RE’SÜLMÂL

(رأس المال)

Malın kâr ya da fazlalık içermeyen aslı, ana para, sermaye.

Sözlükte “baş” anlamına gelen re’s ile mâl kelimelerinden oluşan re’sü’l-mâl terkibi fıkıhta ticaret için gereken ana para ve paraya çevrilebilir malların bütününü ifade eden ana mal, ana para, sermaye, kapital yanında bir malın kâr ya da fazlalık içermeyen aslını belirtmek için kullanılır. Fıkıh eserlerinde daha çok zekât, şirket, mudârebe, selem, ribâ, karz, büyû‘, murâbaha, tevliye gibi bölümlerde geçen re’sü’l-mâl kavramı bağlama göre farklı mânalar taşır. Meselâ şirket akdinde tarafların ortaya koyduğu sermayeyi, miras hukukunda vârislere bölüştürülecek toplam terekeyi, selem akdinde alıcının peşin olarak ödediği semeni, karz akdinde herhangi bir fazlalık / faiz içermeksizin borç verilen malı ifade eder. Re’sülmâl sahibine rabbü’l-mâl ve sermayedâr denir. Câhiliye dönemi Arap toplumunda oldukça yaygın olan faiz uygulamalarında borcun aslı re’sülmâl, fazlalıklar ise ribâ diye adlandırılmaktaydı. Re’sülmâl terkibi Kur’ân-ı Kerîm’de ribâyı kesin biçimde yasaklayan âyetlerin ardından ana paranın alacaklıya ait olduğu ifade edilirken (el-Bakara 2/279), ayrıca Hz. Peygamber’in Vedâ hutbesinde ribâ yasağı bağlamında (Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 5) çoğul şekliyle (rüûsü emvâl) geçer. Modern Arapça’da er-re’s-mâliyye veya el-mezhebü’r-re’smâlî “kapitalizm” anlamında kullanılır. Ekonomi terimi olarak “üretim sürecinde insan emeğinin verimliliğini arttıran üretim malları” (Unay, s. 12), “işletmede kullanılan ve işletmenin teçhizatı olduğu için üretime yönelik mallar” (Savatier, s. 103) şeklinde tanımlanan sermayenin tüketim mallarından farklı olarak üretime yönelik mallardan oluşma özelliği ön plandadır. İlkel dönemlerde üretime dönük faaliyetler yalnız emek ve doğal kaynaklarla yapılırken zamanla sermayeye ihtiyaç duyulmuş, üretim araçları da sürekli değişmiş, basit aletler yerini makineye ve modern teknolojiye bırakmıştır. Bütün bu dönüşümler üretimde sermayeyi son derece önemli bir faktör haline getirmiştir. Ekonomi dilinde sermaye dar anlamda meşrû olan değişik üretim yollarıyla bir şeyi yapmak üzere ortaya konulan nakdî serveti ya da beşerî kabiliyeti, geniş anlamda ise toplumun sahip olduğu kaynakların tamamını kapsar. Bu sebeple iktisatçılar sermayeyi ikiye ayırır.


1. Üretim için gerekli materyalleri içeren ve görünürde artış göstermeyen binalarla üretimde kullanılan makine ve teçhizatlardan oluşan sâbit sermaye. 2. Mal üretiminde ve kâr elde etmede kullanılan aynî ya da nakdî sermaye anlamına gelen tedavüldeki sermaye. Bundan başka fizikî / teknik sermaye, döner sermaye, hukukî sermaye, beşerî sermaye gibi birçok sınıflandırma yapılmıştır (Unay, s. 13).

Fıkıh eserlerinin akid şirketleriyle ilgili bölümünde sermaye anlamında olmak üzere re’sülmâl kavramı geniş bir kullanıma sahiptir. Akid şirketleri iki veya daha çok kişinin bir sözleşme çerçevesinde ortaklaşa iş yapmasını sağlayan ortaklık türleridir. Bu amaçla taraflar mal (emvâl), iş gücü (a‘mâl) ya da kredi ve itibar (vücûh) ortaklığı türünde şirketler kurabilir. Emvâl şirketinde tarafların koyduğu re’sülmâl nakit ve / veya ticarî emtia türünden mallar iken a‘mâl şirketinde ortakların emek ve meslekî becerileri, vücûh şirketinde ise piyasadaki kredileridir. Bu şirketlerin her biri sermeye, kâr zarar paylaşımı ve ortakların birbiriyle sadece vekâlet veya hem vekâlet hem kefâlet ilişkisi içinde olmasına göre mufâvada ve inân türlerine ayrılır. Mufâvada ortaklığı emvâl türünden ise re’sülmâlin altın, gümüş veya nakit para olması gerekir; ticaret malları re’sülmâl yapılamaz. Ortakların farklı katkılarıyla oluşan mudârebe şirketinde taraflardan biri sadece re’sülmâli, diğeri emeğiyle ortaklığa katılır; zarar sermaye sahibi tarafından karşılanır; işletmeci ortak sermaye sahibinin vekili durumunda olup emeğine karşılık ayrıca bir bedel talep edemez.

Re’sülmâl kavramının kullanıldığı diğer fıkhî konuların başlıcaları şunlardır: 1. Karz akdi. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunmanın yollarından biri olan ve dinen teşvik edilen faizsiz borç para verme durumunda ödünç alan kimse sadece borç aldığı miktarı (ana parayı) ödemekle yükümlüdür. 2. Güvene dayalı satım. Satım parasının (semen) satıcının maliyet konusundaki beyanına göre belirlenmesi durumunda güvene dayalı satım türlerinden söz edilir; bunlar da fiyat satıcının aldığı bedelden düşükse vadîa, yüksekse murâbaha, aldığı bedele eşitse tevliye diye anılır. Satıcı, fıkıh terminolojisinde “malı alırken borçlandığı şey” anlamında kullanılan re’sülmâle (alış fiyatına) neleri dahil ettiğini müşteriye açıklamışsa bunların tamamını sermayeye ekleyebilir. Fakat satıcının, “Bana maliyeti şudur” veya “bana mal olduğu fiyata” şeklinde genel bir ifade kullanması sık rastlanan bir durum olduğundan fıkıh doktrinleri nelerin fiyata veya maliyete dahil sayılıp sayılmayacağı hususunda ölçüler geliştirmişler ve çözümler üretmişlerdir (bk. MURÂBAHA). 3. Selem akdi. Üreticinin sermaye temin edebilmesini kolaylaştıran ve paranın peşin, malın vadeli olarak teslimi esasına dayanan selem / selef akdinde satıcıya ödenen satış bedeli re’sülmâl diye isimlendirilir. Selem akdinin kurulmasıyla satıcı re’sülmâle (semene) hemen, müşteri ise mala belirlenen vade dolduğunda sahip olur. Selem akdinde re’sülmâlin cinsi, niteliği, miktarı belli olmalı ve fakihlerin çoğunluğuna göre semen akid meclisinde teslim edilmelidir. Mâlikîler’e göre selemde ana paranın geciktirilmesi câizdir. 4. Sarf akdi. Para olarak kullanılan altın, gümüş gibi değerli madenlerin ya da kâğıt paraların kendi cinsinden veya ayrı cinsten bir parayla peşin olarak değiştirilmesi işlemi olan sarfta bedellerden birinin peşin ödenmemesi halinde akid karza dönüşür ve akid anında teslim edilen kısım bedel değil re’sülmâl olacağından vade (nesîe) faizi meydana gelir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “mvl”, “rǿes” md.leri; Tâcü’l-Ǿarûs, “mvl”, “rǿes” md.leri; Bâcî, el-Münteķā, Beyrut 1403/1983, IV, 300; Serahsî, el-Mebsûŧ, XI, 151, 152, 173, 176, 177; XIII, 86; Kâsânî, BedâǿiǾ, VI, 56, 57, 58, 60, 61; VII, 394-396; Abdullah b. Mahmûd el-Mevsılî, el-İħtiyâr li-taǾlîli’l-Muħtâr, İstanbul 1987, II, 34, 36; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, II, 102, 213; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), IV, 501; Elmalılı, Hak Dini, II, 953; Bilmen, Kamus2, VI, 92, 117; Ahmet Debbağoğlu, İslâm İktisadına Giriş, İstanbul 1979, s. 280; R. Savatier, Hukukî ve Ekonomik Açıdan Borçlar Teorisi (trc. Turgut Önen - Tamer İnal), Ankara 1980, s. 103; Sa‘dî Ebû Ceyb, el-Ķāmûsü’l-fıķhî, Dımaşk 1988, s. 239; M. Revvâs Kal‘acî - Hâmid Sâdık Kuneybî, MuǾcemü luġati’l-fuķahâǿ, Beyrut 1988, s. 217; Nezîh Hammâd, İktisâdî Fıkıh Terimleri (trc. Recep Ulusoy), İstanbul 1996, s. 128; Cafer Unay, Genel İktisat, Bursa 2000, s. 12, 13; S. M. Imamuddin, “Bayt al-Mal and Banks in the Medieval Muslim World”, IC, XXXIV/1 (1960), s. 26; Servet Bayındır, “Sermaye ve Tarihsel Süreçte Mali Aracı Kurumların Sermayeye Yaklaşım Tarzı”, İÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 4, İstanbul 2002, s. 174-178; “Reǿsü’l-mâl”, Mv.F, XXII, 6; İsmail Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 110; Hamdî Abdülazîm, “Reǿsü’l-mâl”, el-MevsûǾatü’l-İslâmiyyetü’l-Ǿâmme, Kahire 1422/2001, s. 668.

Şevket Topal