SELÂMÂN ü EBSÂL

(سلامان و ابسال)

Klasik Fars ve Türk edebiyatlarında alegorik mesnevi konusu olan bir aşk hikâyesi.

Huneyn b. İshak (ö. 260/873) tarafından Yunanca’dan Arapça’ya tercüme edilen Yunan kaynaklı bu aşk hikâyesinin aslı bulunamamıştır. Eski Yunan’da Eflâtun’dan önce vuku bulan veya o zamanlarda ortaya çıktığı düşünülen sembolik bir aşk olayını konu alan bu tercümeye göre ateş ve su tûfanının çok öncesinde Herkül’ün (Hirakl) oğlu, dünyanın ve sır ilimlerinin hâkimi olan Hermânus adında bir kral vardı. Çocuk sahibi olmak isteyen, ancak kadınlardan hoşlanmayan Hermânus’a filozof Iklikoulas adam otunu verir. Dokuz ay sonra bu ottan bir çocuk doğar ve adını Selâmân koyarlar. Hikâyenin bundan sonrası mesnevilerde anlatılan şekildedir. Buna göre Selâmân yaşadığı bir aşk macerasını yedi altın levhaya yazdırır ve atalarına ait ehrama koydurur. Tûfandan sonra Eflâtun bunları görmek isterse de krallar izin vermez. O da talebesi Aristo’ya bu yedi levhayı okumasını vasiyet eder. İskender’in fetihleri sırasında Aristo bu hikâyeyi gün ışığına çıkarır. Tercümenin bir nüshası British Museum’da kayıtlıdır (nr. 14540.a.44). Bir diğer nüshası da Köprülü Kütüphanesi’nde bir mecmua içindedir (nr. 868, vr. 120a-128a).

Doğu’da felsefî ve temsilî hikâye yazma geleneğinin temeli olan Selâmân ü Ebsâl’den (bazan Ebsâl ü Selâmân diye de geçer) esinlenip bu tarzda hikâye yazan, bundan eserlerinde söz eden ilk kişi İbn Sînâ’dır. İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât adlı kitabını şerheden ve hikâyenin çeşitli rivayetlerini derleyip özetleyen Nasîrüddîn-i Tûsî’nin kaydettiğine göre (Şerĥu’l-İşârât, III, 790-799) İbn Sînâ’nın bizzat yazdığı hikâyenin konusu şöyledir. Selâmân ve Ebsâl iki erkek kardeştir. Ağabey Selâmân’ın karısı Ebsâl’e âşık olur. Onu elde etmek için türlü hile ve entrikalara başvurur. Sonuç alamayınca da onu zehirler. Bu oluş içinde kahramanlar aklın derecelerini sembolize ederler, başlarından geçen olaylar da felsefî olarak yorumlanır (geniş bilgi için bk. TisǾu resâǿil, s. 125-139).

Selâmân ü Ebsâl hikâyesinin mesnevi biçiminde yazılışında felsefî ve efsanevî unsurlar ortadan kalkmış, hikâye tasavvufî bir görünüm kazanmıştır. Masal unsurları da ihtiva eden hikâyenin küçük farklarla mesnevilerde anlatılan ve Türk edebiyatında Lâmiî ile son şeklini alan konusu şöyledir: Yunan ülkesinde büyük bir padişahla onun akıllı, ilim ve hikmet sahibi, kâinatın sırlarına vâkıf hakîm bir danışmanı vardır. Padişah kendisine halef olacak bir erkek çocuk sahibi olmak isteyince hakîm kadınları ve şehveti şiddetle yerer, daha sonra padişahı kadınla bir ilişkiye girmeksizin sihir yoluyla bir erkek çocuk sahibi yapar. Güzelliğin ve zekânın doruğunda olan bu çocuk her türlü kusurdan ve tehlikeden uzak doğduğu için kendisine “Selâmân” adı verilir. Padişah Ebsâl isminde on altı yaşında çok güzel bir kızı ona dadı olarak tutar. Ebsâl çocuğu ihtimamla büyütür. Selâmân ergenlik çağına gelince Ebsâl bütün cinsî cazibesini kullanarak onu kendine bağlar. Padişah ve hakîm durumu öğrendiklerinde onları ayırmak isterlerse de başaramazlar. Ebsâl’i çok seven Selâmân ondan vazgeçmez ve birlikte kaçarak Kaf dağından daha yüksek bir dağın ardındaki Hürrem adasına giderler. Burada tabiatın kucağında bütün zevkleri tadarlar. Bu sırada oğlunu arayan padişah sihirli aynasından onları görür. Önceleri merhamet ederek geçimleri için yardımda bulunur. Fakat oğlunun ayrılığına dayanamayınca sihir kuvvetiyle hem Selâmân’ın erkekliğini alarak Ebsâl’e yaklaşmasına engel olur hem de ülkesine geri dönmelerini sağlar. Sonra da mülkünü ona bırakacağını, ancak bunun için Ebsâl’den vazgeçmesi gerektiğini söyler. Selâmân bunu kabul etmez ve sevdiğiyle beraber tekrar kaçar. İki âşık kendilerini ateşe atarak intihara kalkışırlar. Ebsâl ölür, Selâmân babasının sihri sayesinde kurtulur. Fakat Ebsâl’in yanarak ölmesi Selâmân’ı çılgına çevirmiştir. Padişah hakîme başvurup bir çare bulmasını


ister. Hakîm, Selâmân’ı yanına çağırarak kırk gün kendisine hizmet ve dua ederse Ebsâl’in geri dönebileceğini söyler. Ebsâl’e kavuşabilmek için her şeye razı olan Selâmân kırk gün hakîmin yanında köle gibi çalışır ve her gece Ebsâl’in hayaliyle konuşur. Kırkıncı gün hakîm ona ebedî güzelliğin timsali olan Zühre’yi gösterir. Selâmân, Ebsâl’den vazgeçip Zühre’ye âşık olur, böylece şehevî aşktan kurtulur. Padişah da tacını ve tahtını oğluna bırakır. Eserin son bölümünde anlatılanların görünüşte bir kıssa olduğu, ancak içinin hikmetle dolu bulunduğu vurgulanır. Böylece hikâyede ruhun (mâna) vücut (madde) egemenliğinden nasıl kurtulacağı tasavvufî remizlerle anlatılmaktadır. Padişah (akl-ı evvel), hakîm (feyz-i bâlâ), Selâmân (ruh), Ebsâl (beden), Zühre (ilâhî ve ebedî güzellik), ateş (riyâzet) vb. alegorik unsurlar ilâhî aşk uğruna çekilen ıstırabı dile getirmek için kullanılan birer araçtır.

Tûsî, Şerĥu’l-İşârât’ta Huneyn b. İshak’ın tercümesi olarak yer verdiği bu hikâyeden başka İbnü’l-A‘râbî’nin en-Nevâdir adlı eserinden aktarılan bir hikâye daha kaydeder. Buna göre Selâmân ve Ebsâl bir padişaha esir düşen iki kardeştir. İyi ve temiz kalpli olan Selâmân fidye ile serbest bırakılır, kötülüğüyle bilinen Ebsâl ise ölünceye kadar esir olarak kalır. Bir diğer Selâmân ü Ebsâl rivayeti de İbn Tufeyl’in Ĥay b. Yaķžân adlı eserinde yer alır (DİA, XVI, 552-553). Tûsî’nin Şerĥu’l-İşârât’ındaki Selâmân ü Ebsâl, Mevlâ Hasan-ı Geylânî tarafından Farsça’ya tercüme edilmiş, ayrıca Mahmûd b. Mirza Ali tarafından Farsça bir tahriri yapılmıştır (Âgā Büzürg-i Tahrânî, XVII, 95). Abdürrahîm-i Hâyirî de Selâmân ü Ebsâl’i manzum hale getirmiştir (Tahran 1343).

Selâmân ü Ebsâl hikâyesini mesnevi nazım şekliyle Farsça olarak ilk defa kaleme alan Molla Câmî’dir (ö. 898/1492). Câmî’nin Heft Evreng’indeki mesnevilerin en küçüğü olan “Selâmân ü Ebsâl”e Huneyn b. İshak’ın tercümesi kaynaklık etmiştir. 1130 beyit olan mesnevi Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Yâkub Bey’e ithaf edilmiştir. Câmî mesneviyi yazarken çeşitli ilâvelerle âdeta şahsiyetini eserine yansıtmıştır. Câmî’nin mesnevisi Reşîd-i Yâsemî tarafından taş basması olarak yayımlandığı gibi (Tahran 1305 hş.), Forbes Falconer (London 1850) ve E. Fitzgerald (nazmen, London 1856) tarafından İngilizce’ye, Auguste Bricteux tarafından Fransızca’ya (Paris 1911) tercüme edilmiştir. Câmî’nin eserinin yeni neşirlerinden birini de Muhammed Rûşen gerçekleştirmiştir (Tahran 1382 hş.). Selâmân ü Ebsâl hikâyesi, Câmî’ninkinden altmış dört yıl sonra Nüvîdî-i Şîrâzî tarafından tekrar mesnevi tarzında nazmedilmiştir. Nüvîdî’nin hikâyesinin kaynağı İbn Sînâ’nın kaleme aldığı Selâmân ü Ebsâl’in Tûsî tarafından Şerĥu’l-İşârât’ta özeti aktarılan rivayettir.

Türk edebiyatında Lâmiî Çelebi (ö. 938/ 1532) Selâmân ü Ebsâl’i Câmî’den çeviri yoluyla Türkçe’ye aktarmıştır. Ancak Lâmiî, eseri kolay anlaşır tarzda çok sayıda tasvir parçaları yanında küçük ahlâkî-didaktik manzumelerle zenginleştirmiş ve esere tercümeden çok telif hüviyeti kazandırmıştır. 1903 beyitten oluşan ve üç nüshası bilinen (İÜ Ktp., TY, nr. 3088; Ankara Millî Ktp., nr. A 736/1; The John Rylands University Library of Manchester, MS, nr. 77) eser üzerinde Erdoğan Uludağ bir doktora tezi hazırlamıştır (bk. bibl.). Lâmiî’den sonra Selâmân ü Ebsâl’e dair aynı adla felsefî bir risâle yazan İngiliz Kerim Efendi konuya Doğu ve Batı felsefesinden yorumlar getirmiştir (Kıssa-i Selâmân ve Ebsâl, İstanbul 1299).

BİBLİYOGRAFYA:

Huneyn b. İshak, Ķıśśatü Selâmân ve Ebsâl, Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 868, vr. 120a-128a; İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-tenbîhât (nşr. Mahmûd Şihâbî), Tahran 1339, s. 151; a.mlf., TisǾu resâǿil fi’l-ĥikme ve’ŧ-ŧabîǾiyyât ve ķıśśatü Selâmân ve Ebsâl (nşr. Hasan Âsî), Beyrut 1406/ 1986, s. 125-139; Nasîrüddîn-i Tûsî, Şerĥu’l-İşârât (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1960, III, 790-799; Abdurrahmân-ı Câmî, Salâmân ve Absâl (trc. Abdülvehhab Tarzi), İstanbul 1985; F. Falconer, Salāmān u Absāl (An Allegorical Romance), London 1850; A. Brictieux, Salâmān u Absâl poème allégorique Persan, Paris 1911; Asaf Hâlet Çelebi, Molla Câmî: Hayatı, Şahsiyeti, Eserlerinden Parçalar, İstanbul 1940, s. 57-60; Şefik Can, Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul 1970, s. 18-71, ayrıca bk. tür.yer.; Âgā Büzürg-i Tahrânî, eź-ŹerîǾa ilâ teśânîfi’ş-ŞîǾa, Beyrut 1403/1983, XVII, 94-95; M. Nazif Şahinoğlu, Nüvîdî-yi Şîrâzî ve Salâmân u Absâl’ı, Erzurum 1986, s. 1-20; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, s. 423-424; Erdoğan Uludağ, Vak’aya Dayalı Bir Eser Olarak Lâmi’î Çelebi’nin Salâmân u Absâl Mesnevisi: İnceleme-Karşılaştırmalı Metin-Sadeleştirme (doktora tezi, 1997), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Lami’î’nin Salâmân u Absâl Adlı Mesnevisi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 8, Erzurum 1997, s. 67-77; I. Dehghan, “Jamī’s Salāmān and Absāl”, JNES, XXX (1971), s. 118-126; İlhan Çeneli, “Lami’î’nin Selâmân u Ebsâl Adlı Mesnevîsi”, TK, sy. 120 (1972), s. 1246-1250; Günay Kut, “Lâmi’î Chelebi and His Works”, JNES, XXXV/2 (1976), s. 83-84; N. P. Joosse, “An Example of Medieval Arabic Pseudo-Hermetism: The Tale of Salāmān and Absāl”, JSS, XXXVIII/2 (1993), s. 279-293; Seyyid Hasan-ı Emîn, “Selâmân u Ebsâl: Üsŧûre-i Yûnânî der MenâbiǾ-i Îrânî”, Îrânşinâsî, XV/4, Tahran 2004, s. 735-747; a.mlf., “Dû Nâme der Bâre-i Selâmân u Ebsâl”, a.e., XIX/2 (2007), s. 304-312; P. Heath, “Salāmān and Absāl”, EI² (İng.), VIII, 920-921; Muhammed Kerîmî-yi Zencânî, “Selâmân u Ebsâl”, DMT, IX, 233-234; İlhan Kutluer - Hasan Kâtipoğlu, “Hay b. Yakzân”, DİA, XVI, 552-553.

Erdoğan Uludağ