SEMΑ

(السميع)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “işitmek, duymak, bir dileği kabul etmek, anlamak; duyurmak” mânalarındaki sem‘ kökünden türeyen semî‘ “işiten” demektir. Allah’a nisbet edildiğinde “işitilmeye konu teşkil eden her şeyi işiten” diye açıklanır. Allah’ın işitmesi kulak gibi bir organa veya araca bağlı değildir (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “smǾ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “smǾ” md.). Sem‘ kavramı sekiz âyette zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiş olup bunların ikisinde “işittirmek, duyurmak” anlamında “if‘âl” kalıbı, bir âyette, “O’nun işitmesi şâyân-ı hayrettir” anlamıyla (el-Kehf 18/26) taaccüb fiili kullanılmıştır. Beş âyette “ca‘l” (yaratmak, yapmak) yardımcı fiiliyle Cenâb-ı Hakk’ın insanlara işitme duyusu ve organı lutfettiği, beş yerde de kişilerin işitme yeteneklerine O’nun hâkim olduğu, dilediğinde bu yetenekleri iptal edeceği belirtilmiştir. Semî‘ ismi kırk altı âyette Allah’a izâfe edilmiş olup bunların otuz ikisi alîm, on biri basîr, biri karîb isimlerinden önce zikredilmiş, iki âyette de “semîu’d-duâ” (duayı işiten, kabul eden) şeklinde kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “smǾ” md.).

Semî‘ esmâ-i hüsnâ hadisinin hem İbn Mâce hem Tirmizî rivayetinde yer almış (“DuǾâǿ”, 10; “DaǾavât”, 82), ayrıca Buhârî ve Müslim tarafından nakledilmiştir (“DaǾavât”, 5; “Źikir”, 44). Sem‘ kavramı çeşitli hadislerde Allah’a nisbet edilmiştir. Namazda rükûdan doğrulma sırasında okunan, “Semiallāhü li-men hamideh” (Allah kendisine övgü ve senâda bulunan kimsenin bu ibadetini kabul eder) cümlesi Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır (Wensinck, el-MuǾcem, “smǾ” md.). Hz. Peygamber’in şu duasında da sem‘ kavramı “kabul etmek” mânasıyla Allah’a nisbet edilmiştir: “Allahım! Ürpermeyen kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten ve fayda sağlamayan bilgiden, özellikle bu dört şeyden sana sığınırım” (İbn Mâce, “Muķaddime”, 23; Tirmizî, “DaǾavât”, 68; Nesâî, “İstiǾâźe”, 64).

Kaynaklarda, kelime türü bakımından sıfat grubuna giren semîin yine sıfat olan ve İbn Mâce rivayetinde (“DuǾâǿ”, 10) Allah’a nisbet edilen sâmi‘den daha zengin bir anlam taşıdığına dikkat çekilir ve üç mânası üzerinde durulur. Birincisi Allah’ın zâtıyla kaim işiticilik olup işitilecek şeylerin kendisine gizli kalmadığı zâtın ezelî sıfatını teşkil eder; basîr, alîm, kadîr gibi. Bu anlamda semî‘ için ilgi alanı (taalluk) düşünmeye gerek yoktur. Bu ilâhî isim veya sıfat karşısında gizli ile âşikâr, konuşma hali ile sükût hali eşittir, çünkü Allah’ın işitmesi kulak vb. vasıtalara bağlı değildir. Allah gece karanlığında büyük bir kayanın üzerindeki siyah karıncanın kımıldayışını duyar (Gazzâlî, s. 96). Semîin ikinci anlamı “işittiren” demek olup burada mutlaka bir ilgi alanı (işitilecek şey) söz konusudur. Kur’ân-ı Kerîm’de sem‘ kavramının kullanılışında bu mâna Allah’a izâfe edilmiştir (el-Enfâl 8/23). Üçüncü anlamı “dilek ve niyazları kabul eden” şeklindedir. Bu mâna Kur’an ve hadis metinlerinde yer alan sem‘ kavramlarının bir kısmında görülmektedir (Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, s. 75-76; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, vr. 65b).

Bir görüşüyle Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin de içinde yer aldığı, çoğu Mu‘tezîlî olan âlimler semî‘ ismini alîm ismine irca etmişlerdir. Ancak Fahreddin er-Râzî’nin de belirttiği gibi (LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 246) bu durumda otuz iki âyette semî‘-alîm isimleri bir arada zikredilmezdi (bk. SEM‘). Semî‘den sonra alîm isminin getirilmesi Cenâb-ı Hakk’ın işittiği şeylerin mahiyetini iyi bildiğine ve gereğinin neden ibaret bulunduğu hususuna hakkıyla vâkıf olduğuna işaret etmektedir. İşitme ile görme duyularının bilgi sağladığı doğrudur. Ancak bir şeyin görülerek ve duyularak bilinmesi insan psikolojisi açısından bunlar olmaksızın bilinmesinden çok daha önemli ve etkileyicidir. Naslarda tekrar edilen sem‘-semî‘ isim ve sıfatı tamamıyla insanın davranışlarına yön vermeyi amaçlamaktadır. Semî‘ isminin açıklanmasında tasavvufî yaklaşıma da yer veren Kuşeyrî, işitme ve görme yeteneklerini meşrû olmayan şeylerden koruyan kimseyi Allah’ın seveceğini ve bu duyularını doğru yolda kullanmasına yardımcı olacağını belirtir. Yine onun yaklaşımına göre kul kendisine yapılan haksız isnatları mevlâsının işittiğinin bilincini taşırsa karşılık vermekten vazgeçer; çünkü Allah’ın iftiraya uğramış kimseye yardımcı olması o kişinin kendi girişimlerinden çok daha etkilidir (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 49-50). Semî‘ isminin genellikle zâtî-sübûtî sıfatlar arasında yer aldığı kabul edilir, ancak “işittiren” mânasına alındığı takdirde fiilî sıfatlar grubuna dahil olur. Semîin basîr ile muhteva paralelliği, alîm ve habîr ile de kısmen anlam yakınlığı bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 75-76; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 59-60; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî (nşr. Mahmûd M. el-Hudayrî), Kahire, ts. (ed-Dârü’l-Mısriyye), V, 241-242; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 121b-123b; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 49-50; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 96; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 65b-66a; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 246.

Bekir Topaloğlu