RÛHULEMÎN

(الروح الأمين)

Kur’an’da Cebrâil hakkında kullanılan bir isim.

Rûh kelimesiyle “dürüstlüğüne güvenilen” anlamındaki emînden oluşan er-rûhu’l-emîn terkibi ilâhî vahyi peygamberlere ulaştırmakla görevlendirilen Cebrâil’i ifade eder (Lisânü’l- ǾArab, “rvĥ” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 548). Kur’an’ın âlemlerin rabbi tarafından indirildiğini beyan eden âyetten sonra, “Onu senin kalbine Rûhulemîn indirmiştir” denilmektedir (eş-Şuarâ 26/192-194). Burada geçen Rûhulemîn’den Cebrâil’in kastedildiğini, “Cebrâil’e düşman olan kimse şunu bilsin ki Kur’an’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur” meâlindeki âyet açıkça göstermektedir (el-Bakara 2/97). Bu hususta İslâm âlimleri görüş birliği içindedir (İbn Kesîr, VI, 58). Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in Cebrâil’i Rûhulemîn diye andığına dair kesin bir delil bulunmamakla birlikte bir rivayette İbn Abbas’ın Hz. Âişe’ye İfk Hadisesi’yle ilgili olarak, “Senin mâsumiyetini Rûhulemîn getirdi” demesine dayanılarak (Müsned, I, 276) sahâbe arasında Cebrâil’in Rûhulemîn ismiyle de anıldığı söylenebilir.

Cebrâil’in Rûhulemîn diye nitelendirilmesinin sebepleri üzerinde duran âlimler, onun ruh olarak anılmasını hayatın kaynağının ruh oluşuna veya onun ruhtan meydana gelişine dayandırır. Buna göre varlık ruhla hayat kazandığı gibi din de Cebrâil’in getirdiği vahiyle başlayıp devam etmiştir. Bir başka yoruma göre Cebrâil, insanlar gibi ruh ve bedenden meydana gelmeyip maddesi bulunmayan (latif) ruhtan yaratıldığı için böyle isimlendirilmiştir (Fahreddin er-Râzî, XXIV, 142; Âlûsî, IX, 162). Nitekim soyut varlıklar olan melekler de çeşitli âyetlerde ruh şeklinde ifade edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rvĥ” md.). Onun emîn olarak nitelendirilmesi de Allah’tan aldığı mesajları peygamberlere iletmesinde güvenilir olmasıyla bağlantılı görüldüğü gibi Allah katında belirli bir mevkiye sahip bulunması, şerefli kılınması ve mele-i a‘lâda kendisine itaat edilmesi şeklinde de yorumlanmıştır (Fahreddin er-Râzî, XXIV, 142; İbn Kesîr, VI, 58). Cebrâil’in bu şekilde anılması müşriklerin, “Kur’an’ı Muhammed’e bir insan öğretiyor” gibi iddialarına da (en-Nahl 16/103) reddiye anlamı taşır. Böyle bir nitelemeyle onun vahyi Allah’tan aldığı gibi resulünün kalbine indirdiği ortaya konulmaktadır. Özellikle Mekke döneminde inen âyetlerde Cebrâil’in ismiyle değil Rûhulemîn, Rûhulkudüs, şedîdü’l-kuvâ (üstün güç sahibi, en-Necm 53/5) gibi vasıflarla anılmasında bu sonuncu noktaya işaret edilmiş olmalıdır (Ateş, VI, 321).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “emn”, “rvĥ” md.leri; Kāmus Tercümesi, IV, 548; Müsned, I, 276; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1420/1999, IX, 475-476; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü Ehli’s-sünne (nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî), Beyrut 1425/2004, III, 541; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1421/2000, XXIV, 142; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân (nşr. Hânî el-Hâc), Kahire, ts., VI, 58; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî (nşr. M. Ahmed el-Emed - Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1420/1999, IX, 162; Elmalılı, Hak Dini, I, 432; V, 3644; Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1990, VI, 321; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1420/2000, XIX, 194; Yusuf Şevki Yavuz - Zeki Ünal, “Cebrâil”, DİA, VII, 202-204; Hüseyin Algül, “Emîn”, a.e., XI, 111.

Hülya Alper