SÂDIK MEHMED PAŞA

(1826-1901)

Osmanlı devlet adamı, Maliye nâzırı ve başvekil.

Bayındır ulemâsından Müftü Abdullah Efendi’nin oğludur. Kendi ifadesine göre 1836 yılına kadar Sâlihzâde Hüseyin Efendi’nin mektebine devam etti, babası ve büyük kardeşi Reşid Efendi’den faydalandı. Arapça yanında Farsça öğrenmeye çalıştı. Babasının ölümü üzerine (1843) Tireli Hâfız Emin Efendi’den eğitimini sürdürdü. 1844’te Bayındır müdürlüğüne getirildi.


Vali Kara Osmanzâde Yâkub Paşa’nın haksız uygulamaları neticesinde kardeşi Reşid Efendi’nin Midilli’ye sürülmesi üzerine ailesi dağılınca İzmir’e yerleşti. Burada yemiş ticareti yapan Mehmed Ali Ağa’nın yanında kâtip olarak çalışmaya başladı ve bir müddet sonra damadı oldu. Bu arada ticaret ve hesap işlerinde bilgi edinmeye başladı; bir süre İzmir gümrüğünde çalıştı, Fransızca öğrenmeye gayret etti ve İstanbul’a gidip tercüme odasına girdi. 26 Temmuz 1857’de Beyrut emlâk tahririne memur edildi. 1860’ta arazi anlaşmazlıklarının halli için Yanya’ya gönderildi.

Ecnebi tebaası ile konsolosu olan yerlerde siyasî işleri idare etmek üzere “politika memuru” sıfatıyla Şam’a gönderildi ve burada bir müddet vazife gördü. Gümrük İdaresi’nin emanete çevrilmesi sırasında 27 Nisan 1861’de Selânik gümrük emanetine getirildi. 7 Mayıs 1866’da Dîvân-ı Muhâsebât Muhâkemât Dairesi’nde teşkil edilen Mesâlih-i Umûmiyye Kısmı üyesi oldu. 25 Şubat 1867’de Maliye Nâzırı Şirvânîzâde Mehmed Rüşdü Paşa’nın aracılığıyla eshâm-ı umûmiyye emanetine tayin edildi. Haziran-Temmuz 1868’de bazı malî işlerin halli için Paris’e gitti ve oradayken 18 Şubat 1869’da yine Şirvânîzâde’nin sevkiyle Maliye nâzırlığına getirildi. 8 Nisan’da Paris’ten döndü.

Maliyedeki liyakat ve ehliyetinden ötürü kendisine Sadrazam Mehmed Emin Âlî Paşa’nın arzıyla vezirlik rütbesi verildi (28 Nisan 1869). 8 Ağustos 1870’te Evkaf nezâretine tayin edildi. 24 Ekim’de Aydın valiliğine gönderildi. 22 Eylül 1871’de ikinci defa Maliye nâzırı oldu. Nezâretteki üst düzey memurların kendisine sorulmadan tayin edilmesi ve yapılacak istikrazın yüksek faizinden ötürü kabine toplantısında Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ile anlaşmazlığa düşmesi üzerine azledildi (13 Kasım 1871). İkinci defa Aydın valiliğine getirildi (30 Haziran 1872). Midhat Paşa’nın sadâretinde üçüncü defa Maliye nâzırı oldu (13 Ağustos 1872) ve Esad Paşa’nın ilk sadâretinde nezâretten ayrıldı (16 Şubat 1873). Şirvânîzâde’nin sadâretinde rüsûmat emanetine tayin edildi (7 Mayıs 1873). Bir banka kurulması ve Rumeli demiryolları inşası sebebiyle Baron Hirsch’ın çıkardığı zorlukların halli için 1874’te Paris’e gitti. Döndükten sonra aynı yılın temmuz ayı başlarında rüsûmat nezâretinden ayrıldı.

Mahmud Nedim Paşa’nın ikinci sadâretinde Paris sefiri olan Sâdık Mehmed Paşa (25 Ekim 1875) Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde rol oynayan kişilere yakın olması sebebiyle, Avrupa’ya sürülen Midhat Paşa ile görüşme ihtimalinin ortadan kalkması için Paris’ten alınarak Tuna valiliğine tayin edildi (5 Şubat 1877). Üç ay sonra valilikten alındı ve İstanbul’a geldikten sonra hava değişikliği için Midilli’ye gitti. 9 Ağustos 1877’de tekrar İstanbul’a döndü. Dâire-i Seraskerî’de bazı vekillerle teşkil edilen Meclis-i Askeriyye’ye dahil edildi. Ardından Muhacirîn Komisyonu başkanlığına getirildi. Üç ay kadar sonra İstanbul mebusu olarak yeni açılan meclise girdi (Kasım 1877).

Hamdi Paşa’nın sadâretinde ikinci defa rüsûmat nâzırı oldu (11 Ocak 1878) ve Rusya ile mütareke yapmak üzere gönderilen Nâmık Paşa’nın dönüşüne kadar Hazîne-i Hâssa Nezâreti’ne vekâlette bulundu. Edirne’ye gelen General Ignatiev ile barış müzakereleri yapmak için görevlendirildiyse de bunu kabul etmedi. 18 Nisan 1878’de Nâfia Nezâreti uhdesinde kalmak şartıyla Meclis-i Vükelâ reisliğine getirilerek başvekil oldu. Ayastefanos Antlaşması’ndan sonra Yunan sınırında hareketlilik ve Türk topraklarına saldırı eksik olmamakta, Yunanistan bu sıkışık zamandan istifade etmek istemekteydi. Bulgarlar’ı tutan Ruslar karşısında meseleye müdahil olan İngiltere de denge politikası gereği Yunanistan’a sahip çıkmakta ve bazı toprakların bu devlete bırakılması için Bâbıâli’ye telkinde bulunmaktaydı. Öte yandan İngiltere Kıbrıs’ın ve Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’in kendisine bırakılmasını istemekteydi. Osmanlı topraklarının paylaşımını tekrar düzenlemek üzere Berlin Kongresi toplanmış bulunuyordu. Başvekilliğe getirilen Sâdık Paşa bu gibi meselelerle uğraşmak zorunda kaldı.

Başvekilliğe tayininden otuz üç gün sonra Ali Suâvi vak‘asının zuhur etmesi (18 Mayıs 1878) Sâdık Mehmed Paşa’nın siyasî hayatının sonu oldu ve kısa bir süre içinde azledilmesine sebebiyet verdi (28 Mayıs 1878). II. Abdülhamid kendisini yalnız azletmekle kalmamış, bir daha gelmemek üzere İstanbul’dan uzaklaştırmıştır. Bu katı tutumuyla ilgili olarak çeşitli sebepler ileri sürülmüştür: Bunlar arasında Ali Suâvi olayında hemen tepki göstermemesi ve sonucu bekler gibi bir izlenim vermesi, Abdülaziz’i tahtan indirenlere yakınlık töhmeti altında olmasının da etkisiyle olayın tertipçileri arasında görülmesi, Çırağan’a yapılan baskına dair II. Abdülhamid ile görüşmesinde V. Murad’ın ortadan kaldırılmasını teklif etmesi, padişahın bu olayda vükelânın rolünün olduğuna dair târizde bulunmasına, “Vükelânın iştiraki olsaydı neticesi böyle olmazdı” şeklinde cevap vermesi, bu cevaba padişah tarafından başka anlamların yüklenmiş olması sayılabilir.

Sâdık Mehmed Paşa, İngiliz elçisi Henry Layard’ın sevkiyle önce Berlin Kongresi’ne birinci delege olarak düşünüldüyse de üzerinde bir vazife bulunmadığı Alman sefiri tarafından ihbar edilince bundan vazgeçildi. Kendisine teklif edilen Suriye, Ankara, Trablusgarp valiliklerini kabul etmedi. Sonunda Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine (Rodos ve Sakız adası valiliği) gönderildi (12 Haziran 1878) ve bu görevde üç sene kaldı. Valiliği esnasında Midilli mutasarrıfı olarak tayin edilen Nâmık Kemal ile önceleri iyi geçindiyse de daha sonra araları açıldı. Valiliği sırasında Sakız adasında bir banka kurulması, şehrin açık liman haline getirilmesi, vergilerin affı, kalenin yıkılması, dağlardaki köylerin sahillere nakli gibi teklifleri İstanbul’da hoş görülmedi. Yine bu dönemde vilâyet merkezinin Rodos’tan Sakız’a naklinden sonra meydana gelen büyük depremde (22 Mart 1881) adada ağır hasar oluştu. 16 Nisan’da valilikten istifa eden Sâdık Mehmed Paşa’nın istifası hemen kabul edilmeyip daha sonra azledildi (4 Haziran 1881). Limni’de oturmaya memur edilerek kendisine üç yıl sonra 10.000 kuruşluk bir mâzuliyet maaşı bağlandı.

1319 yılı başlarında (Nisan-Temmuz 1901) Limni’de vefat eden Sâdık Mehmed Paşa buradaki Niyâzî-i Mısrî Türbesi civarına gömüldü. İstikrazlardan yüksek komisyon aldığına ve irtikâbıyla ilgili olarak hakkında çıkarılan söylentilere rağmen fazla bir malı olmadığı görülmüş, terekesinden bazı kıymetli eşya ile pahalı pırlantalar çıkmıştır. Esmer tenli olması sebebiyle arkadaşları arasında “Kara Sâdık” adıyla anılmış, sonraları “Kara Vezir” lakabını almıştır. Memuriyetleri esnasında vahim gelişmeler meydana geldiğinden bahtının kara olduğu söylenmiş ve kendisine uğursuzluk atfedilmiştir. Nitekim Tuna valiliği zamanında Rus ordusu Tuna’yı geçmiş, Maliye nezâreti esnasında nezâret binası yanmış, giriştiği malî işlerde ve istikraz teşebbüslerinde devleti büyük ziyana uğratmış, kısa süren başvekilliği esnasında Ali Suâvi vak‘ası meydana gelmiş, Kıbrıs adası “hayalî faydalar ümidiyle” İngiltere’ye terkedilmiş, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valisi iken vilâyet merkezini büyük bir deprem harabeye çevirmiştir.


Şirvânîzâde’nin Maliye nâzırlığında teveccühünü kazanıp onun himayesiyle ilerlemiş ve yerine Maliye nâzırı olmuşsa da Maliye’den hâmisi gibi pek anlamadığı ve bilgisinin Maliye hazinesinin usul ve kaidelerini bilmekten ve “Frenk bankalarından birtakım malî tabirat öğrenip finansiyer geçinmekten” öteye geçmediği ileri sürülmüştür (Pakalın, Maliye Teşkilâtı, III, 335). Maliye Nezâreti’ndeki icraatları bu yargıları destekler mahiyettedir. Bankerliğe heves ederek devletin paralarını batırdığına (Kazgan, I, 120-133), Maliye nâzırı iken bir Rus bankeriyle şirket kurduğuna ve kârı ceplerine, zararı devlete havale edilmek üzere borsa oyunları oynadığına ve devleti zarara sokup zenginleştiğine dair iddialar mevcuttur (Ali Rıza - Mehmed Galib, s. 170). İyi niyetle girişilmiş olsa da genelde başarısız geçen malî operasyonlarına ve devlete verdiği zararlara rağmen zamanına ve emsaline göre maliye işlerinde uzman diye kabul edilmesi devrin bu meslek dalındaki genel zafiyetinin bir sonucu olmalıdır. Malî müzayaka sebebiyle, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde kassâm idaresinde muhafaza edilen eytâm paralarını istikraz şeklinde alıp sarfettiği ve iadesi mümkün olamadığından bu kaynağı kuruttuğu, yetimlerin paralarına olan bu tecavüzün başına gelenlerin sebebi olduğu ileri sürülmüştür (Pakalın, Maliye Teşkilâtı, III, 334, 336).

Maliye nâzırlığı zamanında kullanılan defterlerle tutulan hesapların tanzim ve ıslahına teşebbüs etmiş, memurların seviyesinin yükseltilmesi için bir dershane açtırmış, programa ayrıca Fransızca dersler koydurmuştur. Burada Münir Bey tarafından verilen usûl-i defterî derslerini 1861’de Fenn-i Defter adıyla taşbasması olarak Matbaa-i Âmire’de bastırmıştır. Maliye nâzırlığı başvekilliğinin önüne geçmiş olan Sâdık Mehmed Paşa, devrin ilerici ricâli gibi anayasayı devletin kurtuluş vasıtası ve Avrupa’nın Osmanlılar hakkındaki kötü izlenimlerinin silinmesinin vesilesi olarak görmekte, aksi takdirde devletin Endülüs gibi yıkılıp gideceğine inanmaktaydı.

BİBLİYOGRAFYA:

Mehmet Zeki Pakalın, Son Sadrazamlar ve Başvekiller, İstanbul 1942, II, 360-423; a.mlf., Maliye Teşkilâtı Tarihi (1442-1930), Ankara 1978, III, 318-351; İbnülemin, Son Sadrıazamlar, s. 739-808; Ali Ekrem Bolayır’ın Hâtıraları (haz. Metin Kayahan Özgül), Ankara 1991, s. 300-301, 410, 417; Ali Rıza - Mehmed Galib, Onüçüncü Asr-ı Hicrîde Osmanlı Devlet Ricâli, İstanbul 2001, s. 169-173; Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, Ankara 2005, I, 120-133.

Kemal Beydilli