SÂİBE

(السائبة)

Câhiliye Arapları’nda bazı dinî hüküm ve örflere konu olan deve veya koyun.

Sözlükte “akmak; başını alıp istediği yere gitmek” anlamlarındaki seyb (seyebân) kökünden türeyen sâibe “istediği yere gidip dolaşması için salıverilen hayvan” demektir. Câhiliye Arapları hastalıktan şifa bulmak, uzun bir yolculuktan selâmetle dönmek, savaşta galip gelmek amacıyla veya bir nimete şükretmek niyetiyle adak adadıkları zaman ilâhları ve putları uğruna bir deve salıverir, buna sâibe adını verirlerdi. Bu devenin sağılması, tüyünün kırkılması, sırtına binilmesi yahut yük yüklenmesi yasaklanır, bu durumdaki hayvanların sütünü yalnızca kendi yavruları veya yolcular içebilirdi (Buhârî, “Menâķıb”, 9; “Tefsîr”, 5/13). Hayvanları takdis etme anlamına gelen bu âdeti ve putlara kurban adamayı ilk defa Hicaz’da başlatan kişinin Amr b. Luhay el-Huzâî olduğu rivayet edilmektedir.

Sâibe uygulamasının hangi hayvan hakkında ne tür durumlarda gerçekleştirildiği hususunda farklı açıklamalar yapılmış olup bunlardan bazıları şöyledir: 1. Sâibe, ilâhlar veya putlar adına salıverilen yahut ilâhların ve putların hizmetçilerine verilen deve, koyun veya sadece koyun demektir (Cevâd Ali, VI, 205). 2. Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ’ya göre sâibe, hepsi dişi olmak üzere on batın doğuran ve bu sebeple sahibi tarafından salıverilen devedir. Bu deveye binilmez, tüyü kırkılmaz, sütünü sadece yavrusu veya yolcular içebilir, öldüğü zaman ise herkes onun etinden yiyebilirdi. Sâibe, bahîrenin anası konumunda tutulurdu (MeǾâni’l-Ķurǿân, I, 322; bk. BAHÎRE). 3. Mâtürîdî’ye göre sâibe, hastalıktan şifa bulan veya uzun yolculuktan dönen kişinin adak olarak salıverdiği devedir. 4. Mâverdî’nin Şâfiî’den naklettiğine göre sâibe Câhiliye döneminde hac tavafı yapıldıktan sonra serbest bırakılan devedir (geniş bilgi için bk. Cevherî, I, 150; Ma‘mer b. Müsennâ,


s. 180; Taberî, VII, 56-60; Mâtürîdî, IV, 357; İbnü’l-Cevzî, II, 437-438; İbn Kesîr, II, 665).

Kurban kesme ibadetinin hemen bütün dinlerde bulunduğu bilinmektedir. İslâm dini açısından kurban kişinin kendi mülkünde bulunan bir hayvanı Allah yolunda feda etmesi, bunun yanında kendince cazip olan beşerî-nefsânî arzularından uzaklaşması, ayrıca kesilen kurban sayesinde fakirlerin beslenmesine katkıda bulunmasıdır. Câhiliye döneminde bir yönüyle kurbana benzeyen gelenekte ise bazı hayvanlar bahîre, sâibe, vasîle, hâmî adıyla yaratılış amacına aykırı tarzda, bir nevi takdis edilerek veya putlara adanarak bir süs hayvanı gibi serbest bırakılmaktadır. Tevhid ilkesini esas alan İslâm dini, Câhiliye Arapları’nın bu geleneğine benzeyen bütün uygulamaları yasaklamış, metafizik gerçekliği bulunmayan ve topluma faydası olmayan telakkileri reddetmiştir (el-Mâide 5/103; el-En‘âm 6/136, 138-139, 142-143).

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, eś-Śıĥâĥ (nşr. Ahmed Abdülgafûr), Beyrut 1990, I, 150; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye (nşr. Râid b. Sabrî), Amman, ts., s. 454, 742; Lisânü’l-ǾArab, “syb” md.; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî - M. Ali en-Neccâr), Beyrut 1980, I, 322; Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Ķurǿân (nşr. Fuat Sezgin), Kahire 1374/1954, s. 177-181; İbn Kuteybe, Tefsîru Ġarîbi’l-Ķurǿân (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut 1398/1978, s. 147; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), VII, 56-60; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Mehmet Boynukalın), İstanbul 2005, IV, 355-358; Mekkî b. Ebû Tâlib, Tefsîrü’l-müşkil min ġarîbi’l-Ķurǿân (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb), Riyad 1406/1985, s. 72; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XII, 115-117; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, II, 437-438; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, II, 665; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), I, 459; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî (nşr. M. Hüseyin el-Arab), Beyrut 1417/1997, V, 60-63; Elmalılı, Hak Dini, III, 1823; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 205.

Muhammed Aruçi