SAİD BEY, Lastik

(1848-1921)

Tanzimat ve Meşrutiyet devri gazeteci ve yazarı.

5 Safer 1264’te (12 Ocak 1848) İstanbul’da doğdu. Tanzimat dönemi devlet adamlarından Ahmed Kemal Paşa’nın oğludur. Asıl adı Mehmed Said olup Kemal Paşazâde Said diye tanınır. Ahmed Râsim’e göre yaz kış ayağına lastik giydiği için kendisine “Lastik” lakabı verilmiştir. İleri görüşlü ve kültürlü bir kişi olan babası oğlunun


tahsiline önem verdi. İlk eğitimini özel hocalardan aldı. Meclis-i Maârif üyesi Amasyalı Hoca Mecid Efendi’den Arapça, babasından Farsça öğrendi. Çocukluğunun bir kısmı, muhtemelen 1855-1857 yılları arasında babasının elçi olarak bulunduğu Berlin’de geçti. Alman mekteplerinin öğretim sisteminden faydalandığını söyleyen Said Bey Almanca tahsil görürken bir yandan da İstanbul’da öğrenmiş olduğu Fransızca’sını ilerletti. İlk memuriyetine 18 Temmuz 1868’de Şûrâ-yı Devlet’te başladı; burada 1874’e kadar muavin, kâtip ve başkâtip olarak görev yaptı. Aynı yıl Sadrazam Hüseyin Avni Paşa tarafından Hariciye Nezâreti Matbuat Kalemi’nde müdür yardımcılığına getirildi, ardından kalem müdürü oldu. Daha sonra girdiği Hariciye Nezâreti kitâbeti, 1885’te Şûrâ-yı Devlet’e Muhâkemat Dairesi üyesi sıfatıyla tayin edilmesine kadar sürdü. I. Meşrutiyet ve Osmanlı-Rus savaşlarını içine alan bu kritik dönemde Avrupa gazetelerinde Türkiye aleyhindeki yazılara Journal de Constantinople’de cevap vermesiyle dikkatleri çekti. Aynı yıl Muhâkemat Dairesi reisi, 1894’te Şûrâ-yı Devlet bünyesinde teşkil edilen Bidâyet Mahkemesi reisi oldu. Bu görevi 1899 yılında Yemen’e sürülmesine kadar devam etti.

Said Bey bir ihbar neticesinde memuriyetten çıkarılarak müebbet hapisle kalebendliğe mahkûm edildi. 20 Kasım 1899 tarihli sürgün kararı mazbatasında ifade edilen “devlet ve saltanat aleyhine neşrolunan muzır neşriyata muavenet ve dedikoduya sebebiyet” gibi suçlamalara Said Bey’in sürgünden bir yıl kadar önce kaleme aldığı “İntihâb-ı Me’mûrîn Komisyonu Lâyihası” ve daha sonra yazdığı “İsti‘fâ-yı Hümâyun Şâyiâtı” adlı yazıları sebep olmuştur. Sürgün yerleri Fizan ve Tâif iken daha sonra Yemen’e çevrildi. Cezasını San‘a’da geçiren Said Bey’in sürgün yıllarına dair bilgi bulunmamaktadır. II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine çıkarılan genel aftan yararlanan Said Bey İstanbul’a dönüşünde Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi başkanlığına tayin edildi (14 Aralık 1908). 3 Şubat 1913’te yaş haddinden emekliye ayrıldı. Bu dönemde daha çok yazı yazmakla meşgul oldu, matbuatla ilgisini devam ettirdi, mülâkatlar verdi, bazı konularda anılarını yazdı. Eserlerinin bir kısmı emeklilik döneminin ürünüdür. Said Bey 15 Mart 1921’de vefat etti ve 18 Mart’ta Süleymaniye Camii hazîresinde babası Kemal Paşa’nın yanına defnedildi. Memuriyetleri arasında Mekteb-i Sultânî’de, Mülkiye ve Hukuk mekteplerinde hocalık da yapmıştı.

Genç yaşından itibaren gazetecilikle meşgul olan Said Bey’i Ali Kemal Türkiye’de gazeteciliğin ve muharrirliğin pîri olarak gösterir. Önce Tasvîr-i Efkâr’da Nâmık Kemal’in yanında çalışmaya başlamış, daha sonra Âyîne-i Vatan gazetesine geçmiş, Filip ve Rüşdü efendilerin yayımladığı İstanbul Gazetesi’nde başyazar olmuştur (1867-1869). Filip Efendi ile beraber Hakāyiku’l-vekāyi‘ gazetesini çıkarmış (1870-1873), bu gazetenin yayımı durdurulunca Vakit gazetesinin neşrine yardım etmiştir (1875-1883). Vakit’in isminin değiştirilerek Tarîk adıyla neşrine izin verilmesi üzerine yine Filip Efendi ile birlikte bu gazeteyi çıkarmıştır. Said Bey, Vakit ve Tarîk gazetelerinde başyazarlık yaptığı sırada Şark ismiyle Beyoğlu’nda bir gazete neşrettiğini söylemektedir (Servet-i Fünûn, 16 Teşrînievvel 1919, s. 7). Gazete yazılarında imza kullanmamış, “İcmâl-i Ahvâl” başlığı altında genellikle ilk sayfada devletler arası münasebetler, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış politikaları ile siyasî gelişmelere dair yazılar yazmıştır. Ayrıca yabancı neşriyatı takip etmiş, Avrupa’daki siyasî gelişmeleri ve dünya devletlerinin durumuyla ilgili konuları yazılarında işlemiştir.

Said Bey, Arap dilinin üstünlüğünü savunan ve dil hakkındaki düşünceleriyle iki yıl kadar süren bir dil münakaşası başlatan Hacı İbrâhim Efendi ile kalem tartışmalarına girmiş, yabancı kelime ve terkiplerden arındırılmış bir Türkçe’yi savunmuş, ancak kendi yazılarında Arapça-Farsça kelime ve terkiplerle yüklü ağır bir üslûp kullanmıştır. Türkçe’nin sadeleşmesi sürecinde söylenen, “Arapça isteyen Urban’a gitsin / Acemce isteyen İran’a gitsin / Ki biz Türküz bize Türkî gerektir” mısraları ona aittir. Görüşlerini açıkça ifade etmekten çekinmeyen Said Bey’in tartışmalarında hicve yatkın bir dili vardır.

Şiirle de ilgilenen Said Bey’in manzumeleri çoğunlukla beyit ve kıtalardan ibarettir. Müstakil bir şiir kitabı bulunmadığı gibi kendi ifadesiyle “vâdi-i hezl ü hiciv”de neşredilen pek çok bendi ve şiiri gazetelerde ve eserlerinin sayfaları arasında kalmıştır. Devlet adamlarını ince nüktelerle eleştirmekten, onları küçük düşürmekten ve zaaflarını ortaya koymaktan çekinmeyen Said Bey hem devlet ricâli hem matbuat âlemi için “kendisinden sakınılması gereken” bir kişiydi.

Said Bey, II. Abdülhamid’in tahta çıkışıyla şöhret bulmuştur. Şehzadeliğinin ilk zamanlarında babası Kemal Paşa’dan Farsça dersleri almış olduğundan eski hocasının oğluna gösterdiği ilgide hocalık hâtırasının payı olmakla beraber II. Abdülhamid, Said Bey’in ilmini ve Fransızca bilgisini takdir etmiş, Avrupa gazetelerinde Osmanlı Devleti aleyhinde çıkan yazılara cevap vermesi için onu sık sık Yıldız Sarayı’na çağırtmıştır. Said Bey II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık iktidar döneminin yirmi üç yılını kendi hesabına iyi değerlendirmiş, iktidara yakın olmanın avantajlarını kullanmıştır. Pek çok Meşrutiyet aydını gibi ikbal günlerinde II. Abdülhamid’e sadakatini sıkça bildiren Said Bey gözden düştükten sonra ömrünün dokuz yılını sürgünde geçirmiş, bunun neticesinde nimetlerini paylaştığı döneme “devr-i istibdâd” demekte bir sakınca görmemiştir.

Eserleri. 1. Fezâil-i Ahlâkıyye ve Kemâlât-ı İlmiyye (İstanbul 1299). J. J. Rousseau’nun ilimler ve sanatlar hakkındaki ünlü eserinin çevirisidir. 2. Hukūk-ı Düvel (Cebrail Gregor ile birlikte, İstanbul 1299). Devletler hukuku alanında ilk Türkçe eser olma özelliğini taşımaktadır. Bir girişle iki bölümden oluşan kitabın girişinde devletler hukukunun tarifi, kısımları, kaynakları ve tarihi üzerinde durulmuş; devlet, saltanat, millet, kavim, ırk gibi kavramlar açıklanmış, eserin birinci kısmında barış zamanı, ikinci kısmında savaş durumu ele alınmıştır. 3. Garâib-i Âdât-ı Akvâm (İstanbul 1303). Eserde muhtelif kavimlerin yaşayış tarzından, mesken ve yemeklerinden, dinî merasimlerinden bahsedilmektedir. 4. Dârü’l-kütüb (İstanbul 1303). Müellifin ilm-i servet, menfaat ve kıymet, maden kömürü, sanayi, vergi, ürünlerin arttırılması, sigorta, mesken çeşitleri, ticaret, ziraat, maarif, yiyecekler, içecekler, elbise ve ziynet eşyası gibi konularda kaleme aldığı veya tercüme ettiği makalelerden oluşmaktadır. 5. Mehâkim (İstanbul 1306). Mahkemelere dair genel bilgilerin


yer aldığı eserde mahkemelerle hükümet idaresinin görevleri ve yetki sınırları, memurların muhakeme usulleri tartışılmış, kanunlarla ilgili açıklamalar yapılmıştır. Kitabın son bölümü hapishaneler hakkındadır. 6. Vazîfe-i Adliyye-i Etıbbâ (İstanbul 1306). 7. Galatât-ı Tercüme. Said Bey, bu eserin yirmi beş yıllık çalışma hayatı esnasında kaydedilen kelime ve terimlerin bir araya getirilmesiyle meydana geldiğini belirtmektedir. Kelimeler Fransız alfabesindeki harf sırasına göre verilmiş, tercüme hataları ile yanlış kullanımlar örneklerle ortaya konulmuştur. Tamamı on sekiz defter olup ilk baskısı 1306’da (1889), on sekizinci baskısı 1324’te (1908) İstanbul’da yapılmıştır. 8. Sefir ve Şehbenderler (İstanbul 1307). Eserin birinci kısmında diplomasi mesleği ve devletler arası münasebetlerde diplomatların fonksiyonları üzerinde durulmuş, ikinci kısımda diplomasi mesleğine ve diplomatlara ait fıkralara yer verilmiştir. 9. Ahmed Midhat Efendi Hazretleri’ne Arîzadır (İstanbul 1315). Galatât-ı Tercüme’nin on dördüncü defteri üzerine Ahmed Midhat Efendi’nin kaleme aldığı bir makalesine cevap olarak yazılmıştır. 10. Teşhîr-i İzmihlâl (İstanbul 1326). Said Bey, Şûrâ-yı Devlet’te Bidâyet Mahkemesi reisi iken aynı zamanda İntihâb-ı Me’mûrîn Komisyonu üyeliğinde bulunmuş, bu komisyona dair kaleme aldığı ve sadrazama sunmak istediği lâyihayı daha sonra neşretmiştir. Komisyonda görevli bir üyenin komisyona yönelik eleştiri yazısından ibaret olan eserde komisyonun amacından nasıl saptırıldığı manzum olarak anlatılmaktadır. 11. Medhal-i Usûl-i Mes’ûliyyet-i Vükelâ (İstanbul 1326). Bir girişle iki bölümden oluşan eserin girişinde vekillerin işledikleri suçlardan doğan sorumlulukları açıklanmış, birinci bölüm tanımlara, ikinci bölüm sorumluluk ve sınırlarına ayrılmıştır. 12. Kāmûs-ı Saîd, Musavver-Fransızca’dan Türkçe’ye (İstanbul 1334). Çok geniş olarak tasarlanan eser “Amphotère” kelimesine kadar olan maddeleri ihtiva etmektedir.

Said Bey’in bunların dışında hepsi İstanbul’da basılmış Bulunsun (1302), Bu da Bulunsun (1303), Tatbîk-i Kavâid-i Fenn-i Kitâbet ve Numûne-i Muharrerât-ı Devâir-i Hükûmet (1304), Usûl-i Maîşet-i İnsan (1307), Teşebbüsât-ı Cürmiyye (1308), Târîh-i Hukuktan Bir Sayfa (1311), Hukūk-ı Siyâsiyye-i Osmâniyye Dersleri (1329), Bir Mazbata-i Sâlifü’s-safsata Sûretidir (ts.) başlığını taşıyan, ders notları, yazıları ve polemiklerinden oluşan kitap ve risâleleri de bulunmaktadır. Basılmış eserleri dışında Başbakanlık Osmanlı Arşivi Yıldız Esas Evrakı arasında resimli Terâcim-i Ahvâl-i Muâsırîn adlı biyografik bir çalışması vardır. Eser Filiz Anadolu tarafından yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (2007, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Sicill-i Ahvâl Defteri, nr. 200, s. 159; BA, DUİT, nr. 37-2/9-14; BA, İrade-Dahiliye, 16 Cemâziyelevvel 1316, nr. 29; BA, YEE, nr. 15-1150-74-14/98-24, 38, 31; nr. 16-2070-161-II; nr. 35-1465-98-94; Sultan Abdülhamid: Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları (haz. Ali Ergenekon), İstanbul 1990, s. 163-164; Abdurrahman Âdil, Hâdisât-ı Hukūkıyye ve Târîhiyye, İstanbul 1922, s. 18-21; Ahmed Râsim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1926, s. 140; İbrahim Alaattin Gövsa, Meşhur Adamlar: Hayatları-Eserleri, İstanbul 1933-36, IV, 1403-1404; Türkiye Maarif Tarihi, II, 506; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 1614-1630; a.mlf., Son Sadrıazamlar, bk. Fihrist; Ahmet Hamdi Tanpınar, 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1956), İstanbul 2001, s. 143, 344, 354, 357, 454; Asaf Tugay, İbret: Abdülhamid’e Verilen Jurnaller ve Jurnalciler, İstanbul, ts., I, 309; Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1960, s. 199-201, 260-261; Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1968-69, II, 1068-1071; Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara 1976, s. 39; Birol Emil, Mizancı Murad Bey: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1979, s. 616; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul 1979, s. 107, 110, 145; Adnan Şişman, Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nin Kuruluşu ve İlk Eğitim Yılları 1868-1971, İstanbul 1989, s. 23; Cemil Meriç, Kırk Ambar, İstanbul 1980, s. 179-180; Ramazan Kaplan, Klasikler Tartışması, Ankara 1998, bk. Fihrist; Musa Aksoy, Geleneğin Savaşçısı Hacı İbrahim Efendi, Ankara 2005, s. 122-187; Cemal Işık, Kemâl Paşazâde Said Bey’in Siyasi Yazıları (yüksek lisans tezi, 2007), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Servet-i Fünûn, 16 Teşrînievvel 1919, s. 7-8; Vakit, 16 Şâban 1295; 17 Şâban 1295; 17 Mart 1921; 22 Teşrînievvel 1920, s. 2; 31 Kânunuevvel 1917; 2 Kânunusâni 1918; Tarîk, 9 Safer 1304; Tercümân-ı Hakîkat, 16 Şâban 1295; 24 Şâban 1295; İkdâm, 17, 18, 19 Mart 1921; Sabah, 26 Temmuz 1908; 7 Eylül 1908; Mehmet Ali Beyhan, “Bir II. Abdülhamid Devri Aydını’nın Profili: Lastik Said Bey”, Osm.Ar., sy. 13 (1993), s. 167-205; “Said Mehmet Bey”, TDEA, VII, 428.

Mehmet Ali Beyhan