SEYYİD BURHÂNEDDİN

(سيّد برهان الدين)

Seyyid Burhânüddîn Hüseyn Muhakkık-ı Tirmizî (ö. 639/1241)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şeyhi.

561 (1166) veya 565 (1169) yılında Tirmiz’de doğdu. Seyyid Kāsım Tirmizî’nin torunu, Seyyid Hasan Tirmizî’nin oğludur (Sahih Ahmed Dede, s. 123). Soyu Hz. Hüseyin’e dayandığından “Seyyid” ve “Hüseynî” nisbelerinin yanı sıra kalplerdeki sırları bilmesi veya Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya gelişini Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye önceden haber vermesi dolayısıyla “seyyid-i sırdân”, Mevlânâ tarafından anıldığı üzere “Burhâneddin, burhân-ı dîn, burhân” ve tahkik ehli bir sûfî olduğunu belirten “muhakkık” lakaplarıyla tanınır. Tirmiz’de ilim tahsilinden sonra 605’te (1208) Belh’e giderek Mevlânâ’nın babası Sultanülulemâ Bahâeddin Veled’e intisap etti. Kırk gün sohbetinde bulunup icâzet almasının ardından Tirmiz’e döndü. Ertesi yıl tekrar Belh’e gelip burada iki üç yıl kadar kaldı. Bu dönemde henüz çocuk yaşlardaki Mevlânâ’nın atabegliğini üstlendi. Bahâeddin Veled’in ailesiyle birlikte Belh’ten hicret etmesi üzerine Tirmiz’e yerleşti (616/1219). Mevlevî kaynaklarında onun bu tarihten itibaren sürekli cezbe ve sekr halinde yaşadığı, inzivaya çekildiği, sekr halinden sahva geçip sekiz yıl kadar öğretim ve irşad faaliyetinde bulunduğu, daha sonra Anadolu’ya gittiği kaydedilmektedir.

Menâkıbnâmelerde Seyyid Burhâneddin’in Anadolu’ya gitme sebebi hakkında çeşitli rivayetler yer almaktadır. Şeyhi Bahâeddin Veled’in 18 Rebîülâhir 628 (23 Şubat 1231) cuma günü Konya’da vefat ettiğini aynı gün Tirmiz’de ders verirken, “Yazık yazık, şeyhim bu toprak âleminden temiz âleme göçtü” diyerek keşfetmesi ve bir gece rüyasında şeyhinin, “Benim Celâleddin’imi yalnız bırakmışsın ve onu korumak konusunda kusur ediyorsun” hitabını duyması birkaç dostu ile beraber Konya’ya gitmesinde etken olmuştur (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 118; Ahmed Eflâkî, I, 56-57, 73). Sultan Veled’e göre Tirmiz ulularından birinin Bahâeddin Veled’in Konya’da olduğunu bildirmesi üzerine Anadolu’ya gitmeye karar vermiştir (İbtidânâme, s. 245). Bu yıllarda Mâverâünnehir ve Horasan’ı kasıp kavuran Moğol akınlarının onun hicret etmesinde etkili olduğu da ileri sürülmüştür (DMBİ, XII, 60). Seyyid Burhâneddin şeyhinin vefatından bir yıl sonra Konya’ya ulaştığı, Sincârî Mescidi’nde inzivaya çekildiği, bu sırada Lârende’de bulunan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye mektup yazarak orasının Moğol istilâsı sebebiyle oturmaya elverişli olmayacağını belirtip onu Konya’ya çağırdığı, bazı kaynaklarda Konya’ya gelmeden önce Kayseri’ye uğrayıp bir süre şehrin yöneticisi Sâhib İsfahânî’nin evinde kaldığı kaydedilmektedir. Seyyid Burhâneddin, Mevlânâ’ya babasının hem zâhir hem hal ilimlerinde kâmil bir şeyh olduğunu, kendisinin zâhir ilimlerinde elde ettiği üstün dereceyi hal ilimlerinde de kazanması gerektiğini söylemiş, bunun üzerine Mevlânâ kendisine intisap etmiştir (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 118; Sultan Veled, s. 248). Eflâkî, Mevlânâ’nın ona daha Belh’te iken intisap etmiş olabileceğini söyler (Âriflerin Menkıbeleri, I, 59). Seyyid Burhâneddin ertesi yıl zâhir ilimlerinde daha da ilerlemesi için Mevlânâ’yı Dımaşk’a gönderdi. Kendisinin, 630 (1233) yılında gerçekleştiği anlaşılan bu seyahat sırasında Kayseri’ye kadar Mevlânâ’ya refakat ettiği belirtilmektedir. Seyyid Burhâneddin’in, halifenin elçisi olarak Anadolu’ya gelen ve Konya’da Bahâeddin Veled’in kabrini ziyaret ettikten sonra Kayseri’ye uğrayan Şehâbeddin es-Sühreverdî ile görüştüğü, bu görüşme sırasında hiç konuşmadıkları (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 119), Sühreverdî’nin bunun sırrını soran müridlerine Seyyid Burhâneddin’in, “Hal ehli yanında kāl dili değil hal dili lâzımdır” sözünü naklettiği rivayet edilir (Ahmed Eflâkî, I, 74; Sahih Ahmed Dede, s. 155). Ancak Sühreverdî’nin Konya’ya 1221, Seyyid Burhâneddin’in ise 1232’de geldiği bilindiğine göre bu görüşmenin Anadolu’da yapılmış olması mümkün görünmemektedir (Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, s. 45).

Eflâkî, Sâhib İsfahânî’nin Halep’te Hallâviyye, Dımaşk’ta Mukaddemiyye medreselerinde dört veya yedi yıl ders aldıktan sonra Kayseri’ye dönen Mevlânâ’yı sarayında misafir etmek istediğini, Seyyid Burhâneddin’in buna razı olmadığını, ilimde babasını geçtiğini, “ledün ilminden inciler saçması için” halvete girmesi gerektiğini söyleyerek onu toplam 1001 günde ardarda üç defa halvete soktuğunu, halvet sonrasında, “Bütün ilimlerde eşi benzeri bulunmayan bir insan oldun; haydi yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve hesapsız bir rahmete garket; bu sûret âleminin ölülerini kendi mâna ve aşkınla dirilt” dediğini, ardından birlikte Konya’ya gittiklerini, Seyyid Burhâneddin’in burada ona irşad için icâzet verdiğini kaydeder (Âriflerin Menkıbeleri, I, 81-84, 89). Sahih Ahmed Dede’ye göre 639 (1241-42) yılında gerçekleşen bu olay sırasında Mevlânâ otuz altı, Seyyid Burhâneddin yetmiş beş yaşındadır (Mevlevîlerin Tarihi, s. 159). Konya’da müridi Selâhaddîn-i Zerkûb’un evinde misafir kaldığı sırada, “Halimi sana, kālimi Mevlânâ’ya bağışladım” diyerek kendisinden iki mirasın intikal ettiğini ifade eden Seyyid Burhâneddin’in daha sonra Kayseri’ye yerleşmek istediği, Mevlânâ’nın buna razı olmadığı, bunun üzerine onun, “Buraya kuvvetli bir aslan yöneldi; ben de bir aslanım, birbirimizle geçinemeyiz, onun için gitmek istiyorum” diyerek onu razı ettiği, bu sözüyle Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya geleceğini beş yıl önceden haber verdiği rivayet edilir (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 120). Mevlânâ’nın siyasî ortamdan duyduğu endişeden dolayı şeyhinin Kayseri’ye gitme isteğine karşı çıktığı ileri sürülmüştür. Bu iddiaya göre Mevlânâ, kendisi gibi ahîlere muhalif olan Seyyid Burhâneddin’in ahî ve Türkmen zümrelerine destek veren I. Alâeddin Keykubad’ın iktidarı zamanında Kayseri’ye gitmesine izin vermemiş, onun Kayseri’ye son gelişi Keykubad’ın öldürülmesi ve ahîlerin tasfiyesi üzerine


gerçekleşmiştir (Akşit, XIX/1 [2004], s. 7). Bir diğer rivayete göre Seyyid Burhâneddin, Kayseri’de Sâhib İsfahânî’yi vezirlik makamına getiren ve şehirde büyük tahribat yapan Moğollar’a tıpkı Mevlânâ gibi sempati duymakta, Türkmenler’e muhalif olan çevreleri himaye eden Moğollar bu yüzden kendisine saygı gösterip ayaklarına para saçmaktadır (Bayram, s. 88). Moğollar’ın onun ayaklarına para saçtıkları iddiası Eflâkî’nin bir rivayetinin çarpıtılmış bir yorumuna dayandırılmaktadır (Âriflerin Menkıbeleri, I, 68). Halbuki Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi Seyyid Burhâneddin’in de ahî-Türkmen zümreleri ve Moğollar’la ilgili tavrı olayları tasavvufî ve bâtınî perspektiften yorumlamaktan ibaret olup siyasal ve sosyal kaygıların bir sonucu değildir.

Eflâkî, Seyyid Burhâneddin’in, Kayseri’de Sultan Alâeddin Keykubad’ın eşi Mahperi Hatun tarafından yaptırılan Huand Hatun Camii bitişiğinde halen müze olarak kullanılan medresede ders okuttuğunu, Mükremin mahallesindeki günümüze sadece tonozları intikal eden Hakırdaklı Camii’nde imamlık yaptığını, istiğrak halinden dolayı namazda uzun müddet durması sebebiyle cemaatten affını isteyerek görevi terkedip cami yanındaki halvethânede inzivaya çekildiğini kaydeder (a.g.e., I, 61-62). Kayseri Mevlevîhânesi bu halvethânenin arsası üzerine inşa edilmiştir (Küçük, s. 280).

Seyyid Burhâneddin’in vefat tarihi tam olarak tesbit edilememekle birlikte İbtidânâme’de ve Eflâkî’deki bilgilere göre onun Bahâeddin Veled’in vefatından bir yıl sonra Konya’ya geldiği, dokuz yıl burada Mevlânâ’ya şeyhlik yaptığı dikkate alınarak 638 (1241) yılı sonları veya 639 (1241) yılı başlarında öldüğü söylenebilir. Eflâkî, Sâhib İsfahânî’nin onun kabrinin üzerine bir türbe inşa ettirmek istediğini, rüyasında gördüğü Seyyid Burhâneddin’nin bunu reddetmesi dolayısıyla bundan vazgeçtiğini söyler (Âriflerin Menkıbeleri, I, 69-70). Şimdiki türbe 1892 yılında Ankara Valisi Âbidin Paşa’nın yardımıyla Kayseri mutasarrıfı Mehmed Nâzım Paşa tarafından yaptırılmış, Farsça kitâbesi Ali Emîrî Efendi hattıyla yazılmıştır.

Sâhib İsfahânî, Seyyid Burhâneddin vefat ettikten kırk gün sonra Mevlânâ’ya bir mektup gönderdi, Mevlânâ Kayseri’ye giderek şeyhinin kitaplarını Sâhib İsfahânî’den aldı ve birkaçını kendisine bağışladıktan sonra Konya’ya döndü (a.g.e., I, 70-71). Sultan Veled, Mevlânâ’nın Seyyid Burhâneddin’in vefatıyla tek başına kaldığını, yanıp yakılarak Şems-i Tebrîzî Konya’ya gelinceye kadar beş yıl riyâzet hayatı yaşadığını, bu sırada kendisinden sayısız kerametler zuhur ettiğini, bununla birlikte irşad faaliyetinden geri durmayıp halka vaaz vermeyi, ulemâ, yönetici ve esnaf kesiminden olan müridleriyle sohbet etmeyi sürdürdüğünü söyler (İbtidânâme, s. 247-249).

Seyyid Burhâneddin’in adı Eflâkî’nin kaydettiği Mevleviyye silsilesinde yer alırken (Âriflerin Menkıbeleri, II, 599), Sipehsâlâr’ın Risâle’sindeki silsilenâmede (s. 18) bulunmamaktadır. Ahmet Avni Konuk’a göre Seyyid Burhâneddin, Mevlânâ’nın yegâne mürşidi, Şems-i Tebrîzî onun sohbet arkadaşıdır. Mevlânâ’nın babasının da Seyyid Burhâneddin’in müridi olduğu, Şam ve Hicaz seferinde onlarla birlikte bulunduğu, Dımaşk’ta öldüğü, ölümünden önce onlara Rum diyarına gitmeyi tavsiye ettiğine dair rivayetler doğru değildir (Devletşah, II, 249).

MaǾârif adlı eserinde şeyhi Bahâeddin Veled’i övgüyle anan Seyyid Burhâneddin onun en üstün velâyet mertebesinde bulunduğunu müşahede ettiğini, Mevlânâ’ya ondan üstün bir dereceye ulaşması için dua etmediğini, zira bundan ötesinin bulunmadığını söylemiştir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhâneddîn-i Muhakkık gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu tamamıyla burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan olur” anlamındaki beytiyle (Mesnevî, II, 101, beyit 1319-1320) şeyhinin ilâhî hilâfet mertebesine erdiğini, meşâyihin kitaplarını ve sırlarını mütalaa etmekle birlikte muhatapları üzerinde tesirli olmasını çokça mücahede ve riyâzette bulunmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled de ondan feyiz aldığını ifade etmiştir (İbtidânâme, s. 226). Sipehsâlâr ve Eflâkî’nin rivayetleriyle MaǾârif’teki sözleri dikkate alındığında Seyyid Burhâneddin’in riyâzete ve özellikle oruca büyük önem veren, daima cezbe, mecnunluk ve istiğrak hallerini tecrübe eden, tasavvufu gerçek ilim ve bütün ilimlerin zirvesi sayan, şatahat türünden sözleri bulunan, sohbetlerinde Senâî’nin beyitlerinden sıkça iktibaslar yapan, tıp bilgisine sahip, nüktedan ve melâmet neşvesi güçlü bir şahsiyet olduğu anlaşılmaktadır. İsmâil Ankaravî’ye göre Seyyid Burhâneddin zâhirde ulemâ ve muhakkık meşâyih kisvesinde, bâtında fakr ve fenâ mertebesindedir (Şerh-i Mesnevî, II, 209-210). Kayseri’deki türbe kitâbesinde geçen, “Muhyiddîn-i Arabî’den sonra ikincidir” cümlesi onun tahkik ve temyiz ehli sûfîlerden olduğuna işaret eder.

Seyyid Burhâneddin’in tasavvufî sohbetlerinin zaptından meydana gelen, seyrü sülûk ve mârifetullah bahislerinin veciz sözlerle anlatıldığı, çoğunluğu Farsça, kısmen Arapça yazılmış MaǾârif adlı eserinde Senâî, Ferîdüddin Attâr ve Nizâmî-i Gencevî’den şiirlere, Hasan-ı Basrî’den Bahâeddin Veled’e kadar meşhur sûfîlerin görüşlerine yer verilmiştir. Eserdeki konular, Bahâeddin Veled’in MaǾârif’indeki bahisler ve Meŝnevî’de anlatılan fikirlerle uyumludur. Meŝnevî’de yer alan, savaşta bir müşrikin Hz. Ali’nin yüzüne tükürmesi, Îsâ’nın, “En çetin şey nedir” sorusuna “öfke” diye cevap vermesi, Fahreddin er-Râzî’yi kınayış, “ene” (ben) sözünün Firavun’un ağzında bir yalan, Hallâc-ı Mansûr’un ağzında bir nur oluşu, sülûkün sonu olup makāmâtın sonu olmadığı, seyr ila’llāhın sonu bulunup seyr maa’llāhın son bulmadığı gibi konular MaǾârif’teki bahislerin etraflıca izahından ibarettir. Kitabın sonunda Muhammed ve Feth sûrelerinden bazı âyetlerin işârî tefsiri bulunmaktadır. Eserin 5 Muharrem 687 (10 Şubat 1288) tarihli en eski nüshası (Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 2188) Argun b. Aydemir b. Abdullah el-Mevlevî tarafından istinsah edilmiştir. Bedîüzzaman Fürûzanfer’in açıklamalarla neşrettiği eser (Tahran 1340 hş.) Abdülbaki Gölpınarlı (Ankara 1973) ve Ali Rıza Karabulut (Ankara 1995) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Fîhi mâ fîh (trc. Ahmed Avni Konuk, haz. Selçuk Eraydın), İstanbul 1994, s. 188; a.mlf., Mesnevî (trc. Veled İzbudak), İstanbul 2004, II, 101, beyit 1319-1320; Ferîdûn-i Sipehsâlâr, Risâle: Mevlânâ ve Etrafındakiler (trc. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1977, s. 18-20, 34, 117-120; Sultan Veled, İbtidânâme (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara 1976, s. 1, 226, 236, 238, 244-249, 295; Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri (trc. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1989, I, 56-75, 81-84, 89; II, 599; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 515; Devletşah, Tezkire (trc. Necati Lugal), İstanbul 1977, II, 249; İsmâil Rusûhî Ankaravî, Şerh-i Mesnevî, İstanbul 1289, II, 209-210; Sahih Ahmed Dede, Mevlevîlerin Tarihi (haz. Cem Zorlu), İstanbul 2003, s. 123, 127, 132-135, 144, 150-155, 158-160, 162-163, 306, 341; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1952, s. 44-48; a.mlf., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 194, 305; Mehmed Önder, “Seyyid Burhaneddin’in Maarif’i”, I. Kayseri Kültür ve Sanat Haftası Konuşmaları ve Tebliğleri, Kayseri 1987, s. 84-86; Mikâil Bayram, “Devrinin Siyasi Olayları İçinde Seyyid Burhanu’d-din”, a.e., s. 86, 88; H. Ahmet Sevgi, Seyyid Burhâneddin Muhakkık-i Tirmizi, Kayseri 1995; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mevlânâ Celâleddin (trc. Feridun Nafiz Uzluk),


İstanbul 1997, s. 134-139, 152-158; Franklin D. Lewis, Rumi: Past and Present, East and West, Oxford 2000, s. 96-118; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 280; Ahmet Akşit, “Mevlevi Yazarların Seyyid Burhaneddin’in Kayseri’ye Gidişi Hakkındaki Rivayetlerine Dair”, TİD, XIX/1 (2004), s. 1-8; Tahsin Yazıcı, “Tirmizî”, İA, XII/1, s. 389-390; Necîb Mâyil-i Herevî, “Burhân-ı Muĥaķķıķ”, DMBİ, XII, 59-61.

Semih Ceyhan