), Paris 1892, s. 87, 90 vd., 117 vd.; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (Popper), VI, 8, 58, 344, 365, 392, 400, 404, 732; İbn Ecâ, Târîħu’l-emîr Yeşbek ež-Žâhirî (nşr. Abdülkādir Ahmed Tuleymât), Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 73; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 216, 225 vd.; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, III, 38, 48; IV, 118, 191, 193, 268, 378; Haydar Çelebi, Rûznâme (Feridun Bey, Münşeât içinde), I, 470, 478 vd., 485, 491, 495; Celâlzâde Mustafa Çelebi, Tabakātü’l-memâlik, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4423, vr. 130b, 132b; Cenâbî Mustafa Efendi, el-ǾAylemü’z-zâħir, Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 608, vr. 483b, 484a; Âlî Mustafa Efendi, Künhü’l-ahbâr, İstanbul, ts., III/3, s. 56-62; M. von Oppenheim, Inschriften aus Syrien, Mesopotamien und Kleinasien, Leipzig 1909, s. 109-114; Düvel-i İslâmiyye, s. 313-318; Yılmaz Kurt, “Ramazanoğulları Beyliği”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, VI, 816-823; Faruk Sümer, “Çukurova Tarihine Dâir Araştırmalar (Fetihten XVI. Yüzyılın İkinci Yarısına Kadar)”, TAD, I/2 (1963), s. 1-112; a.mlf., “Ramazan Oğullarına Dair Bazı Yeni Bilgiler”, TDA, sy. 33 (1984), s. 1-10; a.mlf., “Ramazan-Oğulları”, İA, IX, 612-620; Halil Sahillioğlu, “Ramazanoğullarından Davud Bey Oğlu Mahmud Bey Vakfiyesiyle Fağfur Paşa Oğlu Ali Bey Vakfiyesi”, VD, sy. 10 (1973), s. 136-160; Ahmet Avanas, “Osmanlı Hakimiyetinde Ramazanoğulları Beyliği”, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, sy. 4, Konya 1990, s. 81-88.

Faruk Sümer




MİMARİ. Ramazanoğulları devrine ait mimari eserler başta Adana olmak üzere Kızıldağ yaylası, Tarsus ve Ceyhan’da bulunmaktadır. Adana’da Ramazanoğulları’na ait en eski eser 812 (1409) tarihli Akçamescid’dir. Kesme küfeki taşından inşa edilmiş kare planlı yapının üzeri tuğladan örülü pandantiflerle geçişi sağlanan kubbeyle örtülüdür. 1830 ve 1867 yıllarında tamir görmüştür. Tamir kitâbesinin yanında vaktiyle iki kuş figürünün yer aldığı bilinmektedir. Bu figürler ebced hesabıyla yapının inşa tarihini (kuş: 406 × 2 = 812) belirtiyordu (bk. AKÇAMESCİD). 898’de (1493) inşa edilen Halil Bey Mescidi içten 6,70 × 5,60 m. ölçülerinde olup duvarları kesme taş ve moloz taş örgülüdür. Üzeri içten çapraz tonozla örtülü olan yapı dıştan düz toprak damlıdır. Ulucaminin doğusunda medresenin kuzeybatı köşesinde yer alan yapı halk tarafından Küçük Mescid olarak tanınmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle güneyden gelen Zengî ve Memlük mimarisi etkilerinin bir arada görüldüğü ulucami 914-948 (1508-1541) yılları arasında yapılmıştır. Cami, yatık dikdörtgen planda mihraba paralel çapraz tonozlarla örtülü iki nefli bir yapı olup mihrap önü kubbelidir (bk. ULUCAMİ [Adana]). Caminin doğu yanına bitişik 6,30 × 5,50 m. ölçüsündeki türbe Pîrî Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Üzeri sivri bir kubbe ile örtülüdür. Alt katta beşik tonoz örtülü bir mumyalık vardır. Burada üçünde


gömü yapılmış olarak toplam on altı kabir yeri belirlenmiştir. Türbede üç çini lahit Ramazanoğulları’ndan Emîr Halil Bey, Pîrî Mehmed Paşa’nın oğullarından Mehmed Şah ve Mustafa Bey’e aittir. Duvarları kaplayan çinilerin XVIII. yüzyıl Tekfur Sarayı imalâtı olduğu kabul edilmektedir. Türbenin kuzeyinde üzeri çapraz tonozla örtülü dikdörtgen planlı bir ziyaret mekânı vardır; duvarları çini, mihrabı siyah ve beyaz mermer kaplamalıdır.

Caminin doğusunda yer alan medrese taçkapıdaki kitâbesine göre 947 (1540) yılında inşa ettirilmiştir. Kareye yakın bir alanı kaplayan yapıda avluyu doğu, batı ve güney yönlerinde beşik tonoz örtülü on altı medrese odası çevrelemektedir. Kuzeyde yer alan dikdörtgen planlı ve iki kubbeli dershane mekânı eyvan biçiminde avluya açılmaktadır. Yapının batı yönündeki taçkapının alınlığında iki satırlık inşa kitâbesi mevcuttur. Avluda mevcut sekizgen planlı, üzeri meyilli bir çatıyla örtülü şadırvan XIX. yüzyılın ilk yarısında yaptırılmıştır. Caminin kuzeybatısında tuğladan inşa edilmiş bir yapı grubu bulunmaktadır. Bu yapıların daha erken bir devreye ait olduğu söylenebilir. Batıda yer alan 948 (1541) tarihli taçkapının arkasında dıştan mukarnaslı konik kule ile bunun altında ortada bir servi motifine doğru ağzını açmış yılan-ejder kabartması yer almaktadır. Bu bölümün bir dârüşşifâ olduğu düşünülebilir. Güneydeki tuğla minare kalıntısından burada daha erken dönemde inşa edilmiş (XIV. yüzyıl sonu veya XV. yüzyıl başı) bir caminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Vakıf kayıtlarından 1530 yıllarından itibaren bir imaretin olduğu, buna bağlı olarak misafirhanenin bulunduğu anlaşılmaktadır. 1570 yılı kayıtlarında dârülhadis, dârüşşifâ, ulucami ve medrese içinde birer kütüphanenin kurulduğu belirtilmektedir.

Eskicami (Yağ Camii) ve Medresesi, Halil Bey’in emriyle Zilkade 906’da (Mayıs-Haziran 1501) kiliseden camiye çevrilmiş, Muharrem 932 (Ekim-Kasım 1525) tarihli ilk minaresi Pîrî Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. 965 (1558) yılındaki eklemelerle cami enine dikdörtgen bir mekâna sahip olmuştur. Mihraba dik beşik tonozlu beş nefli yapıda orta nef daha geniş, yanlar daha dardır. Sivri kemerlerin bodur sütunlara oturtulması ile mekânda basık bir etki meydana gelmiştir. Son cemaat yeri dört sütuna oturan beş kemerli açıklıklı olup üzeri meyilli bir sundurma ile örtülüdür. Doğu yönündeki minare kare kaide üzerinde silindirik gövdelidir. Caminin yanına eklenen medrese 965’te (1558) inşa edilmiştir. Kapısının yanında yer alan basamaklardan vaktiyle iki katlı olduğu anlaşılan yapının bugün güneydeki odaları ile dershanesi ayaktadır. Büyük sivri kemerli açıklığı ile eyvan şeklinde düzenlenmiş kare planlı dershane tromplu kubbeyle, medrese odaları beşik tonozla örtülmüştür. Cuma Fakih Mescidi ve Medresesi’nin 948’de (1541) inşa edildiği kabul edilmektedir. Son yıllarda yapılan onarımlarla özgünlüğünü kaybeden yapının minaresi yoktur; alt katı günümüzde dükkân olarak kullanılmaktadır. Caminin güneybatısında yer alan medrese harap durumda olup ince uzun bir avlu etrafında sıralanan odalardan meydana gelmiştir. Kemeraltı Camii (Savcızâde Camii) 955’te (1548) Hacı Mustafa tarafından inşa ettirilmiştir. Caminin yanında bir de medresenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Kesme taştan yapılan kare planlı harimin üzeri kubbe ile örtülü olup doğusunda ve kuzeyinde ikişer kubbeli son cemaat yeri bulunmaktadır. Mihrabı sivri kemerli nişli ve mukarnas kavsaralı, taş minberi ise boyalıdır. Kuzeydoğu köşesinde yer alan minare kare kaide üzerinde onikigen gövdelidir.

XVI. yüzyılın ortalarında Hasan Ağa adlı bir kişi tarafından inşa edilen Hasan Kethüdâ Camii kare planlı harimle bunun iki yanında dikdörtgen planlı birer mekâna sahip olup vaktiyle önünde revaklı bir avlusu bulunmaktaydı. 1814 ve 1946 yıllarındaki tamirlerde iki yandaki mekânlar değişikliğe uğratılmış ve avludaki revaklar kaldırılmıştır. Bugün yapının önünde üç kubbeli ve ahşap sundurmalı çift son cemaat yeri mevcuttur (bk. HASAN AĞA CAMİİ). Tahtalı Camii 1591-1595 yılları arasında Sevindikzâde adlı bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Yamuk dikdörtgen planlı yapı ahşap tavanla örtülüdür. Silindirik gövdeli minaresi kapının sağına yerleştirilmiş, minber ve mihrabı 1948 yılında yenilenmiştir. Vakıf kayıtlarından 945’te (1538) inşa edildiği anlaşılan Çukur Mescid günümüze ulaşmamıştır. 967 (1559-60) tarihli Mümine Hatun Mescidi ise kare planlı kubbeli bir yapı olup bugün ticarethane olarak kullanılmaktadır.

Çarşı Hamamı 936 (1529-30) yılında Pîrî Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan inşa edilen yapının sivri kemerli taçkapısı bitkisel motiflerle süslenmiştir. Kare planlı soyunmalık bölümünün üzeri aydınlık fenerli kubbeyle örtülüdür. Ilıklık bölümü dikdörtgen planlı iki birimden oluşur. Bunlardan soldaki kubbe, sağdaki ise eliptik kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklık bölümü dört eyvanlı ve dört köşede halvet hücrelerinden meydana gelmiştir. Orta birim ve halvet hücreleri kubbeli, eyvanlar ise beşik tonoz örtülüdür. XVI. yüzyıl sonlarına ait Irmak Hamamı, Seyhan ırmağına yakınlığından dolayı Yalı Hamamı olarak da tanınmıştır. Eski bir Roma hamamının harabeleri üzerine kurulmuş olan yapı kare planlı kubbeli


soyunmalık, dikdörtgen planlı ve üç kubbeli ılıklık ile kubbeli sıcaklık bölümlerinden oluşur. Sıcaklıkta orta mekân sekizgen olup dört yönde eyvanlıdır. İki yanda çok derin tutulan kubbeli birer eyvan daha vardır. Bu eyvanların iki yanına kubbeli dört halvet hücresi yerleştirilmiştir. Gön Hanı 936 (1529-30) yılında Pîrî Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bugün Vakıflar Çarşısı olarak adlandırılan yapının yalnızca sivri kemerli taçkapısı orijinalliğini koruyabilmiştir. Ulucaminin bitişiğinde yer alan ve kapısı üzerindeki kitâbesine göre Şâban 900 (Mayıs 1495) tarihinde Halil Bey tarafından inşa ettirilen üç katlı yapının Ramazanoğulları Sarayı’nın harem dairesi olduğu kabul edilmektedir. 16 × 10 m. ölçülerindeki yapının zemini kesme taş, üst katları tuğladır. Kuzeyinde yer alan ve Tuz Hanı olarak da adlandırılan, 903 (1497-98) yılına tarihlenen yapı muhtemel sarayın selâmlık dairesidir. Üzeri toprak damla örtülü yapının yanında yalnızca sıcaklık bölümü günümüze ulaşmış hamam ve kare planlı kubbeli bir mescid vardır.

Tarsus’ta Eskicami XIV. yüzyıl sonları-XV. yüzyıl başlarında kiliseden camiye çevrilmiş, yapıya minare ve mihrap eklenmiştir. Tarsus Ulucamii, 987’de (1579) III. İbrâhim Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Mihraba paralel üç nefli yapının önünde kubbeli revaklı bir avlu vardır. Avlu taçkapısı siyah-beyaz taş işçiliğiyle dikkat çekicidir. Ulucami bitişiğinde yer alan Kırkkaşık Bedesteni’nin inşa tarihi bilinmemekte, bundan dolayı ulucami ile birlikte yapıldığı kabul edilmektedir. Dikdörtgen planlı yapıda orta alan beş kubbe ile, çevredeki dükkânlar ise beşik tonozla örtülüdür. Tarsus’ta 964’te (1557) Kubâd Paşa tarafından yaptırılan Kubad Paşa Medresesi kesme taştan inşa edilmiş olup dikdörtgen bir avlu etrafında iki eyvanlı olarak düzenlenmiştir. Kapı karşısındaki ana eyvan kubbe, odalar ise çapraz ve beşik tonozlarla örtülüdür. Yakın zamanda tamir gören yapı 1970 yılından itibaren müze olarak kullanılmaktadır. Mahmud Paşa’nın vakfından olduğu belirtilen Eski Hamam’ın inşa tarihi belli değildir. Harap durumda olan yapıda sıcaklık bölümünün dört eyvanlı olduğu bilinmektedir. Ceyhan ilçe merkezine 14 km. mesafede eski Halep kervan yolu üzerinde bulunan Kurtkulağı Köyü Camii kitâbesinden anlaşıldığına göre 1010 (1601-1602) yılında Haydar Ağa tarafından yaptırılmıştır. Eser, kuzey-güney doğrultusunda yerleştirilmiş iki kubbeli dikdörtgen planlı cami mekânı ile bunun doğusunda yer alan çapraz tonoz örtülü ve sivri kemerli açıklıklı eyvandan oluşan yazlık mescidden meydana gelmektedir. Eyvanın önü avlu olarak düzenlenmiştir. Kuzeydoğu köşesinde avlu girişi ve kare kaideli silindirik gövdeli bodur minare yer almaktadır. Haydar Ağa bu köyde bir de namazgâh yaptırmıştır. Ayrıca Karaisalı ilçesinin Kızıldağ yaylasında Pîrî Mehmed Paşa tarafından inşa edilen cami, medrese ve imaret biriminden imaret günümüze ulaşmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Sibel Öztunç, Adana Ramazanoğulları ve Osmanlı Devri Yapıları (lisans tezi, 1965), İÜ Ed. Fak., s. 12-41; Ahmet Menzi, Adana’da Ramazanoğullarından Kalan Mimari Eserler (lisans tezi, 1965), İÜ Ed. Fak.; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1973, II, 240-247; Sefa Akgül, Tarsus Türk Mimari Eserleri (lisans tezi, 1976), İÜ Ed. Fak.; Zahit Sun, Tarsus Türk Mimari Eserleri (lisans tezi, 1979), İÜ Ed. Fak.; Nusret Çam, Ramazanoğulları Mimari Eserleri (doktora tezi, 1979), AÜ İlâhiyat Fak.; a.mlf., Adana Ulu Camii Külliyesi, Ankara 1988; Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ankara 1983, I, 6-23, 32, 34-39, 55-59; Şerife Cengiz, Adana’da Türk Mimari Eserlerinde Süslemeler (yüksek lisans tezi, 1986), Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf. (Özüdoğru), “Ramazanoğulları Beyliği Mimari Eserlerinde Süslemeler”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, VIII, 143-155; Atanur Meriç, “Mimari Özellikleri ve Süslemeleri Açısından Adanadaki Eski Camiler ve Günümüzdeki Durumları”, II. Uluslararası Karacaoğlan-Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu, Bildiriler, Adana 1993, s. 281-286; Yılmaz Kurt - M. Akif Erdoğru, Çukurova Tarihinin Kaynakları IV: Adana Evkaf Defteri, Ankara 2000, s. XIX-LXVIII; Taha Toros, “Akça Mescid ve İki Kuş”, Görüşler, sy. 10, Adana 1938, s. 10-13; Sabih Erken, “Saklı Kalmış Mimari Anıtlarımız”, Önasya, sy. 66, Ankara 1971, s. 10-11, 19; Ali Osman Uysal, “Adana Ulu Camii”, VD, sy. 19 (1985), s. 277-284.

Ahmet Vefa Çobanoğlu