SEYYÂRÎ

(السيّاري)

Ebü’l-Abbâs Kāsım b. Kāsım (b. Abdillâh) b. Mehdî es-Seyyârî el-Mervezî (ö. 342/953-54)

İlk sûfîlerden.

262 (875-76) yılında Horasan’ın Merv şehrinde doğdu. Annesinin babası Ahmed b. Seyyâr’a nisbetle Seyyârî nisbesiyle tanındı. Merv’in önde gelen bir ailesine mensup olan Seyyârî’ye babasından çok miktarda miras kaldığı, Hz. Peygamber’in sakalından iki tel satın almak için bütün malını verdiği, bunların bereketiyle kendisine tövbe nasip olduğu ve devrin tanınmış sûfîlerinden Ebû Bekir el-Vâsıtî’nin hizmetinde bulunduğu belirtilmektedir. Seyyârî, Ebû Bekir el-Vâsıtî’nin yanı sıra birçok şeyhten faydalandı. Fıkıh ve hadis alanlarında üstat olduğu, etrafında toplanan müridlerine Seyyârî denildiği nakledilir. Vasiyeti gereği Resûlullah’ın iki tel kılı ağzına konularak defnedilen Seyyârî’nin ölüm tarihini Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Ebû Nuaym el-İsfahânî ve Abdülkerîm el-Kuşeyrî gibi kendisinden bahseden ilk sûfî müellifler 342 (953-54) olarak kaydederken (Ŧabaķāt, s. 440; Ĥilye, X, 380; Risâle, s. 168) İbn Mâkûlâ, Abdülkerîm es-Sem‘ânî ve İzzeddin İbnü’l-Esîr 344 (955-56) tarihini vermişlerdir (el-İkmâl, IV, 509; el-Ensâb, VII, 213; el-Lübâb, II, 163). Merv’de bulunan kabrinin önemli ziyaret yerlerinden biri olduğu, burada yapılan duaların geri çevrilmediği rivayet edilmektedir. Seyyârî Ebü’l-Müveccih Muhammed b. Ömer el-Mervezî, Ahmed b. Abbâd b. Süleyman, Muhammed b. Câbir, Abdülazîz b. Hâtem, Muhammed b. Eyyûb gibi şahıslardan hadis almış, kendisinden hadis hâfızları Ebû Abdullah İbn Mende ile Hâkim en-Nîsâbûrî ve kız kardeşinin oğlu Abdülvâhid b. Ali es-Seyyârî rivayette bulunmuştur.

Seyyârî’nin Merv’de hallerin hakikatlerinden bahseden ilk sûfî olduğu, tevhid konusu üzerinde çokça durduğu ve bu husustaki görüşlerinin Cebriyye’nin anlayışına benzediği, bu sebeple Cebriyye’den olmakla itham edildiği ve çok sıkıntı çektiği belirtilmektedir. Seyyârî’ye göre rubûbiyyet Hakk’ın takdir ve hükmünün geçerli olması, abdiyyet kulun mâbudunu bilmesi ve ahidlerini yerine getirmesidir. Kulun levh-i mahfûzda kendisi için yazılmış bir günahı terketmesi ya da bağlı bulunduğu kazâ hükmünden dönmesi mümkün değildir. Ona göre, “Allah onları takvâ kelimesine bağlı tutmuştu, esasen onlar buna lâyık ve ehil idi” meâlindeki âyet (el-Feth 48/26), “Allah onları ezelde takvâya ehil kıldı ve vakti gelince iman ve ihlâs kelimesini onlarda ortaya çıkardı” anlamına gelmektedir.

Tasavvufta seyrü sülûk esnasında yaşanan cem‘ ve tefrika hallerinden ilk defa Seyyârî söz etmiştir. Hücvîrî’nin kaydına göre Bâyezîd-i Bistâmî, Ebû Hafs el-Haddâd, Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, Ebû Bekir eş-Şiblî, Ebü’l-Hasan Ali b. İbrâhim el-Husrî gibi Ebü’l-Abbas es-Seyyârî de devamlı sûrette galebe vaziyetinde (cem‘) bulunmaktaydı. Namaz vakti gelince tefrika haline döner, namazdan sonra tekrar eski halini alırdı. Muhtemelen bu sebeple Seyyârî’nin tevhid görüşü cem‘ halini yaşayan sûfînin durumuyla paralellik arzetmektedir. Nitekim ona göre tevhid akla Hak Teâlâ’dan başka bir şeyin gelmemesi, gerçek mârifet kalbin O’ndan başkasını hatırlamamasıdır.

Seyyârî müridlerin eğitimleri için şer‘î emirler ve yasaklara karşı sabrı, sâlihlerle sohbeti, arkadaşlara hizmeti, fakirlerle oturup kalkmayı gerekli görür. Onunla birlikte cem‘ ve tefrika anlayışına dayalı Seyyâriyye adıyla bir tasavvufî cereyan ortaya çıkmıştır. Bu adın, mensuplarını tanımlama bağlamında “cem‘ ile fark arasında gelip gidenler” anlamını ifade etmek için verildiği belirtilmişse de (DİA, VII, 278) bunu kurucusunun Seyyârî nisbesine bağlamak daha doğrudur. Hücvîrî kendi döneminde Nesâ ve Merv şehirlerinde bu tasavvufî cereyana mensup sûfîlerin büyük bir cemaat teşkil ettiğini, adı geçen şehirlerdeki müridlerin birbirlerine mektup ve risâleler yazarak cem‘ ve tefrika konusunda görüş alışverişinde bulunduklarını söyler (Keşfü’l-mahcûb, s. 378-379). Seyyârî’nin sohbet halkasına katılanlar arasında kız kardeşinin oğlu Abdülvâhid b. Ali es-Seyyârî ile Muhammed b. Muhammed b. Ömer b. Şebbûye el-Mervezî de vardır. Seyyârî’den sonra yerine yeğeni Abdülvâhid b. Ali geçmiştir. Harîrîzâde,


Abdülvâhid b. Ali’nin ardından silsilenin Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’ye, ondan da Abdülkerîm el-Kuşeyrî’ye ulaştığını belirtir. Seyyârî’nin silsilesini ise Ebû Bekir el-Vâsıtî aracılığıyla Cüneyd-i Bağdâdî’ye, ondan birkaç vasıtayla İbrâhim b. Edhem’e, ondan da Veysel Karanî’ye ulaştırır (Tibyân, II, vr. 166a-b). Seyyârî’nin rivayet ettiği hadisleri kaydettiği (Sülemî, s. 440) ve değerli eserler kaleme aldığı (Hücvîrî, s. 262) belirtilmişse de bunlar günümüze ulaşmamıştır. Sülemî’nin tasavvufî tefsiri Ĥaķāǿiķu’t-tefsîr’de görüşlerine yer verdiği sûfîlerden biri de Seyyârî’dir. Bazı kaynaklarda Seyyârî’nin birkaç beyitlik şiirleri kaydedilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Sülemî, Ŧabaķāt, s. 440-447; Ebû Nuaym, Ĥilye, X, 380-381; Kuşeyrî, Risâle (Uludağ), s. 168, 365; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 261-262, 378-379, 385; İbn Mâkûlâ, el-İkmâl, IV, 509; Herevî, Ŧabaķāt, s. 364-365; Sem‘ânî, el-Ensâb, VII, 212-213; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, VI, 374; Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliya (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1991, s. 776-778; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, II, 162-163; Muhammed Pârsâ, Faślü’l-ħiŧâb (nşr. Celîl-i Misgernejâd), Tahran 1381 hş., s. 49-50, 167; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, III, 309-310; Câmî, Nefeĥât, s. 145-146; Şa‘rânî, eŧ-Ŧabaķāt, I, 118; Münâvî, el-Kevâkib, II, 19-20; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, IV, 229-230; Mustafa el-Arûsî, Netâǿicü’l-efkâri’l-ķudsiyye (nşr. Abdülvâris M. Ali), Beyrut 1420/2000, II, 4-5; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 164a-166b; Süleyman Ateş, Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, İstanbul 1969, s. 87-88; R. Gramlich, Alte Vorbilder des Sufitums, Wiesbaden 1996, II, 413-450; Bahş İrfân, “Ebü’l-ǾAbbâs-ı Seyyârî”, DMBİ, V, 673-674; Hasan Kâmil Yılmaz, “Cem‘”, DİA, VII, 278.

Reşat Öngören