ŞEBÎB b. ŞEYBE

(شبيب بن شيبة)

Ebû Ma‘mer Şebîb b. Şeybe b. Abdillâh b. Amr b. el-Ehtem et-Temîmî el-Minkarî el-Basrî (ö. 170/786 [?])

Özdeyişleriyle tanınan hatip ve ahbâr râvisi.

Basra’da doğdu ve hayatının önemli bir kısmını burada geçirdi. Aslen Necidli olup Benî Temîm’in Sa‘d b. Zeydi Menât kolunun Minkar b. Abîd boyuna mensup bulunan, Câhiliye ve İslâm dönemlerinde şair ve hatip olarak tanınan Amr b. Ehtem (Sinân) el-Minkarî’nin soyundandır. Ünlü hatip ve şair Hâlid b. Safvân ile kardeş çocuklarıdır. Soyundan çok sayıda hatibin yetiştiği (Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 355) büyük dedeleri Sinân el-Ehtem b. Sümeyy’e izâfetle İbnü’l-Ehtem künyesi ve Ehtemî nisbesiyle de anılan bu iki hatip birçok edebî mecliste beraber bulundu, ancak ilişkileri her zaman güzel yürümedi (a.g.e., I, 340). Şebîb b. Şeybe, hayatının Basra’daki döneminde Basra valileri Bilâl b. Ebû Bürde, Süleyman b. Ali ve oğlunu kızıyla evlendirdiği Basra Kadısı Sevvâr b. Abdullah ile münasebet kurdu (Vekî‘, II, 31-32; Hatîb, IX, 276); Mu‘tezile’nin kurucularından Amr b. Ubeyd ile tartışmalara girdi (Hatîb, IX, 277). Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in vefatı üzerine II. Velîd’in halife seçildiği 125 (743) yılında hacca giden Şebîb, Mescid-i Harâm’da müstakbel Abbâsî halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr ile görüştü, kendisine Abbâsîler’in hilâfete gelmesine ve diğer konulara dair sorular sordu, o da sır olarak kalması şartıyla cevaplar verdi (İbn Abdürabbih, V, 106-110). Mansûr hilâfete gelince Şebîb Basra emniyet teşkilâtının (şurta) başına getirildi (Vekî‘, II, 60). Bu görevi sırasında halkın meseleleriyle ilgilendi ve asalet sahibi bir kimse olarak tanındı. Daha sonra yeni kurulan başşehir Bağdat’a giden Şebîb, Abbâsî sarayında Halife Mansûr ve Mehdî’nin nedimliğini yaptı ve edebiyat meclislerinde itibar gördü (Sa‘leb, II, 481). Burada saray ve çevresiyle yakın ilişki içinde yirmi yıl kadar yaşaması ahbâr ve anekdot alanında kendisine zengin malzeme toplama imkânı sağladı. Ardından Basra’ya dönen Şebîb, Zehebî’ye göre 160’lı yılların sonlarına doğru vefat etti (Târîħu’l-İslâm, s. 257). İbn Hacer onun ölüm tarihini 170 (786) (Tehźîbü’t-Tehźîb, IV, 308), İbnü’l-İmâd 162 (778-79) olarak (Şeźerât, II, 285) kaydeder.

Şebîb b. Şeybe kendi özdeyişlerinin aydın kesimin dilinde dolaştığına şahit olmuştur. Kaynaklarda öğüt, tâziye, genel ahlâkî konular ve diğer bazı hususlarda özlü sözleri aktarılan Şebîb, Câhiz’e göre sözün başından çok sonunun mükemmel olmasına itina gösteren, başka hatiplerin uzun ifadelerle anlattıkları şeyleri birkaç kelimeyle kapsamlı biçimde dile getirme yeteneğine sahip olan biriydi. Yine Câhiz’e göre diğer edip ve hatipler işin başında tekellüften, gereksiz sözlerden kendilerini alamadıkları halde Şebîb baştan itibaren yalın, özlü, tatlı ve zarif bir anlatım üslûbunu yakalamıştır (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 112-113). Her zaman düzgün ve kibar konuşmayı (edep) tavsiye eden Şebîb iyi bir edebin katmerli soyluluktan daha üstün olduğunu söylerdi (Sa‘leb, I, 257). Şebîb edebin “adam olma”nın delili, aklın gelişmesinin teminatı, gurbette arkadaş ve meclislerde ödül olduğunu ifade ederek onu elde etmenin gerekliliğini vurgulamıştır (Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 351-352). Öldüğünde ailesine tâziyeye gelen kadı ve hadis râvisi Sâlih b. Beşîr el-Mürrî, “Halifelerin edebiyatçısı, fakirlerin dostu ve gariplerin kardeşi olan Şebîb’e Allah rahmet eylesin” demiştir (a.g.e., I, 113). Şebîb b. Şeybe, İbn Sîrîn, Atâ b. Ebû Rebâh, Muâviye b. Kurre gibi şahsiyetlerden hadis nakletmiş, kendisinden Asmaî, Ebû Muâviye Yezîd b. Zürey‘, Müslim b. İbrâhim rivayette bulunmuş ve hadis otoritelerince sika kabul edilmiştir (İbn Hibbân, I, 363; Hatîb, IX, 278; İbn Hacer, IV, 308).


BİBLİYOGRAFYA:

Câhiz, Kitâbü’l-Ĥayevân, V, 592; a.mlf., el-Beyân ve’t-tebyîn, Beyrut 1990, I, 24, 112-113, 340, 351-352, 355; Zübeyr b. Bekkâr, el-Aħbârü’l-muvaffaķıyyât (nşr. Sâmî Mekkî el-Ânî), Bağdad 1392/1972, s. 165, 207; İbn Kuteybe, ǾUyûnü’l-aħbâr, I, 285; II, 135; Sa‘leb, Mecâlis (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1400/1980, I, 257; II, 413-414, 481; Vekî‘, Aħbâru’l-ķuđât, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-asriyye), II, 31-32, 60, 108; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd, V, 106-110; İbn Hibbân, el-Mecrûĥîn, I, 363; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, Beyrut 1995, XX, 404-405; Hasan b. Abdullah el-Askerî, el-Maśûn fi’l-edeb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Küveyt 1960, s. 112-114, 196; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 139; Hatîb, Târîħu Baġdâd, IX, 274-278; Zemahşerî, RebîǾu’l-ebrâr (nşr. Selîm Naîmî), Bağdad 1982, s. 184, 192, 247, 251, 265, 393; Yâkūt, İrşâdü’l-erîb (nşr. D. S. Margoliouth), London 1927, IV, 260; Zehebî, Târîħu’l-İslâm: sene 161-170, s. 257-259; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, IV, 307-308; İbnü’l-İmâd, Şeźerât (Arnaût), II, 285; Brockelmann, GAL Suppl., I, 105; A. Zekî Safvet, Cemheretü ħuŧabi’l-ǾArab fî uśûri’l-ǾArabiyyeti’z-zâhire, Kahire 1381/1962, III, 346; a.mlf., Cemheretü resâǿili’l-ǾArab, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), III, 146; S. Leder, “Shabīb b. Ѕћayba”, EI² (İng.), IX, 163-164.

Musa Yıldız