SİLİFKE

Mersin iline bağlı ilçe merkezi.

Akdeniz bölgesinde Taşucu Limanı’ndan 7-8 km. içeride, Göksu nehrinin kıyıya açılan derin vadisinin güneyinde batıya doğru yaptığı büklümün kenarında kurulmuştur. Günümüzde Göksu’nun doğuya devam eden mecrasının her iki tarafındaki alçak sahaya doğru yayılmış durumdadır. Elverişli coğrafî konumu sayesinde kuruluşundan günümüze kadar meskûn olan şehrin en eski ismi, kurucusu I. Seleucus Nicator’a (m.ö. 312-281) izâfeten Seleucia olup Türk fethi sonrasında Silifke diye anılmıştır. Osmanlı öncesinde, Mezopotamya sınırındaki aynı adı taşıyan yerleşmelerden ayırmak için Thracheia Seleukia (dağlık Silifke) veya “Göksu üzerindeki Seleukia” olarak nitelendirilirken Osmanlı döneminde Senk (taşlık) Silifke şeklinde zikredildiği dikkati çeker.

Şehrin iskân tarihi milâttan önce III. yüzyıla iner. Milâttan önce VII. yüzyılda Grekler, bugünkü Taşucu kasabasının bulunduğu kıyı bölgesinde (Aya Todora [Viranşehir]) Holmi kolonisini kurdularsa da bu koloni yeterince gelişemedi ve milâttan önce IV. yüzyıldan itibaren gerilemeye başladı. Büyük İskender’in generallerinden I. Seleucus Nicator, milâttan önce III. yüzyılda bugünkü yerinde Silifke’yi kurarak Holmi halkını buraya nakletti. IV. yüzyılda Kilikya, Izavria bölgesi içinde kabul edildiğinden Dağlık Kilikya’da yer alan Silifke de bir Izavria şehri diye gösterildi. Roma devrinde gelişip büyük binalar ve âbidelerle süslendi, Tarsus ile rekabete girişebilecek düzeye çıktı. Silifke’nin bu gelişiminde güneyde geniş verimli ovaya (Göksu deltası) sahip bulunması, ulaşıma elverişli Göksu nehrinin şehrin bitişiğinden geçmesi ve özellikle Kıbrıs’tan gelip Anadolu’nun içlerine nakledilen mallar için bir transit merkezi olması rol oynadı. Bizans idaresinde Silifke doğuda Tarsus ile birlikte Bizans-Arap mücadelesine sahne oldu. Bizans-Arap çekişmesinin sonuna kadar etkili ve sürekli olmasa da Bizans hâkimiyetinde kaldı ve bu dönemde yörenin askerî önemi arttı. Bizanslılar’ın Arap sınırı boyunca oluşturdukları savunma zinciri (kleisura) içinde yer aldı (Seleucia kleisurası). Daha sonra Romanos I. Lakapenos devrinde artan askerî öneme paralel olarak idarî yönden “thema”lığa yükseldi. Seleucia teması, Lamas ırmağı kenarında Tarsus emîrinin arazisiyle sınırlı olup Silifke’den başka on kaleyi daha ihtiva etmekteydi.

Araplar, 838 yılında Silifke yakınlarında Lamas nehrine kadar geldilerse de Silifke’yi alamadılar. Haçlı seferleri sırasında Bizans İmparatorluğu, Ermeniler’e ve Haçlı destekli Frank hükümdarlarına karşı bir tedbir olarak Silifke ve Korykos (Gorigos, Gürgüs) kalelerini tahkim etti. Ancak Ermeniler, III. Rupen zamanında (1175-1187) Silifke’yi ellerine geçirdi. Silifke ve çevresine 1180 yılından sonra yerleşme amacıyla yoğun biçimde göçebe Türkmenler geldi. Bunlar 1187’de Sîs’e (Kozan) kadar ilerlediler. Bazı tarihî kaynaklarda yer alan, II. Kılıcarslan’ın Silifke ve sahillerini fethettiğine dair bilgiler bu Türkmen hareketinden dolayıdır. Selçuklu hücumlarına karşı koymaktan âciz kalan II. Leon, kendilerine yardım etmeleri için Lârende ile Silifke’yi Saint Jean şövalyelerine terketti (1210); böylece Silifke ve çevresi uzun müddet Kıbrıs ile yakın ilgisi olan Saint Jean şövalyelerinin elinde kaldı.


Bir süre sonra Karamanlılar’ın ceddi ve Karaman Bey’in babası Nûre Sûfî (Nûr Sûfî), Ereğli Kalesi’ni fethederek İçel’deki Silifke Kalesi’ne saldırıp hâkimini öldürdü. Karamanlılar tarafından fethedilen bu bölgenin sınırları sahilde Silifke ve Gürgüs kıyılarına kadar uzandı. Karamanlılar bu dönemde Silifke’ye birçok defa saldırdı. Tarihçi Şikârî, Karamanoğlu Mehmed Bey’in kardeşlerinden Kasım’a Ermenek’in, Halil’e Mut ve Silifke’nin idaresini verdiğini aktarıp Silifke’yi Karaman toprağı diye gösterse de Silifke muhtemelen daha geç tarihte, 760’tan (1359) önce Kıbrıs Kralı IV. Hugues de Lusignan zamanında Karaman idaresine geçmiştir. Zira Hugues’in yerine Kıbrıs kralı olan oğlu I. Pierre de Lusignan’ın, Türkmenler’in eline geçen sahil şehirlerini geri almak için giriştiği mücadele sırasında Silifke’nin artık Kıbrıs hâkimiyetinde olmadığı görülür. Silifke, Osmanlı-Karaman mücadelesinde Karamanoğulları’nın sığınağı haline geldiği gibi Karamanoğlu İbrâhim Bey’in vefatına (869/ 1464) yakın kardeşler mücadelesine de sahne oldu. İbrâhim Bey, büyük oğlu İshak Bey’i diğer oğullarına tercih ettiğinden İshak Bey, Silifke merkez olmak üzere İçel bölgesini hâkimiyeti altına aldı. Daha sonra Osmanlılar’ın desteklediği Pîr Ahmed Silifke’ye hâkim oldu.

872 (1468) ilkbaharında Karaman seferine çıkan Fâtih Sultan Mehmed, Konya ile Gevele Kalesi’ni alıp bu bölgeyi Karaman beylerbeyiliği olarak teşkilâtlandırıp idaresini Şehzade Mustafa’ya verdiğinde Silifke ve Karataş bunun dışında kaldı. Nitekim 1471’de Silifke Kalesi, Karamanoğlu İshak Bey’in oğlu ve eşinin idaresindeydi. Ancak babasının ölüm haberi karşısında ümitlerinin kırılması ve Silifke hariç “nevâhî-i Karaman”ın Osmanlı idaresine girmesi üzerine kaleyi muhafazada güçlük çeken İshak Bey’in oğlu, Fâtih Sultan Mehmed’e haber göndererek bağlılığını ve hisarı teslim etmek istediğini bildirdi. Bunun üzerine Gedik Ahmed Paşa 1472’de İçel’e gidip Silifke Kalesi’ni teslim aldı. Fakat Karamanoğlu Kasım Bey, aynı yıl Akdeniz’de bulunan Haçlı donanmasının da yardımı ile Silifke Kalesi’ni geri almayı başardı. 1473’te Otlukbeli Savaşı’nı kazanan Fâtih Sultan Mehmed, oğlu Şehzade Mustafa ile Gedik Ahmed Paşa’yı Silifke ve çevresinin zaptıyla görevlendirdi. Karaman iline yürüyen Gedik Ahmed Paşa, Ermenek ve Manyan kalelerini alıp Silifke’ye yöneldi. Daha önce Osmanlı hizmetinde bulunmuş kale topçularının yardımıyla kaledeki barutun ateşe verilmesi kısa sürede Silifke Kalesi’nin zaptedilmesini sağladı. Şehzade Cem’in 887’de (1482) Rodos’a gitmesinden sonra II. Bayezid’e sığınan Karamanoğlu Kasım Bey’e Silifke merkez olmak üzere Mut yakınlarındaki Hucendi Beli’nden Akdeniz’e kadar olan topraklar iktâ edildi. Bir yıl sonra Kasım Bey’in ölümüyle Silifke ve çevresi kesin biçimde Osmanlı idaresine girmiş oldu.

Osmanlı idaresi altında Silifke ve çevre yerleşim merkezleri İçel adıyla sancak olarak teşkilâtlandırılıp Karaman vilâyetine bağlandı. Sancak merkezi Silifke olduğundan sancak adı arşiv belgelerinde İçel ile birlikte birçok defa “livâ-i İç il nâm-ı dîğer Silifke” şeklinde, bazan da sadece “livâ-i Silifke, sancak-ı Silifke” diye kaydedilmiştir. 962 (1555) tarihli Tahrir Defteri’nde Silifke şehri mukātaasına ait kayıtlar İçel beyinin Silifke’de ikamet ettiğini göstermektedir. 1082’de (1671) İçel sancağını gezen Evliya Çelebi de sancak beyinin Silifke’de oturduğunu belirtir. XVIII ve XIX. yüzyıllarda Silifke’nin yanı sıra Ermenek ve Mut şehirleri İçel sancağına uzun süre merkezlik yapmıştır. Sancak merkezinin tayini meselesi, özellikle Ermenek ve Silifke kazaları arasında bir anlaşmazlık konusu olurken sancak beyleri, Ermenek etrafının engebeli olup devlet işlerini görmede güvenlik ve ulaşım zorluğu yaşamaları, Silifke’nin Kıbrıs ve vilâyet merkezi olan Adana’ya yakınlığı dolayısıyla güneydeki Silifke’de oturmayı tercih etti.

Silifke, antik döneme ait bina kalıntıları ve arkeolojik buluntulara göre yaklaşık bugünkü şehrin bulunduğu yerde ortaya çıkmıştır. Daha sonra kaleden Göksu nehrine kadar olan kesimde yerleşim alanları kuruldu. Nitekim Mukaddem Dede ve Tevekküllü Sultan türbeleri etrafında oluşan Mukaddem ve Saray mahalleleri şehrin en eski yerleşim alanlarındandır. Evliya Çelebi, yalçın bir kaya üzerinde yirmi üç kuleden oluşan müstahkem kalesinin bulunduğuna, içinde bir cami ile birlikte altmış toprak damlı evin yer aldığına, kalenin doğu ve güney yamaçlarında üç cami ve bunların yanı sıra çok sayıda toprak damlı evin var olduğuna işaret eder. Silifke’nin bağlık ve bahçelik olduğunu belirten Evliya Çelebi, mahkemesinin köprü başında ve buna yakın paşa sarayının su kenarında bulunduğunu, köprü başında bir bâcdâr odasının yer aldığını kaydeder.

Aslında XVI. yüzyıla ait tahrir kayıtları, kale içindeki yerleşimler dikkate alınmazsa Silifke’nin tek mahalleden oluşan, birer cami, han, zâviye ve bunların etrafında dükkânlardan (elli civarında) meydana gelen küçük bir kasaba hüviyetinde olduğuna işaret eder. Bu özelliğin, en azından nitelik yönüyle XIX. yüzyıl sonuna kadar çok fazla değişmeden devam ettiği anlaşılmaktadır. Silifke Kalesi’ndeki askerî garnizon dışında sivil nüfus ve yerleşme XVI. yüzyıl boyunca zayıf kalmıştır. Nitekim 906’da (1500) on yedi hâne, bir mücerret (bekâr erkek) olmak üzere seksen-seksen beş kişi, 928’de (1522) otuz yedi hâne, yedi mücerret olmak üzere 190-195 kişi burada yaşıyordu. 962’de (1555) kırk beş hâne, bir mücerret (225-230 kişi) ve 992’de (1584) elli altı hâne, kırk iki caba (320-325 kişi) nüfusu bulunmaktaydı. Şehirde herhangi bir gayri müslim topluluk yaşamıyordu. Nüfusta XVI. yüzyıl boyunca durgun seyreden artış daha sonraki dönemlerde de sürdü. Temettuât defterlerine göre 1260’ta (1844) Silifke şehrinin nüfusu en az doksan dokuz hâne idi ki üç asır önceye göre kayda değer bir yükselmeden bahsedilemez. Ancak XIX. yüzyılın sonlarında Silifke fizikî bakımdan tam bir kasabaya dönüştü. Adana Vilâyeti Salnâmesi’nden (1305/1887-88) buranın beş mahalle ve 400 hâneden meydana gelen bir kasaba olduğu anlaşılır. Silifke Kalesi’nde dizdar, müstahfız ve kaza idaresinde görevli yönetici konumundaki kişilerin dışında halktan yaşayanlar da vardı. Öte yandan 1584’te kış ve yaz kalede meskûn olarak belirtilenlerin altmış dört nefer olduğu defterde kayıtlıdır. Kaledeki muhafız sayısı 882’de (1477) 206 kişiydi; 928’de (1522) bu sayı 164’e indi ve zamanla daha da azaldı.

Silifke kazasının kır kesiminde nüfusun önemli bir kısmı köylerde toplanmıştı. 1500 yılında bölgedeki köy sayısı seksen dört, 1518’de 102, 1555’te 101, 1584’te 104’tür. Silifke’de köylerdeki nüfusun yanı sıra mevsimlere bağlı olarak yaz ve kış hareket halinde bulunan, konar göçer teşekküller de vardı. XVI. yüzyılda Silifke bölgesinde en önemli ve nüfusu en yoğun cemaat Bozdoğan cemaatidir. Bıçakçılar, Burhanlar, Seydiler, Kara Ömerli, Köseli ve Kargın cemaatlerinden oluşan Bozdoğan boyunun bir kısmı Silifke kazası kır kesiminde, diğer önemli bir kısmı Gülnar, Alâiye, Tarsus ve Adana’da bulunuyordu. Silifke’de Bozdoğan dışındaki yörük boyları Ağar, Teke, Bozkırlı, Şamlı, Moğultay ve Tokuzlu’dur. Silifke kazası köylerinin 1500 yılında 10.000, 1518’de 16.000, 1555’te 27.500 ve 1584’te 28.500 dolayında nüfusu mevcuttu. Ayrıca konar göçer gruplar XVI. yüzyıl boyunca 2500-4900 arasında nüfusa sahipti. Silifke kazasının XX. yüzyıl


başlarında nüfusu kaza merkezi ve seksen dört köyle birlikte 28.183’tü.

Tarihî eserler yönünden zengin olan Silifke’nin önemli bir yeri Silifke Kalesi olup ilçe merkezinde şehre hâkim bir tepede kaya üzerine inşa edilmiştir. Kalenin kuruluşu İlkçağ’lara kadar uzanır. Yirmi üç kule ve burcu bulunan kalenin çevresi 4827 m. olup savunma hendeği yoktur. Silifke Kalesi dışında şehre yakın Taşucu körfezinde Akçakale ile (Akliman, Akkale, Yenicekale) Mara (Eskihisar) önemli iki kaleydi. XVI. yüzyılda Silifke şehrinde kale içinde ve dışında birer cami bulunmakta olup bunlar günümüze kadar gelmiştir. Camilerin kuruluşu hakkında bilgi yoktur. Sadece 924 (1518) tarihli Evkaf Defteri’nde kaledeki caminin Dizdar Ali binası olduğu kayıtlıdır. Evliya Çelebi, kaledeki caminin Sultan Bayezid tarafından yaptırıldığını belirtirken kale varoşundaki cami için, “Çarşı içinde kâr-ı kadîm Sultan Alâeddin Camii tarzı kadîm bir alçak minareli camidir” diye tarif ederek Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad dönemi eseri olduğuna işaret etmektedir. Birçok onarım gören ve yöre halkınca Çarşı Camii diye anılan cami bugün çarşı içinde ve dükkânlarla sarılmış durumdadır. Vakıfları arasında şehir hamamı, Arnavut Hamza Hanı kira geliri de vardır. Diğer bir camisi Göksu nehrinin güney yakasında bulunan Reşâdiye Camii’dir. Sultan Mehmed Reşad zamanında Nüzhet Paşa tarafından 1912 yılında yaptırılmıştır. Tarihî camilerin yanında Silifke’de ayrıca Tevekküllü Zâviyesi bulunmaktadır. Kıbrıs adasının fethinden (1571) altmış yıl önceye kadar Silifke’ye gelip giden olmadığından Tevekküllü Zâviyesi fonksiyonunu kaybedip medrese olarak kullanılırken Kıbrıs fethini müteakip şehirden gelip geçenlerin çoğalması üzerine tekrar zâviye şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Bugün zâviye bulunmayıp aynı adı taşıyan türbe Saray mahallesi sınırları içinde Göksu nehri kenarında ve köprü başındadır. Silifke’deki antik dönem eserleri arasında şehir ortasından geçen Göksu nehrinin üzerindeki taşköprü, şehrin doğusunda ve bugün sadece temel duvarları görülebilen “Stadium”, şehir merkezinde bulunan Jupiter Tapınağı, Meryemlik adı verilen yerdeki Aya Thekla Bazilikası, 14,40 m. uzunluğunda ve 11,40 m. genişliğindeki Tekir Ambarı Sarnıcı, Say mahallesinde bulunan nekropol, Silifke Kalesi’nin doğusundaki tiyatro ve Câmi-i Kebîr mahallesindeki mozaikler önemli bir yere sahiptir.

Silifke, Cumhuriyet’in başlarında İçel ilinin merkeziydi (1927’de 4081 nüfus). 20 Mayıs 1933 tarihinde çıkan 2197 sayılı kanunla İçel iliyle komşusu Mersin ili birleştirilip merkezi Mersin olan yeni İçel ili kurulunca Silifke bu yeni ile ilçe merkezi şeklinde bağlandı (1933’te kurulan yeni İçel ilinin adı 20 Haziran 2002 tarihinde Mersin olarak değiştirildi). Silifke’nin nüfusu ilk defa 1965’te 10.000’i aştı (11.684 nüfus), 2007 sayımında 52.961’e ulaştı.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 1, s. 14, 64-65; nr. 83, s. 179; nr. 272, s. 238, 288-289, 320; nr. 387, s. 287-288; TK, TD, nr. 128, s. 492; nr. 265, vr. 226a-b; Adana Vilâyeti Salnâmesi (1305), s. 182; a.e. (1318), s. 197-201; Strabon, Coğrafya, Kitap XII (trc. Adnan Pekman), İstanbul 1969, s. 2, 25, 26; İbn Bîbî, Anadolu Selçukî Devleti Tarihi (trc. M. N. Gencosman), Ankara 1941, s. 94-98, 131; Şikârî, Karamanoğulları Tarihi, s. 10-11, 19, 21, 44-45; İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osman, VII. Defter (nşr. Şerafettin Turan), Ankara 1991, s. 237-242, 272-277, 281, 312-314, 328-329, 383, 520, 526; Kâtib Çelebi, Cihânnümâ, Wien Nationalbibliothek, Mxt. 389, vr. 131a; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), IX, 161-163; Fr. Beaufort, Karamania, London 1818, s. 222, 226; Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad), İstanbul 1340, III, 274; Arif Müfid Mansel, Silifke Kılavuzu, İstanbul 1943, s. 4-6; Nazmi Sevgen, Anadolu Kaleleri, Ankara 1959, I, 292-293; W. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası (trc. Mihri Pektaş), İstanbul 1960, s. 387-388, 400-426; Mustafa Necati Çıplak, İçel Tarihi, Ankara 1968, s. 245; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 40-41, 79; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, II, 38; Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanbul 1993, s. 719; Şenol Çelik, Osmanlı Taşra Teşkilatında İçel Sancağı: 1500-1584 (doktora tezi, 1994), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 15-41, 91-94, 152-191, 197-249; Ayhan Yalçın, Temettuat Defterlerine Göre Silifke (yüksek lisans tezi, 2001), Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 5-65; Hatice Demirkaya, Silifke Temettuat Defteri Tahlili ve Değerlendirmesi (yüksek lisans tezi, 2002), Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 8-21; Sümer Atasoy, “Silifke”, TTOK Belleteni, sy. 21 (1969), s. 3; Şehabeddin Tekindağ, “Silifke”, TED, sy. 2 (1971), s. 141-152; a.mlf., “Silifke”, İA, X, 643-648; Muzaffer Bener, “Göksu Deltası”, İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, VIII/16, İstanbul 1967, s. 3; Semavi Eyice, “Silifke Çevresinde İncelemeler”, Anadolu Araştırmaları, IV-V, İstanbul 1977, s. 417-441; a.mlf., “Silifke ve Dolaylarında Yapılan Topraküstü Arkeolojik Araştırmalar Raporu (1978)”, TTK Belleten, XLIV/173 (1980), s. 111-124.

Şenol Çelik