SIDDÎKIYYE

(الصدّيقيّة)

Hz. Ebû Bekir’e (ö. 13/634) nisbet edilen bir tarikat.

Hz. Ebû Bekir’den geldiği kabul edilen tarikata Bekriyye veya onun Sıddîk lakabına nisbetle Sıddîkıyye adı verilmiştir. Ebû Bekir’e ulaşan silsilelerin ilk yazılı örneklerinden biri, Abdülhâliķ-ı Gucdüvânî’ye (ö. 575/1179) nisbet edilen Maķāmât-ı Yûsuf-ı Hemedânî adlı eserde görülür. Bu eserde Gucdüvânî’nin şeyhi Yûsuf el-Hemedânî’den şu sözler nakledilir: “Bu zikir telkini önce Hz. Ebû Bekir’in gönlüne olmuştur. Ondan Selmân-ı Fârisî’ye ulaşmış, ondan Ca‘fer es-Sâdık’a, ondan Bâyezîd-i Bistâmî’ye, ondan Ebü’l-Hasan el-Harakānî’ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali el-Fârmedî’ye ve ondan da bana ulaşmıştır” (Risâle-i Śâĥibiyye, s. 81). Hâcegân tarikatı şeyhlerinden Muhammed b. Ahmed el-Buhârî tarafından VIII. (XIV.) yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilen Meslekü’l-Ǿârifîn adlı eserde de aynı silsile tekrarlanmış, ayrıca Hz. Peygamber’e nisbet edilen, “Allah Teâlâ benim kalbime ne dökmüşse ben de onu Ebû Bekir’in kalbine döktüm” şeklindeki rivayet nakledilmiştir (Ali el-Kārî, s. 454).

Bahâeddin Nakşibend’in müridlerinden Muhammed Pârsâ Risâle-i Ķudsiyye adlı eserinde bu silsileye yeni bir düzenleme getirmiş, Ca‘fer es-Sâdık ile Selmân-ı Fârisî’nin arasında Kāsım b. Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk’ın bulunduğunu belirtmiş, ayrıca Bâyezîd-i Bistâmî’nin Ca‘fer es-Sâdık’ı, Ebü’l-Hasan el-Harakānî’nin Bistâmî’yi dünya hayatında görmediğini ve bunların Üveysî yolla birbirinden feyiz alıp terbiye gördüklerini ifade etmiştir. Bahâeddin Nakşibend’in bir diğer müridi Ya‘kūb-i Çerhî de Risâle-i Ünsiyye adlı eserinde Ebü’l-Kāsım Kürregânî’yi (ö. 450/1058) Ebû Ali el-Fârmedî ile Ebü’l-Hasan el-Harakānî’nin arasına yerleştirerek yeni bir ilâve yapmıştır.

XVI. yüzyılda Semerkant’ta bazı Kübreviyye tarikatı mensupları, meşhur tarikatların Hz. Ebû Bekir yoluyla değil Hz. Ali yoluyla sonraki nesillere aktarıldığını söyleyerek Nakşibendîler’in Sıddîkī silsilesine ima yoluyla itiraz etmişlerdir. Bu itiraz, bazı Nakşibendî mensuplarını Sıddîkī silsileyi savunmak için yeni rivayetlerin arayışına itmiş olmalıdır. Nitekim Muhammed b. Hüseyin el-Kazvînî 978’de (1570) Dımaşk’ta kaleme aldığı Silsilenâme-i Ħâcegân-ı Naķşibend adlı eserinde Resûl-i Ekrem’in Medine’ye hicret ederken Sevr mağarasında Hz. Ebû Bekir’e diz üstü ve gözleri kapalı olarak kalbî zikri üç defa telkin ettiğini ve Nakşibendîler’in esas aldığı Sıddîkī silsilenin bu şekilde doğduğunu söyleyerek konuya yeni bir izah tarzı getirmiştir. Hadis ve tarih kitaplarında, tasavvuf klasiklerinde ve hatta ilk dönemde yazılan temel Nakşibendî kaynaklarında bulunmayan bu rivayet sonraki dönem Nakşibendî çevrelerinde çoğunlukla kabul görmüşse de bir Nakşibendî şeyhi olan Kazanlı Şehâbeddin Mercânî, Hz. Ebû Bekir yoluyla geldiği söylenen silsilenin ilmî temeli bulunmadığını ifade etmiştir.

Diğer birçok tarikatın aksine Hâcegân ve onun devamı olan Nakşibendî mensuplarının silsilelerini Hz. Ebû Bekir’e bağlamaları bu tarikatın doğup yayıldığı Mâverâünnehir ve özellikle Buhara bölgesinin karakteristik yapısı ile açıklanabilir. Sünnî muhitlerde ashabın en üstünü olarak Hz. Ebû Bekir kabul edilirken Şiîler, Resûl-i Ekrem’den sonra ilk halifenin Hz. Ali olması gerektiğini, çünkü onun diğer halifelerden daha üstün olduğunu iddia ediyorlardı. Sünnî-Şiî tartışmalarının yoğun olduğu VI. (XII.) yüzyıl ve sonrasında bazı tarikatların Hz. Ali’ye ulaşan silsileler beyan etmeleri, Mâverâünnehir Sünnîleri’ni Alevîlik (Şîa) niteliği taşımayan bir tarikat ve silsile kurgusuna itmiş olmalıdır. Öte yandan Ebû Bekir’in teheccüd namazı kılarken diğer bazı sahâbîlerin aksine çok alçak sesle (hafî) Kur’an okuduğu bilinmektedir (Ebû Dâvûd, “TatavvuǾ”, 25; Hücvîrî, s. 83). Hafî zikri esas alan Hâcegân şeyhlerinin bu konuda Ebû Bekir’i örnek almış ve onu kendilerine pîr telakki ederek silsilelerini ona bağlamış olmaları da muhtemeldir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hücvîrî, Keşfü’l-maĥcûb (nşr. Hüseyin Tesbîhî), İslâmâbâd 1995, s. 83; Abdülhâliķ-ı Gucdüvânî, Risâle-i Śâĥibiyye : Maķāmât-ı Yûsuf-i Hemedânî (nşr. Saîd-i Nefîsî, Ferheng-i Îrân-zemîn, I/1 içinde), Tahran 1332 hş./1953, s. 81; Muhammed b. Ahmed b. Es‘ad el-Buhârî, Meslekü’l-Ǿârifîn, İÜ Ktp., FY, nr. 185, vr. 6a-b, 61a; Salâh b. Mübârek el-Buhârî, Enîsü’ŧ-ŧâlibîn (nşr. Halil İbrahim Sarıoğlu - Tevfîk Sübhânî), Tahran 1371 hş./1992, s. 113-115; Muhammed Pârsâ, Risâle-i Ķudsiyye (nşr. Ahmed Tâhirî Irâkī), Tahran 1354 hş./1975, s. 10-14; Fahreddin Safî, Reşeĥât-ı ǾAynü’l-ĥayât (nşr. Ali Asgar Muîniyân), Tahran 1977, I, 11-13; Ya‘kūb-i Çerhî, Risâle-i Ünsiyye (nşr. M. Nezîr Rânchâ), İslâmâbâd 1983, s. 15-16; Muhammed b. Hüseyin el-Kazvînî, Silsilenâme-i Ħâcegân-ı Naķşibend, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1381, vr. 3a; Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa, Beyrut 1986, s. 454; Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 12b-18a; Abdülmecîd el-Hânî, el-Ĥadâǿiķu’l-verdiyye, Kahire 1308, s. 8; M. M. er-Remzî, Telfîķu’l-aħbâr ve telķīĥu’l-âŝâr fî veķāǿiǾ Ķazân ve Bulġār ve mülûki’t-Tatâr, Orenburg 1908, II, 479-480; Zâhid Kevserî, İrġāmü’l-merîd, İstanbul 1328, s. 28-29; Ma‘sûm Ali Şah, Ŧarâǿiķ, II, 11-12; Hamid Algar, “A Brief History of the Naqshbandī Order”, Naqshbandis (ed. M. Gaborieau v.dğr.), Istanbul-Paris 1990, s. 5; Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, İstanbul 2002, s. 33-38, 385-386; Bakhtiyor Babajanov, “Mawlānā Lutfullāh Chūstī. An Outline of His Hagiography and Political Activity”, ZDMG, CXLIX/2 (1999), s. 263-264.

Necdet Tosun