SEYAHAT

(السياحة)

Sözlükte “suyun yeryüzünde sürekli akması” anlamındaki seyh kökünden türeyen seyâhat (siyâha) “yürüme, gitme; insanların arasını bozmak için ortalıkta dolaşma; kendini ibadete verip ruhban hayatı yaşamak için yeryüzünde gezip dolaşma” şeklinde açıklanmakta, suyun yeryüzünde akması gibi yolculuk edene de yeryüzünde gezip dolaştığı için sâih veya seyyâh denildiği belirtilmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “svĥ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “syĥ” md.; İbnü’l-Esîr, II, 432; Şevkânî, II, 465). Yine “yürüme, gitme, yolculuk” gibi mânalara gelen rihle, seyr ve sefer kelimeleri de seyahate yakın anlamlarda kullanılmaktadır (aş. bk.). Yeni sözlüklerde yer alan seyahatle ilgili tanımları “planlı ve amaçlı yolculuk” şeklinde özetlemek mümkündür.

Kur’ân-ı Kerîm’de seyahat kavramı üç yerde geçmektedir. Bir âyette “sîhû” (seyahat ediniz) şeklindeki fiil kalıbıyla, putperestlere Mekke’de kalmaları için verilen süreyle ilgili olarak, “Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın” meâlindeki cümlede yer alır (et-Tevbe 9/2). İkinci âyette “sâihûn” (seyahat edenler), Allah’ın hoşnutluğunu kazananların övgüye değer nitelikleri arasında sayılmaktadır (et-Tevbe 9/112). Tefsirlerin çoğunda sâihûn kelimesinin bu bağlamda “sâimûn” (oruç tutanlar) anlamında kullanıldığı, nitekim Hz. Peygamber’in kelimeyi bu mâna ile açıkladığı, Hz. Âişe’nin de, “Bu ümmetin seyahati oruçtur” dediği; seyahat edenler yolculukları sırasında azıksız, aç susuz kalabildikleri ve eşlerinden ayrı düştükleri gibi oruç tutanlar da belirli bir zaman zarfında bunlardan uzak durdukları için âyette bunların sâihûn diye nitelendirildiği belirtilmektedir (meselâ bk. Taberî, VI, 484-486; XII, 156). Üçüncü âyette “sâihât” (seyahat eden kadınlar) kelimesi kendileriyle evlenilmesi uygun olan kadınların iyi nitelikleri sıralanırken geçmekte olup (et-Tahrîm 66/5) tefsirlerde çoğunlukla “oruç tutan kadınlar” veya “hicret eden kadınlar” diye yorumlanmıştır (a.g.e., XII, 156). Şevkânî, Tevbe sûresinin 112. âyetindeki sâihûn kelimesinin “oruç tutanlar” yanında “cihad edenler” veya “hicret edenler” yahut “hadis toplamak, ilim tahsil etmek için seyahate çıkanlar” mânasında kullanıldığına dair rivayetleri aktardıktan sonra Allah’ın seyahat sayesinde itaat yolunda


kuluna fırsat sağladığını, zira kulun bu suretle insanlardan ayrılarak Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde düşünüp ibret alma imkânı elde ettiğini belirtmekte, dolayısıyla âyette seyahatin hakiki mânasının kastedilmiş olabileceğini ima etmektedir (Fetĥu’l-ķadîr, II, 465). Taberî de Kur’an’daki sâimûn kelimesinin “oruç tutanlar” anlamına geldiğini ifade eden rivayetleri sıralayıp İbn Uyeyne’nin, “Yemeyi, içmeyi ve kadını terkeden kimse sâihtir” dediğini nakleder (CâmiǾu’l-beyân, VI, 485). Bazı şarkiyatçılar, bu tür açıklamalardan yararlanarak sâihûn kelimesinin Kur’an’da özellikle Hıristiyanlık’taki keşişlik ve manastır hayatından mülhem olarak “gezginci velî” anlamında kullanıldığını ileri sürmüştür (meselâ bk. Goldziher, s. 122-123; Touati, s. 152-153). Râgıb el-İsfahânî, sâihûn ve sâihât kelimelerinin “oruç tutanlar” anlamını belirttikten sonra bazılarının orucu hakiki ve hükmî diye ikiye ayırdıklarını, yeme içme ve cinsel birleşmeden uzak durmayı hakiki; göz, kulak, dil gibi organları günahlardan sakınmayı hükmî oruç saydıklarını ifade eder. Ayrıca sâihûn kelimesinden, insanları yeryüzünde dolaşarak görüp duydukları sayesinde akıl ve basiretlerini geliştirmeye çağıran âyetin (el-Hac 22/46) gereğini yerine getirenlerin kastedildiğine dair görüşe yer verir (el-Müfredât, “svĥ” md.).

Hadislerde seyahat ve aynı kökten türeyen kelimeler “suyun akıp gitmesi” şeklindeki sözlük anlamı yanında “gezme, dolaşma” mânasında da kullanılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “syĥ” md.). “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz” mânasındaki bir hadis sıhhati tartışmalı olmakla birlikte kaynaklarda sıkça zikredilmiştir. İbnü’l-Esîr’e göre Hz. Peygamber, “İslâm’da seyahat yoktur” meâlindeki hadisiyle şehirlerden ayrılarak cuma namazını ve cemaati terketmeyi veya kötülük yapmak, insanların arasına fitne sokmak için ortalıkta dolaşmayı kastetmiştir (en-Nihâye, II, 532). Araplar’da yaygın olan seyahat geleneğine uygun biçimde bizzat Resûl-i Ekrem’in de sütanneye verildiği günlerden itibaren defalarca seyahate çıktığı bilinmektedir (Muhammed Hamîdullah, bk. bibl.). Hz. Âişe’ye atfedilen bir rivayette Hz. Ebû Bekir’in Mekke döneminin zor günlerinde Habeşistan’a doğru seyahate çıktığı, yolda karşılaştığı bir kişinin nereye gittiğini sorması üzerine, “Kavmim beni yurdumdan çıkardı, yeryüzünde dolaşıp rabbime ibadet etmek istiyorum” dediği belirtilir (Buhârî, “Menâķıb”, 45; “Kefâlet”, 4). Bu rivayetten daha o zamanlarda seyahatin ibadet vesilesi olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.

Kur’an’da günümüzdeki tanımıyla bir amaca yönelik olan seyahati ifade etmek için “seyr” kökünden kelimeler kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “syr” md.). İlgili âyetlerde, “Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı?” gibi soru ifadeleriyle yahut, “Yeryüzünde gezip dolaşın” şeklindeki emirlerle insanlar seyahat ederek gördüklerinden, özellikle kötülükleri, inkâr ve isyanları yüzünden yok olup giden eski kavimlerin bıraktığı kalıntılardan ibret almaya teşvik edilmiştir. Seyr ve türevleri aynı anlamda pek çok hadiste de yer alır (Wensinck, el-MuǾcem, “syr” md.). “Rihle” kelimesi Kur’an’da bir âyette geçmektedir (el-Kureyş 106/2). Bu âyette Kureyş kabilesinin yaz ve kış mevsimlerinde çeşitli ülkelere güven içinde seyahat edebilmesi Allah’ın bu kabileye bir lutfu olarak gösterilmektedir. Burada Araplar’ın yazın Şam, kışın Yemen tarafına yapmayı âdet haline getirdikleri seyahate işaret edilmektedir (meselâ bk. Taberî, XII, 702-703). Rihle hadislerde (Wensinck, el-MuǾcem, “rĥl” md.) ve diğer kaynaklarda da “seyahat” mânasında sıkça kullanılır. “Sefer” kelimesi çoğunda bazı fıkhî hükümlerin yer aldığı yedi âyette “yolculuk” anlamında geçmektedir. Kelimenin çeşitli türevleri hadislerde de kullanılmıştır (bk. SEFER). Ayrıca sefer ve seyr tasavvuf literatüründe “kalbin Hakk’a yönelmesi” şeklinde tanımlanır (Tehânevî, I, 655-656).

Kaynaklarda amacı bakımından değişik seyahatlerden söz edilir. İlim Tahsili İçin Seyahat. Hz. Peygamber çeşitli hadislerinde ilim tahsili için seyahate çıkmanın önemini ifade etmiştir. Bir hadiste, “İlim elde etmek amacıyla evinden çıkan kimse evine dönünceye kadar geçirdiği bütün zamanını Allah yolunda harcamış sayılır” (İbn Mâce, “Cihâd”, 13; Tirmizî, “Ǿİlim”, 2); diğer bir hadiste, “İlim elde etmek için yola çıkanlara Allah cennetin yollarından birini bulmayı kolaylaştırır” (Müsned, II, 252, 325, 407; Buhârî, “Ǿİlim”, 10; Ebû Dâvûd, “Ǿİlim”, 1) buyurulmuştur. Bunun yanında Kur’an’ın ilk emrinin “oku!” olması (el-Alak 96/1), çeşitli âyetlerde ilmin, âlimlerin ve hikmetin yüceltilmesi (meselâ bk. el-Bakara 2/269; ez-Zümer 39/9; el-Mücâdile 58/11) müslümanlarda ilim sevgisini doğurmuş, özellikle Resûlullah’ın hadislerine ulaşma tutkusu bilgi amaçlı seyahatlerin en önemli etkenlerinden birini oluşturmuştur (bk. RİHLE). Bilgi edinmek için birçok âlim çeşitli ilim merkezlerini dolaşmış, buralarda çok sayıda âlimle tanışıp öğrenim gördükten sonra başka merkezlere gitmiş, ömürlerini bu şekilde öğrenim ve öğretim seyahatleriyle geçiren, ana yurdundan binlerce kilometre uzaklara giderek oralara yerleşen âlimler olmuştur. Meselâ Fârâbî aslen Türkistanlı olup ilim seyahatine çıkarak, Irak ve Suriye bölgelerinde dolaşmıştır. Mağrib’deki Tilimsân’da doğan Ahmed b. Muhammed el-Makkarî Fas, Merakeş, Tunus, İskenderiye, Kahire, Hicaz, Kudüs, Şam ve Gazze gibi merkezlere ilmî seyahatler yapmış, bu sayede Nefĥu’ŧ-ŧîb adlı eserinde 280’den fazla âlimi tanıtmıştır. Pek çok âlimin en önemli eserleri bu tür seyahatlerin ürünüdür. Gazzâlî de İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn adlı kitabını yaklaşık on yıllık seyahati sırasında hazırlamıştır. Yine Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye’si onun Mekke seyahatinin mahsulüdür. İlim için seyahate bu derece önem verilmesinde ilmi en tanınmış hocalardan öğrenme, onlardan icâzet alma, böylece âlimler silsilesinde kendine bir yer edinme ihtiyacı da rol oynamıştır (Touati, s. 13).

Dil Eğitimi. Arap dilcilerinin fasih Arapça’yı bedevîlerin ağzından dinleyip öğrenmek için yaptıkları uzun yolculukların da İslâm seyahat kültüründe önemli yeri vardır. Bu tür seyahatler, başta Kur’an olmak üzere temel İslâmî kaynakların doğru anlaşılması ve yorumlanması ihtiyacının bir sonucudur. Dil ve kıraat âlimi Ali b. Hamza el-Kisâî, ileri yaşlarında Kûfe’de yaptığı bir konuşma esnasında bir kelimeyi yanlış kullanması sebebiyle eleştirilmesi üzerine önce nahiv dersleri almış, ardından dil âlimi Halîl b. Ahmed’in tavsiyesine uyarak Arapça’nın en iyi konuşulduğu Hicaz, Necid ve Tihâme’deki bedevîlerden fasih Arapça’yı öğrenmek amacıyla seyahate çıkmıştır. Kûfe’ye dönen Kisâî, vefat etmiş bulunan Halîl b. Ahmed’in yerine Yûnus b. Habîb’in ders verdiği camiye uğramış, aralarında geçen ilmî tartışmalar sonunda Yûnus b. Habîb onun üstünlüğünü kabul ederek hocalık görevini ona bırakmıştır. Kisâî’nin öğrencisi olan Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ da aynı maksatla çöl seyahatlerine çıkmış, sonunda Halife Me’mûn’un sarayında gözde âlimlerden olmuştur (a.g.e., s. 59-60).

İbadet Maksadıyla Seyahat. Bu tür seyahatlerin başında hac yolculuğu gelir, cihad yolculuğu da bu çerçevede zikredilir. Gazzâlî’nin İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn’inde belirtildiği gibi (II, 247-248) bilhassa tasavvufî kaynaklarda kişinin, görüp duyduklarının dinî hayatına katkı sağlaması sebebiyle peygamberlerin ve diğer din büyüklerinin kabirlerini, hayatta olan âlimleri ve velîleri ziyaret etmesi bu kapsamda


değerlendirilmiştir. Özellikle hac ibadeti her yıl İslâm dünyasında düzenli bir seyahat geleneğinin oluşmasını, yolcuların ağırlanmasıyla ilgili kurum ve kuralların gelişmesini sağlamış; hacıların yedirilmesi, içirilmesi ve barındırılması gibi temeli İslâm öncesi dönemlere dayanan hizmetleri kurumsal bir yapıya kavuşturmuş, Mekke ve Medine İslâm âlimleri için buluşma ve bilgi alışverişi merkezi haline gelmiştir.

Tasavvufî Seyahat. Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf sûresinde geçen ve Mûsâ’nın, hakikat bilgisine ulaşmak için yanında bir gençle birlikte seyahate çıkmasını anlatan kıssa sûfîlere ilham kaynağı olmuştur. Esasen tasavvufî hayat Allah’a doğru bir yürüyüştür. Farklı yolların izlenebildiği bu yolculuk sırasında çeşitli yerlerde konaklayıp mânevî mertebeler elde eden sâlik sonunda Allah’a ulaşır. Kuşeyrî, Tevbe sûresinin 12. âyetinde geçen “sâihûn” kelimesini diğer müfessirler gibi “sâimûn” diye açıklamış, ancak buna “Allah’tan başkasını müşahedeye yönelmekten kendilerini alıkoyanlar, Allah’tan başkasına hizmet etmeyi kendilerine yasaklayanlar ve yalnız Allah ile olup O’na güvenenler” anlamını da vermiştir. Kuşeyrî, aynı kelimeyi “ibret almak için yeryüzünde seyahate çıkanlar” veya “varlığın sırlarını kavramak amacıyla kalp dünyalarında seyahat edenler” şeklinde açıklayanların bulunduğunu da kaydeder (Leŧâǿifü’l-işârât, II, 67). Sûfî geleneğinde mânevî seyahatin istenen sonucu vermesi için bedenî seyahatten de faydalanılmış, yolculukta uyulması gereken kurallar ve gözetilmesi gereken amaçlar üzerinde durulmuştur (meselâ bk. Gazzâlî, II, 251-267). Kelâbâzî’nin naklettiğine göre Muhammed b. Ahmed el-Fâsî, tasavvufun on erkânından birinin gördüklerinden ders çıkarmak maksadıyla dünyanın çeşitli bölgelerini gezmek olduğunu söylemiştir (et-TaǾarruf, s. 89-90). Sûfîler nefislerini güçlüklerle sınayıp terbiye etmek, tevekkülü derinden yaşamak, gördüklerinden ibret almak, gönül dünyalarını arındırmak için vatanlarını ve ailelerini terkedip ülkeden ülkeye dolaştıklarından “seyyâhîn” diye adlandırılmıştır (a.g.e., s. 21; Edebü’l-mülûk, s. 58-59; ayrıca bk. SEFER). Tabakat ve menâkıb kitaplarında sürekli gezmelerinden dolayı abdal, derviş gibi isimlerle de anılan birçok sûfînin ruhsal gelişme ve yücelmenin sırrını seyahatte aradığı; uzak diyarlardan, Endülüs’ten Mekke, Medine, Kudüs gibi mâneviyat iklimlerine gelerek buralarda tasavvufun ünlü şahsiyetleriyle görüşüp onların mârifet birikiminden yararlanmak veya ölmüş olanların kabirlerini ziyaret edip ruhaniyetlerinden istifade etmek için çileli yolculuklar yaptığı, zühd ve riyâzet için elverişli ortamlar olan dağlarda, çöllerde yaşadığı anlatılmaktadır. Bu eserler onların seyahatleri sayesinde kazandıkları tecrübeleri, katettikleri mânevî merhaleleri anlatan ibretli hikâyelerle doludur (bazı örnekler için bk. Touati, s. 159-180).

Coğrafya, Tarih ve Kültür Konularında Bilgi Toplamak İçin Yapılan Seyahat. Bu seyahatlerin ilim öğrenme ve öğretme yanında ülkelerin coğrafî özellikleri, tarihleri, siyasî, idarî, ekonomik ve sosyal durumları, dinî ve ahlâkî özellikleri vb. konularda bilgi toplama gibi daha geniş amaçları da vardır. II. (VIII.) yüzyılın sonlarından itibaren Hint, İran ve Grek kaynaklı matematik, astronomi ve coğrafya eserlerinin tanınmaya başlanmasıyla İslâm dünyasında coğrafya bir ilim dalı olarak ortaya çıkmış, III. (IX.) yüzyıldan itibaren coğrafya kitaplarının hazırlanmasında bu seyahatlerin önemli payı olmuştur. İlk coğrafyacılardan olan Kitâbü’l-Büldân’ın müellifi Ya‘kūbî Ermenistan, Horasan, Hindistan, Filistin, Mısır, Cezayir, Mağrib gibi ülkelere seyahatler yapmıştır. Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb ve et-Tenbîh ve’l-işrâf adlı eserlerini yazmadan önce seyahate çıkmış, ayrıca Kitâbü’l-Każâyâ ve’t-tecârib adıyla bir seyahatnâme yazmıştır. İlk coğrafyacılardan İbn Havkal’in Kitâbü Sûreti’l-arż (el-Mesâlik ve’l-memâlik) başlıklı eseri de otuz dört yıllık seyahatin ürünüdür. Muhammed b. Ahmed el-Makdisî’nin, Aĥsenü’t-teķāsîm fî maǾrifeti’l-eķālîm adlı eserini yazmadan önce çıktığı seyahatleri sırasında farklı insanlarla görüşmesi, çöllerde yolunu kaybetmesi, Lübnan dağlarında münzevilerle karşılaşması, boğulma tehlikeleri atlatması, yolunu kesen eşkıyalarla karşılaşması, hapishanelere düşmesi, casuslukla suçlanıp tutuklanması, defalarca ölümle yüz yüze gelmesi, serserilerin arasına düşmesi gibi olaylara dair verdiği mâlûmat o dönemdeki bilgi aşkına işaret etmesi bakımından ilgi çekicidir. Bu seyahat geleneği sonraki asırlarda devam etmiştir (bk. COĞRAFYA). Bu yolculuklara ticarî seyahatlerle gazâ ve fetih için sınır boylarına yapılan seyahatler gibi (bk. RİBÂT) başka seyahatleri de eklemek gerekir. Son yıllarda İslâm dünyasında hızla gelişen turizm hareketleri yanında bazı dinî günler münasebetiyle düzenlenen geziler de giderek yaygınlık kazanmakta, turizm firmaları ramazan aylarında, kandillerde vb. dinî günlerde yurt içine ve yurt dışına turlar düzenlemektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 432-433, 532; Tehânevî, Keşşâf, I, 655-656; Müsned, II, 252, 325, 407; IV, 159; Dârimî, “Muķaddime”, 47; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, VI, 484-486; XII, 156, 702-703; Kelâbâzî, et-TaǾarruf li-meźhebi ehli’t-taśavvuf, Beyrut 1407/1986, s. 21, 89-90; Makdisî, Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 43-45; Kuşeyrî, Leŧâǿifü’l-işârât, Kahire 1981, II, 67; Gazzâlî, İĥyâǿ, II, 247-248, 251-267; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1992, II, 465, 466; I. Goldziher, Le dogme et la loi de l’Islam (trc. F. Arin), Paris 1920, s. 122-123; Edebü’l-mülûk fî beyâni ĥaķāǿiķi’t-taśavvuf (nşr. B. Radtke), Beyrut 1991, s. 58-59; H. Touati, Ortaçağ’da İslâm ve Seyahat (trc. Ali Berktay), İstanbul 2004; Muhammed Hamidullah, “Hz. Peygamber’in İslâm Öncesi Seyahatleri” (trc. Abdullah Aydınlı), İİFD, IV (1980), s. 327-342; Ahmed Riyâz, “er-Riĥlât ve’r-riĥâletü’l-müslimûn”, el-MevsûǾatü’l-İslâmiyyetü’l-Ǿâmme, Kahire 1422/ 2001, s. 681-682; Ahmed et-Tabîb, “es-Siyâha”, a.e., s. 786-787.

Mustafa Çağrıcı