SAHBÂN el-VÂİLÎ

(سحبان الوائلي)

Sahbân b. Züfer b. İyâs el-Vâilî el-Bâhilî (ö. I. yüzyıl sonları / VIII. yüzyılın başları)

Vâil kabilesinin hatip ve şairi.

Câhiliye devrinde Vâil kabilesi arasında doğdu ve bu kabile içinde yetişti. Sahbânu Vâil, Sahbânu Vâil el-Bâhilî diye tanındı. Bu dönemde ölüm sonrası dirilişe ilk inanan kimse olduğu kaydedilir (Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, s. 368). Hz. Peygamber zamanında müslüman olmakla birlikte onunla görüşemediği için muhadramûndan sayılır. Hem Câhiliye devrinde hem İslâmî dönemde hitabet, fesahat ve belâgatıyla meşhur oldu. Hitabet, belâgat ve fesahatte “eblağu min Sahbânı Vâil, ahtabu min Sahbâni Vâil, efsahu min Sahbânı Vâil, ebyenü min Sahbânı Vâil, entaku min Sahbânı Vâil” gibi darbımesellerin konusunu teşkil etti. Câhiz, Haccâc’ın 84 (703) yılında katlettiği ümmî bir bedevî olan İbnü’l-Kırriyye’nin hitabette Sahbân kadar meşhur olmadığı halde halk arasında ondan daha çok tanınmasını yadırgamakta (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 20-21), Kitâbü’l-Ĥayevân’ın üstün meziyetini, “Ebyenü min Sahbân ve a‘yâ min Bâkıl” (Eğer istersen bu kitap Sahbânu Vâil’den daha açık ve fasih anlatan olur, istemezsen -Araplar’da ifade zayıflığı konusunda darbımesel olan- Bâkıl’dan daha âciz durumda hiçbir şey söylemez olur) darbımeseliyle açıklamaktadır (Kitâbü’l-Ĥayevân, I, 39). Muâviye’nin valiliği ve halifeliği zamanlarında onun katında büyük bir itibara sahip olan Sahbân’ın Dımaşk’ta ikamet ettiği anlaşılmaktadır. Muâviye’nin yanında kabile hatiplerinin bulunduğu bir sırada onun huzuruna giren Sahbân’ı gören hatipler kendisinden çekinip dışarı çıkınca Sahbân şu anlamdaki dizeyi söylemiştir: “Bu Yemenli topluluk ben ‘emmâ ba‘dü’ diye sözlerime başlayınca onların hatibi olduğumu elbet bilecektir” (Ebû Hilâl


el-Askerî, I, 202). Kur’an’daki “faslü’l-hitâb”ın (Sâd 38/20) bir mânasının da hitabelerde dua kısmı ile hitap kısmını birbirinden ayıran ve asıl söze başlamayı ifade eden “emmâ ba‘dü” demek olduğu, bu başlangıçla Hz. Dâvûd’a özel bir hitap kabiliyetinin verildiği ifade edilirse de (bk. FASLÜ’l-HİTÂB) Sahbân’ın bunu ilk söyleyenlerden biri sayıldığı da söylenir. Sözü edilen başlangıç Ya‘rub b. Kahtân, Kâ‘b b. Lüey, Kus b. Sâide ve Hz. Peygamber’e de nisbet edilir.

Hitap esnasında elde asâ tutma geleneğinin de ilk defa Sahbân tarafından başlatıldığı kaydedilir. Bir gün Muâviye, Sahbân’ın konuşmasını isteyince Sahbân, “Eğriliğimi düzeltecek bir asâ getirin de öyle konuşayım” der. Meclistekilerin, “Halifenin huzurunda konuşurken asâyı ne yapacaksın?” sorusuna verdiği, “Mûsâ rabbinin huzurunda konuşurken asâyı ne yaptı?” şeklindeki cevap Muâviye’nin hoşuna gitmiş, asâ getirilmiş ve öğle namazından ikindi vaktine kadar tekrara düşmeden ve dili sürçmeden konuşmuş, Muâviye’nin, “İkindi namazının vakti geldi” demesi üzerine, “Namaz önündedir; biz tahmîd, temcîd, mev‘iza, tenbîh, tezkîr, va‘d ve vaîd içinde değil miyiz?” diye cevap vermiş, Muâviye, “Sen Araplar’ın en büyük hatibisin” deyince de, “Sadece Araplar’ın mı Acem’in, cin ve insin de” karşılığını vermiştir (a.g.e., I, 202; Abdülkādir el-Bağdâdî, X, 371-372). Bu sebeple Sahbân “hatîbü’l-Arab” unvanı ile de anılır. Sahbân’ın evinde farklı hitabet konumlarında kullandığı değişik asâlarının bulunduğu kaydedilir (Ömer Ferruh, I, 391). Muâviye’nin huzurunda irat ettiği, Arap edebiyatında özel isimle anılan konuşmalardan olan bu hutbe güzelliğinden kinâye “el-hutbetü’ş-şevhâ’” (çirkin suratlı hutbe) diye anılmıştır. Bu hutbeden sonra hiçbir şairin şiir inşad edemediği ve hiçbir hatibin konuşma yapamadığı söylenir (Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 348).

Muammerûndan olduğu rivayet edilen (180 yıl) Sahbân’ın kaynakların birçoğunda Muâviye’nin hilâfeti zamanında 54 (674) yılında öldüğü kaydedilirse de bu isabetli görünmemektedir. Çünkü 56’da (676) kısa bir süre Horasan valiliği yapan Saîd b. Osman b. Affân ile birlikte gelen Horasan heyetiyle Muâviye’nin huzurunda buluşması (Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, III, 156), 65 (685) yılında ölen Sicistan Valisi Talhatü’t-Talahât için şiir yazması (Abdülkādir el-Bağdâdî, X, 371), özellikle 94 (712-13) yılında Şâs ve Fergana’yı fethettikten sonra Hucend’e ulaşan Kuteybe b. Müslim ordusunun burada yaptığı savaştan söz eden bir “Lâmiyye”sinin bulunması (Taberî, VI, 484) Sahbân’ın bu tarihte hayatta olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda hakîm ve şair olan Sahbân’ın eserlerinden çok azı zamanımıza ulaşmıştır. Hutbelerinin çok uzun olması sebebiyle ezberlenip aktarılamadığı kaydedilir. Şöhreti dolayısıyla kendisine ait olmayan birçok hutbe de ona nisbet edilmiştir (Ömer Ferruh, I, 391). Sahbân’ın şair ve hatip olan Aclûn adında bir oğlu vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “sĥb” md.; A. de. B. Kazimirski, Dictionnaire arabe-français, Beyrut, ts. (Mektebetü Lübnân), I, 1057; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, el-Emŝâl (nşr. Abdülmecîd Katâmiş), Beyrut 1400/1980, s. 368; Câhiz, Kitâbü’l-Ĥayevân, I, 39; II, 104; a.mlf., el-Beyân ve’t-tebyîn (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1395/1975, I, 20-21, 48, 348; II, 14; III, 120; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VI, 484; Ebû Hilâl el-Askerî, Cemheretü’l-emŝâl (nşr. Ahmed Abdüsselâm), Beyrut 1408/1988, I, 202; II, 64, 94, 110; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), XX, 143; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ħizânetü’l-edeb, VIII, 17; X, 371-372; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûġu’l-ereb (nşr. M. Behcet el-Eserî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), III, 156-157; Ziriklî, el-AǾlâm, III, 79; Ömer Ferruh, Târîħu’l-edeb, I, 391-392; Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, MevsûǾatü emŝâli’l-ǾArab, Beyrut 1415/1995, II, 53 vd.; T. Fahd, “Saĥbān Wāǿil”, EI² (İng.), VIII, 830.

İsmail Durmuş - Mustafa Öz