SAVÂİF

(الصوائف)

Bizans üzerine yaz aylarında düzenlenen seferler.

Kaynaklarda yaz seferlerine sâife (çoğulu savâif), kış seferlerine şâtiye (çoğulu şevâtî) veya meştâ (çoğulu meşâtî) denilmiştir. Kış mevsiminin soğuk geçmesi dolayısıyla Bizans üzerine seferler daha ziyade yaz aylarında yapılmıştır. Bazan seferden dönülmeyip kış mevsimi Anadolu’da geçirilir, bu esnada sefere çıkılır veya kış seferleri yaz seferleriyle birleştirilirdi. Sâife teriminin ilk defa ne zaman kullanıldığı hakkında kesin bilgi yoktur. İbn Hacer, Hz. Peygamber döneminde sâife düzenlenmediğini söyler (el-İśâbe, II, 521). İlk sâifenin 21 (642) yılında Hz. Ömer’in Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî’yi Bizans topraklarına göndermesiyle başladığını belirten Belâzürî (Fütûh, s. 194), ayrıca Ebû Ubeyde’nin (ö. 18/639) sâife seferine çıkarak Misis ve Tarsus üzerinden Zende’ye kadar ulaştığına dair bir rivayeti de nakletmektedir (a.g.e., s. 235). 15 (636) yılında yapılan bir sefer için sâife terimini kullanan Taberî, 17’de (638) Suriye’ye giden Hz. Ömer’in yaz ve kış seferleri için kumandanlar tayin ettiğinden ve Hâlid b. Velîd’in aynı yıl düzenlediği sâifeden bahsetmektedir (Târîħ, III, 608; IV, 64-68). Savâif, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın Suriye valiliği esnasında sınır savunmasını güçlü hale getirdikten sonra her yıl yapılmaya başlanmıştır (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, VII, 163). Ancak bu seferlerin Bizans’la akdedilen antlaşmalar, salgın hastalıklar ve iç meseleler yüzünden gerçekleştirilemediği yıllar da olmuştur. Meselâ Hz. Ömer zamanında Suriye’deki veba dolayısıyla sefere çıkılamamıştır. Hz. Osman’ın son yıllarında iç karışıklıklar sebebiyle yapılamayan savâif 42’de (662) Emevîler’in kurucusu Muâviye b. Ebû Süfyân tarafından yeniden başlatılmıştır. Onun ölümünden (60/ 680) sonra meydana gelen olaylar ve ardından Abdülmelik b. Mervân’ın rakipleriyle mücadele edebilmek için Bizans İmparatorluğu ile anlaşmasından dolayı seferler uzun süre yapılmamış, 79’da (698) tekrar başlatılmış ve bazan kesintiye uğramakla birlikte Emevîler’in sonuna kadar devam etmiştir. Ömer b. Abdülazîz’in savâif dışındaki bütün seferleri kaldırması (İbn Asâkir, XI, 244; XLVI, 320) ve Emevîler’in son dönemine ait savâif haberlerini toplu şekilde veren İbn Haldûn’un kaydettiği son seferin 130’da (747-48) Emevî Devleti’nin yıkılışından iki yıl önce yapılmış


olması (el-Ǿİber, III, 166) savâifin sürdürülmesine verilen önemi göstermektedir. Devlet başkanının görevlerinden sayılan savâif, Hişâm b. Abdülmelik’in ilk yıllarından itibaren Anadolu’nun iç kısımlarıyla (es-sâifetü’l-yümnâ [kübrâ]) Toroslar’ın aşağısında kalan sahil şeridi (es-sâifetü’l-yüsrâ [suğrâ]) olmak üzere iki ayrı güzergâh üzerinden düzenlenmiş, bazan her iki güzergâha sefer düzenlendiği de olmuştur (Taberî, VII, 40). Abbâsîler’in iktidara gelmesiyle birlikte yaz seferleri tekrar başlamış (Ya‘kūbî, II, 364), Hârûnürreşîd ve Mu‘tasım-Billâh gibi halifeler seferlere bizzat kumanda etmiştir. Abbâsî hilâfetinin zayıflama döneminde ortaya çıkan hânedanlar da savâifi devam ettirmiştir. Ahmed b. Tolun 268’de (882) yaz seferlerini Suriye valisinin kumandasında başlatmış, 336’da (947) Kuzey Suriye’yi hâkimiyeti altına alan Hamdânî Emîri Seyfüddevle vefat ettiği 356 (967) yılına kadar savâifi aksatmamaya çalışmıştır (İbn Haldûn, III, 531; IV, 306).

Araplar’la Bizans arasında ilk mücadelelerle birlikte Bizans sınır boyunda ordugâhlar kurulmuş, özellikle savâif için ileri karakollar oluşturulmuştur (Belâzürî, s. 266-267). Yaz ve kış seferlerinin ilk hazırlıkları buralarda yapılır, gerektiğinde ülkenin diğer bölgelerinden asker sevkedilirdi. Nitekim 107 (725) yılındaki yaz seferine Medine’den 4000 kişi iştirak etmiştir (İbn Sa‘d, V, 154). Seferlere ücretlilerin yanında önemli sayıda gönüllüler katılır, âni Bizans saldırılarını karşılamak için tehlikeli geçiş noktalarında kurulan karargâhlarda önemli miktarda asker bırakılırdı (Belâzürî, s. 234). Sefer hazırlıkları nisanın sonundan itibaren başlar, sefere katılacak birlikler Maraş ve Malatya’daki ordugâhlarda toplanır, mayıs sonunda veya haziranın ilk yarısında sefere çıkılır, altmış gün sonra aynı merkeze dönülürdü (Kudâme b. Ca‘fer, s. 192-193). Bizans imparatorları da savâife karşı mart ayından itibaren bazı tedbirler alırlardı (Theophanes, s. 152, 154). Seferlerin kumandanları sefer esnasında güzergâhın valisi sayılırdı (Taberî, VIII, 32). Bazı kumandanlar çok sayıda sefere kumanda etmekle meşhur olmuştur. Muhammed b. Mervân, yeğeni Mesleme b. Abdülmelik, onun gazâ arkadaşı olarak bilinen Battal Gazi, kırk yıl bu seferlerde kumandanlık yapmasından dolayı “mâlikü’s-savâif” diye isimlendirilen Mâlik b. Abdullah el-Has‘amî (Belâzürî, s. 275) bunlardandır. Abbâsî halifeleri sâifeye büyük önem vermişlerdir. Veliahtlığı ve halifeliği döneminde çok sayıda sefere kumanda eden Hârûnürreşîd bir sefer dönüşü tacının üzerine “gazi” ve “hacı” kelimelerini yazdırmıştır (Taberî, VIII, 320-321). Abbâsî halifeleri kendilerinin yahut veliahtlarının katılmadığı seferlerde kumandanlarını Boğa el-Kebîr, Mûnis el-Muzaffer, Vasîf b. Süvâr gibi Türkler’den veya kendilerine yakın kimselerden seçerler, başka biri kumandan tayin edilmediğinde bu görevi el-Cezîre valisi üstlenirdi. Toplumda itibar sahibi olan kimselerin bir yıl hacca gitmeyi, bir yıl Anadolu’ya savâife çıkmayı âdet edindiği bilinmektedir.

Düşmanı sınırdan uzak tutma, yıpratma ve ganimet elde etme gibi amaçlara yönelik olan savâifin nihaî hedefi Hz. Peygamber’in müjdelediği İstanbul fethini gerçekleştirmekti. Bu seferler bazan fethe dönüşüyor, bazan da fethedilen yerlerin elde tutulmasını ve sınırların savunulmasını kolaylaştırıyor, es-Sugūrü’ş-Şâmiyye, es-Sugūrü’l-Cezeriyye ve Avâsım ordugâhlarının daima hazırlıklı olmasını temin ediyordu. Savâif çoğu zaman iki taraf açısından kesin sonuçlar vermemiş, ancak sınırların korunmasına yardım etmiştir. Savâifin Anadolu’nun harap olmasına, nüfussuz kalmasına ve şehir hayatının yok olmasına sebep olduğu iddiaları (Yinanç, s. 21) yanında farklı görüşler de ileri sürülmektedir (Baykara, s. 28). Kaynaklarda “Kitâbü’ş-Śavâǿif” adıyla eserlerin yazıldığından bahsedilmektedir. Vâkıdî, Heysem b. Adî ve İbn Âiz’e ait günümüze ulaşmayan bazı kitaplar bunlardandır.

Endülüs’te de hıristiyan krallıklarına karşı yaz aylarında düzenlenen seferler için aynı tabirin kullanıldığı görülmektedir. Bu seferler İslâmiyet’in yayılması, fetihlerin kalıcı olması, hıristiyanlara karşı bölgesel üstünlük sağlanması, düşmanın tedirgin edilmesi ve müslüman güçlerin canlı tutulması bakımından önemli rol oynamıştır. Bu seferlerle ilgili ilk bilgilere Endülüs Emevîleri’nin kurucusu I. Abdurrahman dönemine ait haberlerde rastlanmaktadır. Endülüs’te savâif ilk zamanlarda Sağrüla‘lâ, Sağrülevsat ve Sağrülednâ adıyla üçe ayrılan sınır bölgesinden düzenlenirdi. IX. yüzyıldan itibaren Sağrüla‘lâ ve Sağrülednâ’da 25-50.000 kişilik dâimî bir ordu hazır tutulmaya başlanmıştır. Yaz seferlerine bazan bizzat hükümdar kumanda ederdi. Savâif için askerî birlik ve teçhizat temini, taşradan destek alınması, ordunun organizasyonu ve güzergâhın güvenliğinin sağlanması kumandanların görevleri arasındaydı. Genellikle haziran, bazan da mayıs başında başlayan savâif otuz kırk gün sürebilirdi. Kurtuba Ulucamii’nde asılı olan sancak savâif birliği sefere çıkmadan önceki cuma günü sabit yerinden alınarak caminin duvarında başka bir yere asılır ve birlik seferden dönünceye kadar orada kalırdı (EI2 [İng.], VIII, 870).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “śyf” md.; Theophanes, The Chronicle of Theophanes (trc. H. Turtledove), Philadelphia 1982, s. 152, 154; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, V, 154, 273, 286, 308; Halîfe b. Hayyât, et-Târîħ (Zekkâr), s. 174, 242, 263, 288, 292, 367, 375, 423; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 194, 234, 235, 239-241, 266-267, 272, 275; Ya‘kūbî, Târîħ, II, 229, 307, 328-329, 364, 395; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), III, 608; IV, 64-68; VI, 157; VII, 40, 88-90, 191; VIII, 32, 320-321; IX, 240; X, 96; Kudâme b. Ca‘fer, el-Ħarâc (Zebîdî), s. 185-186, 192-193; Agobios b. Kostantin el-Menbicî, el-Münteħab min Târîħi’l-Menbicî (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Trablus 1406/1986, s. 50 vd., 66-67, 71, 88; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), I, 274; II, 3; X, 325; XI, 244; XII, 80-81, 327; XXI, 351-352; XXIX, 180; XXXII, 114, 399; XXXIV, 334; XLVI, 320; İbnü’l-Adîm, Zübdetü’l-ĥaleb, I, 47-49; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, II, 185; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüssâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, VII, 82, 163; VIII, 230; X, 77; XI, 137; İbn Haldûn, el-Ǿİber, II, 278, 544; III, 22-23, 88-89, 166, 255-256, 422, 479-480, 531; IV, 306; İbn Hacer, el-İśâbe (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Beyrut 1415/ 1995, II, 521; III, 245; V, 118; VI, 394; M. Halil Yinanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri I: Anadolu’nun Fethi, İstanbul 1944, s. 21; Tuncer Baykara, Anadolu’nun Selçuklular Devrindeki Sosyal ve İktisadî Tarihi Üzerinde Araştırmalar, İzmir 1990, s. 25-31; Sehar Abdülmecîd Münâvir el-Mecâlî, Teŧavvürü’l-ceyşi’l-ǾArabî fi’l-Endelüs, Amman 1417/1996, s. 158-161; Rıza Savaş, “Emevîler Devrinde Sâife Seferleri ve Kayseri”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri: 06-07 Nisan 2000 (haz. Ali Aktan v.dğr.), Kayseri 2000, s. 445-458; Şahin Uçar, Araplar’ın Anadolu Seferleri, İstanbul 2007, tür.yer.; Mustafa S. Küçükaşcı, “Anadolu’da Arap-Bizans Mücadelesi ve Sâife Seferleri”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 2, İstanbul 2000, s. 9-30; C. E. Bosworth, “Śāǿifa”, EI² (İng.), VIII, 869; J. D. Latham, “Śāǿifa”, a.e., VIII, 869-871.

Mustafa Sabri Küçükaşcı