SEYYİD BEY

(1873-1925)

Hukukçu, Cumhuriyet döneminin ilk adliye vekili.

Mehmed Seyyid İzmir’de doğdu. Babası İzmir eşrafından Müezzinzâdeler ailesinden Abdullah Takıyyüddin’dir. Meşhur âlim İbn Melek’in de aralarında bulunduğu büyük dedeleri Aydınoğulları’nın daveti üzerine Türkistan’dan Aydın sancağına gelmişti (Seyyid Bey, s. 55). İyi bir medrese eğitimi alan Mehmed Seyyid’in İzmir’de bulunduğu yıllar hakkında yeterli bilgi yoktur. 1904 yılında 18. devre birincisi olarak Mekteb-i Hukuk’tan mezun olduktan sonra İzmir’de iki yıl kadar avukatlık yaptı (Türk Parlamento Tarihi, III, 445). Dârülfünun Hukuk Fakültesi’nde başladığı usûl-i fıkıh müderrisliği aralıklarla ölümüne kadar devam etti. II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte siyasete atıldı ve 1908 seçimlerinde İzmir mebusu oldu, 1912 ve 1914 seçimlerinde aynı ilden mebus seçildi. Üçüncü meclisteki iki yıllık görevinin ardından 13 Kasım 1916’da Âyan Meclisi üyeliğine tayin edildi. Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin lider kadrosunda bulunan Seyyid Bey 1910’da İttihat ve Terakkî Fırkası başkan yardımcılığına, 1911’de fırka reisliğine getirildi. Medrese kökenli olmasının verdiği ilmî nüfuzla cemiyet içinde bir denge unsuru olduğu ve hiziplerin arasını bulmada etkin rol üstlendiği anlaşılmaktadır. 1918 yılının Mütareke ortamında bazı İttihatçılar’ca kurulan kısa ömürlü Teceddüt Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı (Bayar, I, 122).

Mebus ve İslâm hukuku müderrisi olarak II. Meşrutiyet döneminde çeşitli kanunlaştırma ve tâdil komisyonlarında görev yaptı. İlk defa 1909 yılında Kānûn-ı Esâsî’nin tâdili için görevlendirilen otuz kişilik özel komisyonda (Tunaya, III, 379) ve 1916’da Mecelle’nin ikmal ve tâdili için Mebusan Meclisi’nce kurulan komisyonlardan Kānûn-ı Medenî Komisyonu’nda bulundu (Öztürk, s. 96). Mondros Mütarekesi’nin ve İngilizler’in İstanbul’u işgalinin ardından Malta’ya sürgün edilenler arasında Seyyid Bey de vardı. Bir yandan Hukuk Fakültesi’nde müderris olması, diğer yandan İttihat ve Terakkî Fırkası’nın önde gelen isimlerinden biri olarak Mütareke sonrası ortamda milliyetçi hareketler açısından potansiyel bir etkiye sahip bulunması sebebiyle bu sürgüne dahil edildiği söylenebilir. 29 Nisan 1920 tarihinde başlayan sürgünden 1921 yılı Ekim ayı sonunda İstanbul’a dönen Seyyid Bey burada durmayarak Ankara’ya gitti, fakat ardından tekrar İstanbul’a gelip Âyan Meclisi’nin ilgasına kadar dârülfünundaki hocalığına devam etti.

Millî Mücadele sırasında Mustafa Kemal’in kendileriyle irtibat kurarak Anadolu’daki harekete destek vermelerini istediği kişiler arasında bulunan Seyyid Bey, Cumhuriyet’in ilânından önceki dönemde


Mustafa Kemal’e hukukî konularda danışmanlık yaptı (Soyak, I, 182). 1923 yılı başlarında (3 Mayıs 1339) Adliye Vekâleti tarafından teşkil edilen ta‘dîl-i kavânîn komisyonlarından ilki olan ve Mecelle’yi tâdille görevlendirilen Vâcibât Komisyonu’nda Ali Haydar Efendi’nin istifasıyla boşalan komisyon başkanlığına seçildi. Cumhuriyet’in ilânının arefesinde yapılan seçimlerde İzmir’den milletvekili ve ikinci meclisin 14 Ağustos 1923 tarihinde yaptığı Hey’et-i Vekile seçiminde adliye vekili oldu. Tek yeni üye olarak kabineye dahil edilmesi yeni hukukî düzenlemelerde kendisinden katkı beklendiğini göstermektedir. Ali Fethi Bey (Okyar) başkanlığındaki bu kabinenin 27 Ekim 1923’te istifa etmesi üzerine Cumhuriyet’in ilânının ardından İsmet İnönü başkanlığında kurulan kabinede de bu görevine devam etti. Seyyid Bey’in adliye vekilliği, 3 Mart 1924’te Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Vekâleti’nin ilgası dolayısıyla İsmet Paşa kabinesinin 5 Mart 1924’te istifasına kadar sürdü. 6 Mart 1924’te yine İsmet Paşa başkanlığında kurulan yeni kabinede Seyyid Bey’in de aralarında bulunduğu bazı vekillere yer verilmedi (Seyyid Bey’in tasfiyesi sebepleri için bk. Erdem, Seyyid Bey’in İslâm Hukuku Sahasındaki Çalışmalarının Değeri, s. 40-48). Meclisteki görevine kısa bir süre daha devam eden Seyyid Bey, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun 23. maddesinde milletvekillerinin aynı zamanda başka bir memuriyet almalarının yasaklanması üzerine mebusluktan ayrılarak İstanbul’a dârülfünundaki görevine döndü. Kuruluş halindeki İlâhiyat Fakültesi reisliğine (dekanlık) getirildi. Ölümüne kadar İlâhiyat Fakültesi’nde târîh-i fıkıh ve Hukuk Fakültesi’nde usûl-i fıkıh hocalığını sürdürdü. Yakalandığı zatürreden 8 Mart 1925 tarihinde ölen Seyyid Bey ertesi gün Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Sultan Mahmud Türbesi hazîresine defnedildi. Günümüzde kabrinin hazîredeki yeri tam olarak belli değildir.

Seyyid Bey’in görüşleri dönemin İslâmcılık anlayışı içinde modern bir bakış açısını temsil etmektedir. Taklitten ve mezhep taassubundan uzak durulması, ictihad kapısının açılması gerektiğine dair vurguları devrin İslâmcı söylemini büyük ölçüde yansıtmaktadır. Özellikle hilâfet ve kanunlaştırma tartışmalarına katkısı göz önüne alındığında, fıkıh ilminin tarih ve literatürüne modern dünyanın kurumlarını meşrulaştırmak üzere yaklaşmasının onun İslâmcılık anlayışının ana hatlarını teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Hakkında çeşitli tartışmalar yapılan II. Meşrutiyet sonrası bazı kanunlaştırma çalışmalarına çok sık atıfta bulunan Seyyid Bey’in eserleri yaşadığı siyasal ve sosyal çevrenin gündeminden derin izler taşımaktadır. Gerek Osmanlı gerek Cumhuriyet kanunlaştırmalarında dönemin şartlarına ve gereklerine fıkıh ilmi içinde kalınarak uygun çözümler üretilmesi gerektiği düşüncesinin Seyyid Bey’in eserlerinde önemli bir perspektif oluşturduğu söylenebilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 3 Mart 1924’te hilâfetin kaldırılması teklifinin görüşüldüğü oturumun sonunda Seyyid Bey adliye vekili sıfatıyla uzun bir konuşma yaparak bu kararın şer‘î dayanaklarını tarihî ve fıkhî zeminde temellendirmeye çalışmıştır. Daha çok bu konuşmasıyla tanınan Seyyid Bey, hilâfetin dinî değil dünyevî bir kurum olduğu fikrini savunarak hilâfeti hakikî ve sûrî olmak üzere ikiye ayırmış ve hâlihazırdaki hilâfetin gerçek hilâfet olmadığını söylemiştir. Ayrıca hilâfeti fıkıhtaki vekâlet akdi çerçevesinde halkla halife arasındaki bir sözleşme biçiminde tanımlayarak konunun daha basit bir düzlemde açıklanabileceğini iddia etmiştir. Bu konuşmanın mecliste hilâfetin kaldırılması kararının alınması esnasında milletvekilleri üzerinde rahatlatıcı bir etki yaptığı söylenebilirse de kararda tek başına etkili olduğu yolundaki düşünceler abartılıdır.

Eserleri. Seyyid Bey’in eserlerinde güçlü bir mantık örgüsü ve tahlilci bir yaklaşım ön plana çıkmaktadır. Kavram ve terimlerin kullanılmasında gösterdiği titizlik, çıkarımların geliştirilmesindeki tutarlılık, kaynaklara yaptığı atıflar, bu atıfların yapıldığı eser ve müelliflerle ilgili kısa bilgi ve değerlendirmeleri üslûbunu etkili kılan hususlar arasında zikredilebilir. 1. Usûl-i Fıkıh Dersleri I (İstanbul 1328-1329). 2. Usûl-i Fıkıh Dersleri II (İstanbul 1330). Dârülfünun Hukuk Fakültesi’nde okuttuğu derslere ait notlarından oluşan bu iki kitap usûl-i fıkıh sistematiğini kapsamaktadır. Konular metin ve şerh biçiminde işlenmiş, yer yer mezheplerin farklı görüşlerine temas edilmiştir. 3. Usûl-i Fıkıh, Cüz’-i Evvel: Medhal (İstanbul 1333). Seyyid Bey’in en tanınmış eseridir. Önceki kitaplarının daha geniş bir muhteva ile yine ders takriri olarak kaleme alınmış şekli olan eserde usûl-i fıkhın tarihi, genel özellikleri ve ictihad-taklid konuları işlenmektedir. Eser klasik usûl-i fıkıh kitaplarında bulunmayan, ancak dönemin aktüel tartışma gündemi dolayısıyla yer verilmiş olan hilâfet ve halifenin yasama yetkisi konusunda uzun bir bölüm içermektedir (s. 106-162; bu kısmın yeni harflerle yayımı: Seyyid Bey, “Hilâfet”, haz. Sami Erdem, Hilâfet Risâleleri, haz. İsmail Kara, İstanbul 2004, IV, 443-484). 4. Usûl-i Fıkıh Dersleri Mebâhisinden İrâde, Kazâ ve Kader (İstanbul 1338). Medhal’in devamı niteliğindeki eserde irade, şer‘î deliller, hüküm bahisleri, hikmet-i teşrî‘ ve makāsıd konuları yer almaktadır. 5. Konferans: Hak Mefhumunun ve Kuvve-i Müeyyidesinin Sûret-i Telakkîsi Hakkında İslâm Felsefe-i Hukūkuyla Avrupa Felsefe-i Hukūku Arasında Bir Mukayese (İstanbul 1338). 6. Hilâfet ve Hâkimiyyet-i Milliyye (baskı yeri yok [Ankara], ts. [1923]). Abdülganî Senî Bey’in Arapça’ya tercüme ettiği eser (el-Ħilâfe ve sulŧatü’l-ümme, Kahire 1342) Fransızca’ya da çevrilmiştir (“Califat et souveraineté nationale”, RMM, LIX [1925], s. 5-81). Üzerinde müellif adı yer almayan ve meclisten bir grup âlim tarafından kaleme alındığına dair rivayetler bulunan eserin Seyyid Bey’e ait olduğu konusunda güçlü işaretler vardır (Erdem, Seyyid Bey’in İslam Hukuku Sahasındaki Çalışmalarının Değeri, s. 80-85). Risâlede, halifenin yetkilerinin sınırlandırılması ve sonuç olarak hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceği görüşü dinî ve tarihî açıdan temellendirilmeye çalışılmaktadır. 7. Hilâfetin Mâhiyyet-i Şer‘iyyesi: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3 Mart 1340 [1924] Tarihinde Mün‘akid İkinci İçtimâında Hilâfetin Mâhiyyet-i Şer‘iyyesi Hakkında Adliye Vekili Seyyid Bey Tarafından Îrad Olunan Nutuk (Ankara, ts. [1924]). Yeni harflerle sadeleştirilmiş neşirleri de yapılmıştır (Hilâfetin Mâhiyet-i Şer’iyesi, haz. Suphi Menteş, İstanbul 1969; Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, haz. Hasan Adnan Önelçin, İstanbul 1970; “Hilâfetin Şer’î Mahiyeti”, haz. İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, İstanbul 1987, I, 179-220). Seyyid Bey’in bu konuşma metninde, hilâfetle saltanatın ayrılmasının bir adım daha ötesine geçilerek mevcut şartlarda artık böyle bir müesseseye ihtiyaç bulunmadığından yerini hâkimiyyet-i milliyyeyi esas alan bir siyasal yönetimin alabileceği düşüncesi savunulmaktadır. 8. Târîh-i Fıkıh Dersleri (İstanbul 1340). 9. “İctihad ve Taklid” (İslâm Mecmuası, I/4 [İstanbul, Rebîülâhir 1332], s. 8-11; I/5 [Cemâziyelevvel 1332], s. 5-10; I/7 [Cemâziyelâhir 1332], s. 2-5). 10. “Milk, Mal ve Bey’in Mâhiyyet-i Hukūkiyyeleri” (Dârülfünun Hukuk Fakültesi Mecmuası, I/2 [Mayıs 1332], s. 131-141).


BİBLİYOGRAFYA:

Seyyid Bey, Usûl-i Fıkıh: Medhal, İstanbul 1333, s. 55; Vatan, İstanbul 9 Mart 1341/1925; İkdam, İstanbul 9-10 Mart 1341/1925; Millî Nevsâl (1341 Sene-i Maliyesine Mahsus), Dördüncü Sene, İstanbul 1341, s. 23; Celâl Bayar, Ben de Yazdım, İstanbul 1965, I, 122; Naşit Hakkı Uluğ, Üç Büyük Devrim, İstanbul 1973, s. 100; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul 1973, I, 182; Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s. 96; Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Ankara 1985, s. 179, 183; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki: 1908-1914 (trc. Nuran Yavuz), İstanbul 1986, s. 156-157, 289-290; Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Ankara 1988, I, 142, 144; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul 1989, III, 379; Sami Erdem, Seyyid Bey’in İslam Hukuku Sahasındaki Çalışmalarının Değeri (yüksek lisans tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Cumhuriyet’e Geçiş Sürecinde Hilâfet Teorisine Alternatif Yaklaşımlar: Seyyid Bey Örneği (1922-1924)”, Dîvân: İlmî Araştırmalar, sy. 2, İstanbul 1996, s. 119-146; Türk Parlamento Tarihi: TBMM-II. Dönem 1923-1927 (haz. Kâzım Öztürk), Ankara 1995, III, 445-446; Türk Hukuk ve Siyaset Adamı Seyit Bey Sempozyumu: 16 Mayıs 1997 (haz. Osman Karadeniz v.dğr.), İzmir 1999; Hüseyin Cahit Yalçın, “Tanıdıklarım: Seyyid Bey”, Yedigün, sy. 183, İstanbul 1936, s. 16; İsmail Kara, “Seyyid Bey (Çelebizade Mehmed)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, II, 529-530.

Sami Erdem