SAMED

(الصمد)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “bir şeye yönelmek” anlamındaki samd (sumûd) kökünden türeyen samed “ihtiyaçların giderilmesi için kendisine başvurulan kimse” demektir. Samed ayrıca içi boş olmayan kütle halindeki şeyler için kullanılır. Allah’a nisbet edildiğinde “ihtiyaçlarını gidermesi için herkesin başvurduğu, yaratılmışlara özgü acz ve ihtiyaçtan münezzeh ebedî ve bâkī yüce varlık” mânasına gelir (Râgıb el-İsfahânî, “śmd” md.; İbnü’l-Esîr, III, 52).

Samed Kur’an’da İhlâs sûresinde (112/ 2), Allah’ın birliği ilkesinin anlatılması sırasında O’nun yaratılmışlık özelliği taşımayıp herkesin sığınacağı yegâne varlık olduğu ifade edilirken geçmektedir. Samd kavramı “yönelmek” şeklindeki anlamıyla hadislerde kullanılmış (Müsned, VI, 4; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 104), samed ismi İbn Mâce ve Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almıştır (“DuǾâǿ”, 10, “DaǾavât”, 82). Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Hak insanoğlunun âhireti inkâr etmek suretiyle kendi zâtını yalanladığını, çocuk sahibi olduğunu söyleyerek kendisine dil uzattığını ifade ettikten sonra, “Halbuki ben bir ve tekim, samedim, ne evlât sahibiyim ne de herhangi bir ebeveynden doğdum, kimse benim dengim ve benzerim değildir” buyurmaktadır (Buhârî, “Tefsîr”, 112/1-2). Samed başka hadislerde de Allah’a izâfe edilmiştir (Müsned, IV, 538; V, 154; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 23; Nesâî, “Sehiv”, 58, “Cenâǿiz”, 117).

Âlimler samedin iki temel mânasına vurgu yapar. Bunlardan biri “ihtiyaçların giderilmesi için herkesin başvurduğu ulu ve yüce varlık” şeklinde olup Ma‘mer b. Müsennâ ve Zeccâc’dan itibaren müfessir ve lugatçılarca bu mâna öne çıkarılmıştır. Mâtürîdî yaratılmışların Allah’a olan ihtiyaçlarını varlık âlemine gelme, varlığını esenlik içinde sürdürebilme, öldükten sonra ikinci ve ebedî hayata dönüş yapma noktasında özetlemiştir (Âyât ve süver, s. 107). Samed ismine verilen bu anlam, putların insana hiçbir zarar ve fayda sağlamadığını belirten âyetlerle paralellik göstermektedir. İkinci mâna, “canlıların iç organlarını ihtiva eden karın ve göğüs gibi bir iç boşluğu bulunmayan” biçiminde tesbit edilmiştir. Bununla anlatılmak istenen şey, Allah’ın yoğunlaştırılmış ve sıkıştırılmış cevherlerden oluşan kütlesel bir varlık niteliği taşıdığı değil genelde puta tapanların, mâbudlarını karnı ve iç organları bulunan nesneler şeklinde tahayyül etmeleri, Allah’ın ise böyle bir niteliğe sahip olmadığıdır. Nitekim İhlâs sûresinin devamında Allah’ın evlâdı ve ebeveyni olmadığı belirtilmektedir. Esasen bazı âlimlere göre samedin mânası sûrenin üçüncü ve dördüncü âyetlerinde zikredilen hususlardan ibarettir (a.g.e., s. 108). Samedin bu iki anlamı Allah’ın yetkin sıfatlara sahip bulunduğu ve yaratılmışlardaki âcizlik ve eksiklik içeren niteliklerden münezzeh olduğu noktasında birleşir. Fahreddin er-Râzî bu iki anlamdan otuzu aşkın tâli mâna çıkarmaktadır (LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 318-321).

Samed isminden kulun alabileceği nasip, Cenâb-ı Hakk’ın onu din ve dünya işlerinde kendisine başvurulan bir konuma getirmesidir. Allah, kullarının çeşitli sorunlarının


çözümünü kimin eline bağlı kılmışsa onu samed isminden nasiplendirmiş demektir (Gazzâlî, s. 144). Samed “yaratılmışlık özelliklerinden münezzeh” mânasına alındığı takdirde zâtî-selbî, “herkesin, ihtiyaçlarının giderilmesi için yöneldiği varlık” anlamında yorumlanması halinde fiilî isim ve sıfatlar grubuna girer. Samedin alî, bâkī, melik, kuddûs, selâm, ganî ve muğnî isimleriyle muhteva yakınlığı vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 52; Müsned, IV, 538; V, 154; VI, 4; İbn Ebû Âsım, Kitâbü’s-Sünne (nşr. M. Nâsırüddin el-Elbânî), Beyrut 1400/1980, I, 297-304; Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Ķurǿân (nşr. Fuat Sezgin), Beyrut 1401/1981, II, 316; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkı Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXX, 448-452; Zeccâc, Tefsîrü esmâǿillâhi’l-ĥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 58-59; Mâtürîdî, Âyât ve süver min Teǿvîlâti’l-Ķurǿân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu - Bekir Topaloğlu), İstanbul 2003, s. 107-110; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiķāķu es-mâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 252-253; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/ 1984, s. 85; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 55; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî (nşr. Mahmûd M. el-Hudayrî), Kahire, ts. (el-Müessesetü’l-Mısriyye), V, 210; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 127b-128a; Beyhakī, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât (İmâdüddin), I, 107-110; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 144; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 43b-44b; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1396/1976, s. 317-321; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, XVII, 214-234; U. Rubin, “Al-Samad and the High God an Interpretation of Sura CXII”, Isl., LXI/2 (1984), s. 200-201; A. A. Ambros, “Die Analyse von Sure 112”, a.e., LXIII (1986), s. 228-244.

Bekir Topaloğlu