ŞÂBÂN-ı VELÎ

(شعبان ولى)

(ö. 976/1569)

Halvetiyye-Şâbâniyye tarikatının kurucusu.

Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde dünyaya geldi. Hayatına dair bilgilerin önemli bir kısmı, Şâbân-ı Velî Dergâhı’nın beşinci şeyhi Ömer Fuâdî’nin Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî adlı eserine dayanmaktadır. Ömer Fuâdî doğum tarihi hakkında bilgi vermez. Son dönem kaynaklarında doğumu için 902 (1497) (Ozanoğlu, s. 6) ve 905 (1499-1500) (Hüseyin Vassâf, III, 512) yılları zikredilmektedir. Yakın döneme ait bir Şâbânî icâzetnâmesindeki kayda dayanarak 886’da (1481) dünyaya geldiği ileri sürülmekte, Şâbân-ı Velî Müzesi’nde bulunan bir silsilenâmede de aynı tarihin verildiği


belirtilmektedir (Çiftçi, s. 94). Annesini ve babasını küçük yaşta kaybeden Şâbân-ı Velî’yi bir hanım evlât edindi. İlk öğrenimini Taşköprü’de yaptıktan sonra Kastamonu’daki Abdürrezzak Camii Türbesi’nde medfun bulunan Osman oğlu Hoca Velî’den tefsir ve hadis dersleri okuyup icâzet aldı. Daha sonra İstanbul’a giderek Fâtih medreselerinden birinde kaldı (Ömer Fuâdî, s. 37). Bu medresenin Karadeniz Başkurşunlu Medresesi olduğu, burada dokuz yıl Kur’ân-ı Kerîm, tefsir ve hadis gibi ilimleri tahsil ettiği, Eyüp Camii’nde kürsü şeyhliği ve dersiâmlık görevlerine tayin edildiği yolundaki mâlûmat (Çiftçi, s. 96; Erol, s. 507) eski kaynaklarda yer almamaktadır.

Ömer Fuâdî’nin verdiği bilgiye göre öğrenimini tamamladığı günlerde rüyasında kendisine, “Vatan-ı aslînize gidiniz” denilmesi üzerine muhtemelen 925 (1519) yılında birkaç arkadaşıyla birlikte Kastamonu’ya dönmek için yola çıkan Şâbân-ı Velî, Düzce ile Bolu arasındaki Konrapa’da Halvetiyye’nin Cemâliyye kolunun pîri Cemâl-i Halvetî’nin halifelerinden Hayreddin Tokadî ile karşılaştı. Hayreddin Efendi sohbet sırasında kendisine bir âyetin meâlini sordu, o da müfessirlerin görüşlerine göre cevaplar verdi. Hayreddin Tokadî’nin âyetin ledünnî mânasını kendisinin o güne kadar öğrendiklerinden çok farklı şekilde izah etmesi gönlünde derin izler bıraktı. Arkadaşlarına Hayreddin Efendi’nin yanında kalacağını söyledi ve onun dervişi olup on iki yıl kendisine hizmette bulunduktan sonra seyrü sülûkünü tamamlayıp halife olarak Kastamonu’ya gönderildi. Bu durumda onun 937 (1530-31) yılı civarında Kastamonu’ya döndüğü söylenebilir. İstanbul’dan birlikte yola çıktığı arkadaşlarından Muslihuddin Efendi de Hayreddin Tokadî’ye intisap etti. Hayreddin Tokadî ona hilâfet vererek memleketi Düzce Karaköy’e gönderdi, Şâbân-ı Velî de kendisine yoldaşlık etti (Ömer Fuâdî, s. 40-41; Tatcı, s. 309-318). Atâyî’nin Şâbân-ı Velî’nin Konrapalı Muslihuddin Efendi’ye hizmet ettiğini söylemesi (Zeyl-i Şekāik, s. 199) doğru değildir.

Şâbân-ı Velî, Kastamonu’ya geldiğinde önce Halvetî şeyhlerinden Seyyid Sünnetî Efendi’nin Hisarardı semtinde zâviye olarak kullanmak için yaptırdığı mescide yerleşti, bir süre sonra yakınındaki Cemal Ağa (Hüsam Halîfe) Camii’nde inzivaya çekildi. Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî’de belirtildiğine göre (s. 42-43) bu sırada yanına saf bir köylü gelip, “Dürüst birine benziyorsun, ne zamana kadar burada garip ve aç oturacaksın?” diyerek çobanlık yapmasını teklif edince Şâbân-ı Velî de irşad görevini kastedip buraya halkı gütmeye geldiğini söyledi. Cemal Ağa Camii’nden, Ömer Fuâdî’nin “erbâb-ı velâyetten hali ve kemali gizli azizlerden” diye tanıttığı Hacı Seydi ve Çatak Baba’nın teklifleriyle tekrar Seyyid Sünnetî Mescidi’ne dönen ve burada birçok defa erbaîn çıkaran Şâbân-ı Velî, bu mescidin şehrin dışında olması sebebiyle bazı dervişlerinin ısrarlı daveti üzerine şehir merkezindeki Honsalar Camii’ne taşındı. Buradaki irşad faaliyetleri sırasında Şâbân Dede, Şâbân-ı Velî diye tanınmaya ve kerametleri dilden dile dolaşmaya başladı (a.g.e., s. 48). Honsalar Camii, Atabey Gazi mahallesinde çıkan bir yangında yanınca Hisarardı’nda Seyyid Sünnetî Mescidi yakınındaki Eyüb Halîfe tarafından bağışlanan bir eve taşındı (a.g.e., s. 68-69), yerine geçecek şeyhlerin de burada oturması için bir vakıfnâme tanzim ettirdi. Daha sonra Şâbâniyye tarikatının âsitânesi olacak bu mekânda uzun yıllar irşad faaliyetini sürdüren Şâbân-ı Velî 18 Zilkade 976 (4 Mayıs 1569) tarihinde vefat etti ve tekkesinin bahçesine defnedildi (Ömer Fuâdî, s. 93). “Eyledi Şa‘bân Efendi azm-i dildâr-ı cinân” mısraı vefatına tarih düşürülmüştür. Hüseyin Vassâf, Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî’de evliliği hakkında bilgi verilmeyen Şâbân-ı Velî’nin Yahyâ adında bir oğlu olduğunu, İstanbul’da Eyüp Camii kürsü şeyhliğinde bulunan Yahyâ Efendi’nin altıncı postnişin Çorumlu İsmâil Efendi’ye intisap ettiğini, 100 yaşını aşmış olduğu halde 1082 (1671) yılında vefat ettiğini, oğlu Müntehâ Efendi’nin ve neslinden gelenlerin de şeyh olarak görev yaptıklarını kaydeder (Sefîne-i Evliyâ, III, 528). Bazı kaynaklarda Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kurucusu Şeyh Mehmed Nasûhî’nin (ö. 1130/1718) onun neslinden geldiği söylenmekteyse de bu doğru değildir.

Halvete ve riyâzete çok önem veren Şâbân-ı Velî hayatının son yedi yılını dergâhındaki halvethânede geçirmiştir. Onun bu sırada namazlarını tayy-i zaman ve tayy-i mekân ile Kâbe’de kıldığı rivayet edilir. Hacca gittiğine dair bilgi bulunmamasına rağmen kendisine Hacı Şâbân-ı Velî denilmesi bu inanışla ilgili olmalıdır (a.g.e., III, 517). Atâî, Şâbân-ı Velî’nin hediye kabul etmediğini, kendisinin ekip biçtikleriyle geçindiğini söyler (Zeyl-i Şekāik, s. 199). Ancak halvete, uzlete ve itikâfa bu kadar önem veren bir mürşidin ziraatla uğraşması pek muhtemel görülmemektedir (Öngören, s. 87). Şâbân-ı Velî’nin zâhir ilimlerindeki bilgisi, zâhir ve bâtın dengesini gözetmesi ulemâdan birçok kişinin kendisine intisap etmesinde etkili olmuştur. Ebüssuûd Efendi’nin yakın arkadaşlarından olduğu belirtilen Süleymaniye Camii vâizi Kastamonulu Muharrem Efendi bunlardan biridir. Muharrem Efendi, Şâbân-ı Velî’den hilâfet almış, vâizliğin yanı sıra İstanbul’da şeyhlik yapmıştır. XVII. yüzyıl Şâbânî şeyhlerinden Muslihuddin Vahyî, Şâbân-ı Velî’yi cezbe ve melâmetle Hakk’a ulaşan “şüttâr” tarikine mensup bir âşık olarak tanıtır. Vahyî’ye göre onun sermayesi Hz. Ali’nin sırrıdır. Hayatı boyunca şeriat ve hakikat âdâbını gözetmiş, mensuplarının da bu dengeyi korumasını istemiştir. Şâbân-ı Velî’nin, “Şeriat bademin kabuğu, tarikat özüdür” şeklindeki sözü bu özelliğini göstermektedir. Şâbân-ı Velî’nin tâc-ı şerifi ve bir gömleğiyle bazı asâ, tesbih ve seccadeleri günümüze ulaşmış, ancak türbesinde muhafaza edilen bu eşyalardan bir kısmı yakın bir tarihte çalınmıştır.


Şâbân-ı Velî’nin türbesinin inşaatı Ömer Fuâdî tarafından I. Ahmed’in şehzadesi Sultan Osman’ın himayesinde başlatılmış, Şâbân-ı Velî’nin dervişlerinden Himmet Dede’nin oğlu Vezir Murad Paşa’nın kethüdâsı Ömer Bey’in desteğiyle sürdürülmüştür. Ömer Bey’in çok para harcayıp israf ettiği gerekçesiyle Nasuh Paşa tarafından Diyarbekir’de idam edilmesi üzerine Ömer Fuâdî’nin gayretleri ve hayır severlerin yardımlarıyla 1020 (1611) yılında tamamlanan türbe Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerinde önemli tamirler görmüştür. Halk arasında türbeyle ilgili rivayetler anlatılmakta ve halk türbenin yanındaki “Asâ suyu” denilen suyun zemzem suyu olduğuna inanmaktadır.

Ömer Fuâdî’nin yanı sıra Şâbânî şeyhlerinden İbrâhim Hâs, Şâbân-ı Velî hakkında Tezkiretü’l-Hâs adını verdiği bir menâkıbnâme kaleme almış (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4543), Şâbân-ı Velî Dergâhı’nın son şeyhi Mehmed Atâullah Efendi (Armay), Ömer Fuâdî’nin Menâkıbnâme’sine bir zeyil yazmıştır. Şâbân-ı Velî bütün tarikat çevrelerince Anadolu’nun dört kutbundan biri olarak kabul edilir (diğerleri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı Bayrâm-ı Velî’dir). Halvetiyye en fazla kola ayrılan tarikat olduğu gibi Şâbâniyye de Halvetiyye içinde birçok kola sahip en yaygın tarikattır. Şâbâniyye Anadolu, Balkanlar, Irak, Suriye ve Hicaz’dan Hindistan ve Afrika’nın içlerine kadar çok geniş bir coğrafyada temsil edilmiştir (bk. ŞÂBÂNİYYE). Şâbân-ı Velî’ye bir tecvid risâlesi atfedilmekteyse de (Kastamonu İl Halk Ktp., nr. 673, 806; Çiftçi, s. 113-114) bu doğru değildir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ömer Fuâdî, Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî, Kastamonu 1294; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 199; Muslihuddin Vahyî, Mi‘râcü’l-Beyân-Miracın Tasavvufi Boyutu (haz. Mustafa Tatcı - Cemal Kurnaz), Ankara 2002, s. 73; Tomar-Halvetiyye, s. 62-64; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz), İstanbul 2006, III, 511-530; H. J. Kissling, “Sa’bân Velî und Die Sa’bânijje”, Serta Monacensia, Franz Babinger zum 15 Januar 1951 Als Festgruss Dargebracht, Leiden 1952, s. 7-109 (yazının tercümesi için bk. “Şa’bân-ı Velî ve Şa’bânilik I-III” [trc. Serhan Tayşi], Bülten: Bilim ve Sanat Vakfı, V/32 [İstanbul 1993-94], s. 28-43; V/33 [1994], s. 30-35; V/34 [1994], s. 27-40); Ziya Demircioğlu, Kastamonu Evliyâları, Kastamonu 1962; a.mlf., Şeyh Şa’bân-ı Velî ve Postnişinleri, Kastamonu 1990; İhsan Ozanoğlu, Türk Büyüklerinden Ünlü Bilgin ve Mutasavvıf Şa’bân-ı Velî: Hayatı, Eserleri ve Külliyesi, Kastamonu 1966; L. Nihal Yazar, Halvetîliğin Şa’bâniyye Kolu: Menâkıb-ı Şa’bân-ı Velî ve Türbenâme, [baskı yeri ve tarihi yok], (Mas Matbaacılık); Abdulkerim Abdulkadiroğlu, Halvetîlik’in Şa’bâniyye Kolu Şeyh Şa’bân-ı Velî ve Külliyesi, Ankara 1991; N. Clayer, Mystiques, état et societe: Les halvetis dans l’aire balkanique de la fin du XVe siècle à nos jours, Leiden 1994, s. 176-177, 260-262; a.mlf., “Sha’ban Weli”, Biographical Encyclopaedia of Sufis: Central Asia and Middle East, New Delhi 2002, s. 423-425; a.mlf., “ShaǾbāniyya”, EI² (İng.), IX, 155-156; Mustafa Seyfi Cihangir, Şeyh Şa’bân-ı Velî Hazretleri’nin Hayatı ve Manevî Silsilesi, Kastamonu 1997; Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, İstanbul 2000, s. 87; Fazıl Çiftçi, Hazret-i Pîr Şeyh Şa’bân-ı Velî, Kastamonu 2002; Ali Erol, “Şeyh Şa’bân-ı Velî ve Türbesi Etrafında Oluşan İnançlar, Gelenekler”, Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezleri Kongresi Bildirileri (23-27 Eylül 2002), Ankara 2004, s. 503-514; Zekiye Çağımlar, “Kastamonu Halk Kültürü İçinde Yatır-Ziyaret İnancı ve Bu İnanç Çerçevesinde Şeyh Şaban-Veli Etrafında Oluşturulan Efsaneler”, İkinci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri (18-20 Eylül 2003), Ankara 2005, s. 445-464; Mustafa Tatcı, “Kastamonulu Eren Şa’bân-ı Velî ile İlgili Yeni Bilgiler”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, özel sayı, Ankara 2007, s. 309-318.

Mustafa Tatcı - Cemal Kurnaz