ŞÂZ

(الشاذّ)

Arap dili kurallarına, yaygın kullanıma, kıyasa aykırı olan kelime ve yapılar için kullanılan bir terim.

Sözlükte “genel kabule ve kurala aykırı olmak” anlamındaki şezz (şüzûz) kökünden türeyen şâzz Arap filolojisinde az veya çok kullanılmasına bakılmaksızın dil kurallarına yaygın kullanıma ve kıyasa aykırı olan kelime ve yapıları” ifade eder; i‘lâl kuralına uymayan “قود” (kısas) kelimesi, ism-i tafdîl anlamında kullanılan “خَيْر” ve “شرّ” kelimeleri (kıyasîleriأخَيْرَ ve أشَرَّ) gibi. Kıyasa muhalif olsun veya olmasın az kullanılan kelimeler ayrı bir grupta değerlendirilerek “nâdir” (çoğulu nevâdir) adını alırken (خزعال aksaklık, topallık gibi) sübûtu tartışmalı kelimeler “zaîf” diye anılmıştır (قِرطاس [kâğıt] yerine kullanılan قُرطاس gibi; Tehânevî, I, 817). Arapça’da geçer nitelikteki kelimeler “muttarid” (tekdüze sürüp giden, kıyas ve kullanılış açısından düzenli) şeklinde anılıp dilde ideal yapı ve kelimeler diye kabul edilmiş, dil kurallarının oluşturulmasında bunlar temel alınmıştır (İbn Cinnî, I, 97); bunların dışındaki kullanımlar şâz sayılmıştır. Meselâ bazı şiirlerde “أَجَلَّ” kelimesinin idgam kuralına aykırı olarak “أَجْللَ” biçiminde yer alması şâzdır (Süyûtî, el-Müzhir, I, 187). Kıyasa ve kurala aykırılığın bir kelimenin fesahatini bozup bozmayacağı konusunda dilciler arasında tam bir görüş birliği yoktur. Bunun sebebi Kur’an’da da -“سرير”in (karyola, divan) çoğulu olarak “سُرُر”)kelimesi gibi (el-Hicr 15/47)- genel dil kurallarıyla açıklanamayacak kelimelerin bulunmasıdır. Gerçi Arap filolojisinin kendi sistematiği içinde geliştirdiği, sıklık, işleklik ve kullanım değerlerini ifade eden garîb, zaîf, münker, redî, mezmûm, hûşî, nevâdir, şevârid, metrûk vasıflarıyla anılan ve kaybolmuş, kaybolmaya yüz tutmuş ya da kusurlu kelimeleri mevcuttur. Ancak şâzzın bu sınıflar içinde değerlendirilmesi uygun görülmemiştir (a.g.e., I, 214-225). Bununla birlikte bir kelime veya bir yapının herkesin kabul ettiği dil kuralına aykırı olması halinde Kur’an’da yer aldığı takdirde şâz sayılması, fakat böyle bir kelimenin Kur’an dışında bir metinde geçmesi durumunda aykırılık herkesin kabul ettiği bir kuralla ilgili ise memnû, çoğunluğun birleştiği kurala uymuyorsa şâz sayılacağı şeklinde bir ilke benimsenmiştir (Tehânevî, I, 817).

Şâz kıyas ve semâa dayalı olarak üç grupta değerlendirilmiştir. 1. Kıyasa uygun, fakat kullanımda yeri bulunmayan veya nâdir olan yapı ve kelimeler; kıyasen mümkün olduğu halde “يذر، يدع” (terkeder) fiillerinin mâzilerinin kullanılmaması gibi. 2. Dilde kullanılmakla birlikte hiçbir dil kuralına bağlanamayan yapı ve kelimeler; “اِسْتَنْوَقَ” (erkek deve dişi gibi oldu), “اِسْتَصْوَب” (doğru buldu), “أَخْوصَ (hurma ağacı yapraklandı) fiilleri gibi. 3. Teoride ve pratikte karşılığı olmayan veya dilde sadece istisnaî olarak bulunan yapı ve kelimeler. Meselâ i‘lâl kuralına göre “masûn, maûd” şeklinde dilde kabul görmüş kelimelerin “masvûn, ma‘vûd” biçiminde kullanımları böyledir. Bu kullanımdan hareketle kural çıkarılamayacağı gibi dilde bu şekildeki bir kullanıma seyrek rastlanır (İbn Cinnî, I, 97-100; Süyûtî, el-Müzhir, I, 227-230; Münâ İlyas, s. 81-84). Birinci ve ikinci gruba dahil şâzlar semâ ile sınırlandığından bunlara kıyas edilerek başka yapı ve kullanımlar üretilemez.

Şâz yapı ve kelimeler özellikle şiirlerde çok miktarda kullanılmıştır. Basralılar bunları “câiz fi’ş-şi‘r” ve “zarûret”, Kûfeliler “câiz” ve “sâiğ fi’s-semâ‘” adıyla anmıştır (M. Hamâse Abdüllatîf, s. 113). Zaruretin tanımı ve kapsamı konusunda tam bir mutabakat sağlanamamış, fakat genel olarak zaruretle şiir, mesel ve secili nesirde dil kurallarına aykırı kullanımlar kastedilmiştir (Abdülkādir el-Bağdâdî, I, 14; III, 353). Ayrıca zaruretin herhangi bir lehçede karşılığının olması da şart koşulmuştur (Iványi, sy. 3-4 [1991], s. 208). Şiir dışında şâz unsurların kullanılıp kullanılmayacağı dilciler tarafından tartışılmıştır. Başta Halîl b. Ahmed ve Sîbeveyhi olmak üzere Basralı dilciler bir konuda ekser ve işlek olana kıyası uygun görürken Kûfeli dilci Ali b. Hamza el-Kisâî bazan dilde bir iki misali bulunan kullanım şekillerini onaylamıştır (Abdülfettâh Hasan Ali el-Becce, s. 77). Aynı şekilde Ahfeş el-Evsat semâ ile tesbit edilmeyen, ancak kıyasla mümkün olan şeye cevaz verilebileceğini söylemiştir (Münâ İlyas, s. 109). Bu bağlamda dilde duyulmamış bir şeyi kuralın kapsamına sokmak ve meselâ “جعلته يظن” (zannettirdim) yerine “أظننته” demek Ahfeş’e göre kıyasen câizdir (Radî el-Esterâbâdî, I, 84). İbn Cinnî ise şiirin dışında, dilde karşılığı olmayan bir şeyi sırf kıyasa dayanıp kullanmanın ve dilde bilinçli şekilde şâzlar üretmenin uygun sayılmayacağı görüşündedir, çünkü bir usul kaidesi olarak semâ kıyası iptal eder (el-Ħaśâǿiś, I, 124-125, 396). Sîbeveyhi de ceyyid bir vecih varken zaruret ve şâzzın temel alınamayacağını, münker ve şâzdan kural çıkarılamayacağını söyler (Kitâbü Sîbeveyhi, I, 294, 398). Dilde kendiliğinden oluşan şâzlar ise bir şeyin bir konuda diğerine benzemesi, buna bağlı olarak birincinin hükmünü alması (tedrîcü’l-luga) gerekçesiyle makbul istisnaî kullanımlar sayılmış, fakat dil kurallarının belirlenmesinde bunlara itibar edilmemiştir (İbn Cinnî, I, 347). Meselâ صبوت (âşık oldum, özledim, meylettim) fiiline dayanan ve “صبّى”in (bebek, çocuk) çoğulu olan “sıbyân” ve “sıbye” kelimelerinin yâ sesli kullanımları kuraldan kaynaklanan bir gereklilik değilse de dilde işlek olduklarından yanlış sayılmamıştır (a.g.e., I, 349). Arap gramerinin her alanında şâz kullanımlara rastlamak mümkündür, fakat bunların çoğu sarfla ilgilidir. Meselâ ecvef fiillerin temel kullanım şeklinden ayrılan “حوِل، عوِر، صيِد” (şaşı oldu, bir gözü kör oldu, eğri boyun oldu) fiilleri şâzdır (Münâ İlyas, s. 81). Kıraat ilminde sıhhat şartlarından en az birini taşımayan kıraate şâz kıraat denilmiştir (bk. KIRAAT).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “şźź” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 817; Kāmus Tercümesi, II, 89-90; Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1977, I, 294, 398; İbn Cinnî, el-Ħaśâǿiś (nşr. M. Ali en-Neccâr), Kahire 1952, I, 96-100, 124-125, 347, 349, 396; İbn Fâris, eś-Śâĥibî (nşr. Mustafa eş-Şüveymî), Beyrut 1382/1963, s. 67-77; Radî el-Esterâbâdî, Şerĥu’ş-Şâfiye (nşr. Muhammed Nûr el-Hasan v.dğr.), Beyrut 1395/1975, I, 84; Süyûtî, el-İķtirâĥ fî Ǿilmi uśûli’n-naĥv (nşr. Ahmed Subhi Furat), İstanbul 1395/1975, s. 29-31; a.mlf., el-Müzhir (nşr. M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr.), Kahire, ts. (Dârü ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), I, 187, 214-240; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ħizânetü’l-edeb, I, 14; III, 353; Münâ İlyâs, el-Ķıyâs fi’n-naĥv, Dımaşk 1405/1985, s. 81-84, 109, 174, 179; M. Semîr Necîb el-Lebdî, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’n-naĥviyye ve’ś-śarfiyye, Beyrut 1405/ 1985, s. 113-114; M. Hamâse Abdüllatîf, Luġatü’ş-şiǾr, Kahire 1996, s. 113; Abdülfettâh Hasan Ali el-Becce, Žâhiretü ķıyâsi’l-ĥaml, Amman 1419/1998, s. 77, 432-467; İsmail Hakkı Sezer, Arap Şiirinde Zarûret, Konya 2000, s. 12, 16; Ahmed Teymur Paşa, es-SemâǾ ve’l-ķıyâs, Kahire 1421/2001, s. 16-17; Ali Müzhir M. el-Yâsirî, el-Fikrü’n-naĥvî Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1423/2003, s. 223-226; Hadîce el-Hadîsî, “el-Ǿİlletü’n-naĥviyye ve medâ žuhûrihâ fî Kitâbi Sîbeveyhi”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb ve’t-terbiye, sy. 3-4, Küveyt 1973, s. 25-55; Tamas Iványi, “Ķad yecûz fi’ş-şiǾr”, The Arabist: Budapest Studies in Arabic, sy. 3-4, Budapest 1991, s. 208; Zülfikar Tüccar, “Kıyas”, DİA, XXV, 539-540.

Soner Gündüzöz