SÂKIT

(الساقط)

Râvinin cerhini yahut sened ve metinden kelime düşmesini ifade eden bir hadis terimi.

Sözlükte “düşük; değersiz, itibarsız” mânalarına gelen sâkıt kelimesi, hadis terimi olarak farklı anlamları bulunmakla birlikte daha çok “sikalık (güvenilirlik) vasfını kaybetmiş râvi” karşılığında cerh lafzı olarak kullanılmaktadır. Terim ilk defa II. (VIII.) yüzyılda Yahyâ b. Saîd el-Kattân tarafından, Abdurrahman b. Ziyâd el-Meâfirî’nin (ö.161/778) zayıf bir râvi olduğunu, fakat rivayetleri atılacak derecede zayıf olmadığını göstermek maksadıyla “lâ yüskatü hadîsühû (hadisi atılmaz) şeklinde bir ifade ile zikredilmiştir (İbn Adî, IV, 1590). Daha sonra sâkıt ve “sâkıtu’l-hadîs” ifadeleriyle yaygınlaşan terimi, IV. (X.) yüzyılın başlarından itibaren râvilerin cerh sıralamasında birinci mertebede bulunan kezzâb, deccâl ve yedau’l-hadîs gibi en şiddetli cerhe delâlet eden sözlerden biri anlamında kullanıldığı görülmektedir. Müteahhirîn döneminde cerh ve ta‘dîl lafızlarını daha ayrıntılı biçimde yeniden tasnif eden Zehebî ve Sehâvî’ye göre sâkıt ve sâkıtu’l-hadîs cerhin üçüncü, Zeynüddin el-Irâkī’ye göre ikinci, İbn Hacer el-Askalânî’nin Taķrîbü’t-Tehźîb’deki sıralamasına göre onuncu mertebede bulunan lafızlar arasında yer alır (Leknevî, s. 141, 152, 176). Bu lafızlarla cerhedilen râvi sikalık vasfını kaybetmiş sayılır ve hadisi yazılmadığı gibi başka yollardan rivayet edilip edilmediği bile araştırılmaz. Terim, zaman zaman uydurma ve çok zayıf olan hadisin değersiz olduğuna işaret etmek üzere de kullanılmaktadır.

Bir hadisin senedinde atlanan râvi veya metninde bir sebepten dolayı düşen yahut atlanan bir kısım olursa buna da sâkıt denir. Senedinde sâkıt râvi bulunan hadis atlanan râvilerin sayısına ve şekline göre farklı isimler alır. Senedden düşen râvi veya râviler tâbiîn ile Hz. Peygamber arasında ise hadis mürsel, sahâbî râviden sonra bir râvi veya peşpeşe olmayarak birkaç râvi düşmüşse münkatı‘, peşpeşe iki veya daha fazla râvi düşmüşse mu‘dal, senedin müellif tarafındaki kısmından bir veya birkaç râvi düşmüşse muallak, bir râvisi atlandığı halde atlanmadığını zannettirecek şekilde rivayet edilmişse müdelles olarak adlandırılır. Hadisin metninde bulunduğu halde yazarken sehven atlanan kelime veya cümle için de sâkıt yahut “sakt” terimleri kullanılmaktadır. Bu tür atlama veya düşmeler, satır aralarında atlandığı yerin hemen önüne ilâve edileceği yeri gösteren bir işaret konarak sayfa kenarına yazılır (bk. LAHAK).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, II, 37; İbn Adî, el-Kâmil, IV, 1590; Hatîb el-Bağdâdî, el-CâmiǾ li-aħlâķı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmiǾ (nşr. Mahmûd et-Tahhân), Riyad 1403/1983, I, 279; a.mlf., el-Kifâye (nşr. Ebû Abdullah es-Sevrakī-İbrâhim Hamdî el-Medenî), Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 22, 23, 104, 370, 390; Kādî İyâz, el-İlmâǾ (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1389/ 1970, s.162-163; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 126, 193-195; Irâkī, Fetĥu’l-muġīŝ, s. 176; İbn Hacer el-Askalânî, Taķrîbü’t-Tehźîb (nşr. Muhammed Avvâme), Halep 1411/1991, s. 74; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1409/ 1989, II, 79-81; Ali el-Kārî, Şerĥu Nuħbeti’l-fiker, İstanbul 1327, s. 234, 236; Leknevî, er-RefǾ ve’t-tekmîl, s. 141, 152, 176; Emîr es-San‘ânî, Tavżîĥu’l-efkâr (nşr. Salâh b. Muhammed Uveyza), Beyrut 1417/1997, I, 224, 225; II, 166-167, 219-220.

Abdullah Aydınlı