RİFÂDE

(الرفادة)

Hac döneminde hacılara yemek dağıtma görevi.

Sözlükte “yardım etmek, desteklemek; bağışlamak” anlamlarına gelen rifâde kelimesi, Câhiliye döneminde “hac günlerinde Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin yemek ihtiyaçlarının karşılanması” mânasında kullanılmıştır. Câhiliye devri Arapları arasında misafirperverliğin çok yaygın olması, İslâmiyet’ten sonra da Mekke ve Medine halkının şehirlerine gelen yabancılara yemek ikram etmeyi sürdürmesi rifâde geleneğinin köklü bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Câhiliye döneminde önceleri, Kâbe’yi ziyarete gelenler Mekke halkından toplanan yardımlarla oluşturulan bütçeden ağırlanırken daha sonra bu görevi, onu bir itibar ve şeref vasıtası olarak gören zenginlerle Mekke ve Kâbe yönetiminde etkili olan kabile reisleri üstlenmiştir. Daha çok hurma ve kuru üzümden ibaret olan yemeğin ana malzemesine zamanla et, ekmek, yağ, buğday ve arpa eklenmiştir. İlk defa deve etinden yemek yaptırıp hacılara dağıtan kimsenin Mekke’ye putperestliği sokan Amr b. Lühay olduğu rivayet edilir.

Rifâde hizmeti, Hz. Peygamber’in dördüncü dedesi Kusay b. Kilâb tarafından bir kurum haline getirilmiştir. Kinâne ve Kudâa kabilelerinin yardımıyla Mekke’ye hâkim olan Kusay, Kâbe hizmetleriyle ilgili düzenlemeler yaparken Kureyşliler’e, “Sizler Allah’ın komşuları ve harem ehlisiniz, hacılar ise Tanrı’nın misafirleri ve O’nun evinin ziyaretçileridir. Onlar ikram edilmeye en lâyık olan misafirlerdir, buradan ayrılıncaya kadar onlara yemek hazırlayın, içecek ikram edin. İmkânlarım bunun tamamını karşılamaya yetecek olsaydı bunu bizzat kendim yerine getirirdim” demiş (İbn Sa‘d, I, 60), Kureyşliler, Kusayy’ın bu teklifini kabul ederek mallarından bir kısmını bu iş için ayırmıştır. Rifâde hizmeti için Kureyşliler’den her yıl para ve mal toplanarak bir bütçe oluşturulması bu olaydan sonra gelenek halini almıştır. Bütçeye katılmanın üst sınırının 100 miskal ağırlığındaki Bizans parası olduğu rivayet edilir. Bu uygulamayla Mekke’ye gelen herkesin ağırlanması hedeflenmişse de malî durumu iyi olmayanlara öncelik tanınmıştır. Haccın ilk günlerinde Mekke yollarında ve şehrin belli yerlerinde oluşturduğu özel mekânlarda develer kestirip hazırlattığı yemekleri hacılara ikram eden Kusay (Ya‘kūbî, I, 259), yaşlandığı zaman oğlu Abdüddâr’a hacılara yemek yedirme hizmetini sürdürmesini vasiyet etmiştir. Ezrakī, Kusayy’ın bu görevi öbür oğlu Abdümenâf’a verdiğini kaydederse de (Aħbâru Mekke, I, 110) bu bilgi diğer kaynaklar tarafından teyit edilmemektedir. Bir süre sonra başta Abdümenâf olmak üzere Hâşim, Muttalib, Nevfel ve Abdüşems sayı ve itibar bakımından daha üstün olduklarını ileri sürerek bu görevlerin Abdümenâfoğulları’na verilmesi gerektiğini belirtmiş ve onlara karşı mücadeleye girişmiştir (bk. HİLFÜ’l-MUTAYYEBÎN). Sonunda rifâdenin de aralarında bulunduğu bazı görevlerin Abdümenâfoğulları’na verilmesi kararlaştırılmış, böylece rifâde görevi, zenginliği ve cömertliğinden dolayı Abdümenâf b. Kusayy’ın oğlu ve Hz. Muhammed’in büyük dedesi Hâşim’e geçmiştir.

Hâşim de Kureyşliler’den mal toplama geleneğini sürdürmüş, rifâde ve sikāye görevleri için harcanan paranın dörtte birini kendi malından karşılamıştır (İbn Habîb, s. 27). Bu konuda yaptığı hizmetlerle Mekke ve çevresindeki Arap kabileleri arasında büyük itibara sahip olan Hâşim, kıtlığın hüküm sürdüğü bir yıl Dımaşk’tan getirttiği ekmekleri et suyunda tirit yaparak hacılara ikram etmiş, bundan dolayı asıl adı Amr olmakla birlikte “Hâşim” (kıran, ufalayan, parçalara ayıran) lakabıyla meşhur olmuştur (İbn Sa‘d, I, 62-63; Belâzürî, I, 67). Rifâde hizmetini Hâşim’den sonra küçük kardeşi Muttalib üstlenmiş, ondan da Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e geçmiştir.

Abdülmuttalib’den sonra rifâde görevi oğlu Ebû Tâlib’e intikal etmiştir (Ezrakī, I, 112). İslâm’ın ilk yıllarında da bu görevi yürüten Ebû Tâlib malî durumu bozulunca kardeşi Abbas’tan önce 10.000, ertesi yıl 15.000 dirhem borç almak zorunda kalmıştır. Üçüncü yıl borcunu ödeyemeyince rifâde ve sikāye görevlerini Abbas’a devretmiş (Belâzürî, I, 64), Abbas bu görevleri Mekke’nin fethine kadar sürdürmüştür. M. Watt, Abdümenafoğulları’nın rifâdenin de aralarında bulunduğu Kâbe hizmetlerini üstlenme konusundaki çabalarını ve hizmetlerini maddî çıkar elde etmek amacıyla ilişkilendirir (Hz. Muhammed Mekke’de, s. 26). Böylece Hâşim’in harcamaların bir kısmını kendi malından karşıladığını ve Ebû Tâlib’in borçlandığı için bu görevleri kardeşine devrettiğini göz ardı eder.

Resûl-i Ekrem, Mekke’nin fethinden sonra rifâdeyi şahısların uhdesinden alıp bir kamu görevi haline getirmiştir. 9 (631) yılında hac emîri olarak görevlendirdiği Hz. Ebû Bekir’e hacılara yemek hazırlatması için bir miktar mal veren Hz. Peygamber Vedâ haccında bu görevi bizzat üstlenmiştir (Ezrakī, I, 112, 194-195). Rifâde görevi Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren Mekke’ye hâkim olan halife ve devlet başkanları tarafından yürütülmüştür (a.g.e., I, 112). İbn Kesîr rifâdenin zaman zaman kesintiye uğradığını, Abbâsîler’in ilk yıllarında bu görevin sürdürülebilmesi için masrafları beytülmâlden karşılanmak üzere bazı kişilerin görevlendirildiğini kaydeder (el-Bidâye ve’n-nihâye, II, 193). Sonraki dönemlerde rifâde hizmetinin hac mevsimlerinde Medine’de de sürdürüldüğü görülmektedir. Haremeyn fakirlerine ikram edilmek üzere Mekke ve Medine imaretlerinde pişirilen bir çeşit çorba olan deşîşe rifâdenin değişik bir uygulamasıdır (bk. DEŞÎŞE). Takıyyüddin el-Fâsî (ö. 832/1429), halife ve sultanların emriyle hac mevsimlerinde Mekke ve Mina’da yemek pişirilerek insanlara dağıtıldığını kaydeder (Şifâǿü’l-ġarâm, II, 141). Eyüp Sabri Paşa bu uygulamanın Osmanlı döneminde de sürdürüldüğünü, Mina’da bulunan Osmanlı askerlerine ve özellikle fakir hacılara Mekke Emirliği tarafından et ve erzak dağıtıldığını, Müzdelife’den Mekke’ye dönülen ikinci günün akşamında büyük bir ziyafet düzenlendiğini, 1873 yılı hac mevsimindeki bu ziyafete Mekkeliler ve hacı adaylarıyla birlikte kendisinin de katıldığını söyler (Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 327).


BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “rfd” md.; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Kahire 1987, I, 144, 148-150, 156-158, 163; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 60, 62-63, 67; İbn Habîb, el-Münemmaķ, s. 27-28; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 110, 112, 194-195; İbn Şebbe, Târîħu’l-Medîneti’l-münevvere, IV, 1149; Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), I, 58, 62, 64, 67-68; IX, 415; Ya‘kūbî, Târîħ, I, 239, 259; İbn Abdürabbih, el-Ǿİkdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî), Beyrut 1407/1987, III, 267-269; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XVI, 34-38; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüssâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, II, 192-194, 270; XIII, 52; Fâsî, Şifâǿü’l-ġarâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, II, 121-124, 139-141; Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 327; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 845; W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de (trc. Rami Ayas - Azmi Yüksel), Ankara 1986, s. 26; İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, Ankara 1997, s. 62, 67-68, 99; G. R. Hawting, “The ‘Sacred Offices’ of Mecca from Jahiliyya to Islam”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, XIII, Jerusalem 1990, s. 64.

Mustafa Sabri Küçükaşcı