SİRÂCEDDİN el-URMEVÎ

(سراج الدين الأرموي)

Ebü’s-Senâ Sirâcüddîn Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed b. Hâmid el-Urmevî (ö. 682/1283)

Şâfiî âlimi.

594 (1198) yılında Azerbaycan’ın Urmiye (Urûmiye, bugün İran’ın Rızâiye) şehrinde doğdu. Kaynaklarda Tenûhî nisbesiyle de anılır. Ancak Abdülhamîd Ali Ebû Züneyd, Urmevî’nin kendi neşri olan et-Taĥśîl mine’l-Maĥśûl adlı eserine yazdığı önsözde Kürt asıllı diye bilinen müellifin Yemenli bir Arap kabilesi olan Tenûh ile ilgisine dair bilgi bulamadığını, ailesinin Yemen’den Azerbaycan’a göçmüş bir Arap kabilesine mensup olabileceğini belirtir. Öğrenimine Urmiye’de başlayan Sirâceddin, Musul’a giderek aklî ve dinî ilimlerde iyi bir öğrenim gördü. Hocalarından sadece Musul’un en büyük âlimi olarak bilinen, dinî ilimler yanında felsefe, mantık, tıp, matematik ve astronomide dönemin tanınmış âlimleri arasında yer aldığı, Tevrat ve İncil’i yorumlamada yahudi ve hıristiyan âlimlerinden daha ileride bulunduğu bildirilen Kemâleddin İbn Yûnus’un ismi zikredilmektedir (Sübkî, VIII, 378-380). İbn Yûnus’un bilhassa Fahreddin er-Râzî’nin eserlerini çok iyi incelediği ve bir Râzî uzmanı olduğu belirtilmektedir. Sirâceddin el-Urmevî’nin Râzî’ye ait eserlere ilgi göstermesinde ve Râzî’nin bazı eserlerini ihtisar veya şerhetmesinde hocasının tesiri olduğu anlaşılmaktadır.

Müellifi bilinmeyen Menâķıb-i Evĥadüddîn Ĥâmid b. Ebi’l-Faħr Kirmânî’de anlatıldığına göre (s. 91-92) Evhadüddin ile tanışmak için Malatya’ya giden Urmevî, Sultan I. Alâeddin Keykubad tarafından karşılanarak kendisine büyük itibar gösterilmiş, cami mescidinin karşısında bir medreseye yerleştirilip tedrîsle görevlendirilmiştir. Daha sonra Dımaşk’a, oradan Mısır’a geçen Urmevî’nin buralardaki hayatı ve ilmî faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’un iktidarı döneminde (1240-1249) Urmevî’yi imparatora (VII. Haçlı Seferi’nin lideri IX. Saint Louis) elçi olarak gönderdiği, imparatorun ona büyük itibar gösterip ihsanlarda bulunduğu, Urmevî’nin de yazdığı bir mantık kitabını imparatora ithaf ettiği yolundaki bilgiler (İbn Vâsıl, IV, 247) onun devlet adamları nezdinde kazandığı itibarı göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Tahtına yeni oturan Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Muazzam Turan Şah’ın, Mısır’ın Mansûre şehrinde bulunduğu sırada 647 Zilhiccesinde (Mart 1250) huzuruna davet edip ilmî münazarada bulunduğu İzzeddin İbn Abdüsselâm ve Mısır kadısı İmâdüddin Kāsım b. Hibetullah gibi âlimlerin arasında Sirâceddin el-Urmevî’nin de yer alması (Makrîzî, II, 351) onun Musul’da iken hatırı sayılır bir âlim seviyesine ulaştığını ortaya koymaktadır.

Mısır’dan Konya’ya giden Urmevî asıl şöhretine burada ulaştı ve başta Leŧâǿifü’l-ĥikme olmak üzere birçok eserini burada yazdı. Urmevî’nin hangi tarihte Konya’ya geldiği bilinmemekle beraber Leŧâǿifü’l-ĥikme’nin mukaddimesinde eserini 655 (1257) yılının sonlarında Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. İzzeddin Keykâvus’un hizmetinde bulunduğu sırada kaleme aldığını ve hükümdara sunduğunu yazmakta ve bu bilgiden Konya’ya belirtilen tarihte veya daha önce geldiği anlaşılmaktadır. Urmevî’nin ulemânın büyük itibar gördüğü Konya’ya yerleşmesinde Moğol istilâsının rolünün olabileceği kaydedilmektedir. Sultan III. Gıyâseddin Keyhüsrev’in tahta geçtiği 664’ten (1266) önce Urmevî Konya kadısı idi (Aksarâyî, s. 69). Onun, 675 (1277) yılında II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu, Cimri lakabıyla tanınan Alâeddin Siyavuş ile iş birliği yapan Karamanoğlu Mehmed Bey kumandasındaki isyancılar tarafından Konya’nın baskına uğrayacağını haber alan Konya halkını şehri savunmaya teşvik etmesi, bu maksatla bir fetva çıkardığı gibi bizzat kendisinin surlara çıkarak saldırganlara ok atması III. Keyhüsrev tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı. Sultan ona takdirlerini bir mektupla bildirdi, ihsanlarda bulundu ve kendisini Rum ülkesinin (Anadolu) başkadılığı göreviyle taltif etti (İbn Bîbî, s. 212).

Ahmed Eflâkî, “Aklî ve naklî bütün ilimlerde ikinci bir Şâfiî idi” şeklinde övdüğü Urmevî ile çağdaşı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hakkındaki bazı anekdotlardan bahseder. Bir defasında Kadı Sirâceddin, henüz “halinin başlangıcında” Mevlânâ’ya bazı sorular yöneltmek suretiyle ilmî konularda kendisini denemek için bir plan hazırlamış, ancak Mevlânâ bir kerametle soruları duymadan cevaplandırmıştır (Âriflerin Menkıbeleri, I, 443-444). Daha sonra Konya’nın önde gelen bazı âlimleri Kadı Sirâceddin’e gelerek haram olmasına rağmen halkın rebaba ve semâ âyinine rağbet etmesinden, özellikle Mevlânâ’nın ilim ve fazilette üstün bir mertebede olduğu halde bu bid‘atların yayılmasına öncülük etmesinden yakınmışlar, kadıdan bunu


önlemesini istemişler, ancak Urmevî, Mevlânâ’nın zâhir ilimlerindeki mertebesini hatırlatıp aleyhte hüküm vermekten kaçınmıştır. Bu âlimler, Mevlânâ’ya gönderdikleri dinî ve aklî ilimlerdeki bazı sorularla onu müşkül duruma düşürmek istemişlerse de Mevlânâ’nın bütün soruların cevaplarını yazılı olarak vermesi üzerine Kadı Sirâceddin’in huzuruna gelerek pişmanlıklarını ifade etmişlerdir (a.g.e., I, 178-180). Mevlânâ’nın cenaze namazını kıldırmak için Sadreddîn-i Konevî öne çıkmış, ancak yaşadığı mânevî hal sebebiyle fenalık geçirdiği için namazı Sirâceddin el-Urmevî kıldırmıştır (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 114-115).

Sirâceddin el-Urmevî 682 (1283) yılında Konya’da vefat etti. Bütün kaynaklar onun felsefe, mantık, cedel, kelâm, fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir, hadis gibi aklî ve naklî ilimlerdeki dirayetinden övgüyle söz eder. Bunlardan Kerîmüddin Aksarâyî Urmevî’nin ölümünden bahsederken, “İlmin âlimi, faziletler denizi, şeriat göğünün güneşi; aklî ve naklî ilimlerde dünya âlimlerini geride bırakan; dünya fâzıllarının faydalı meclisine yönelip Konya’da toplandıkları Sirâceddin el-Urmevî hayata veda etti, etrafındakiler de dağıldı” der (Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 94). Bununla birlikte Urmevî’nin Konya’daki öğretim faaliyetleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Kaynaklarda sadece iki öğrencisinin ismi geçmekte olup bunlardan Safiyyüddin el-Hindî ondan aklî ilimleri tahsil etmiştir (Yâfiî, IV, 272). Bilhassa fıkıhtaki yetkinliğiyle tanınan diğer öğrencisi Tâceddin el-Kürdî, Orhan Gazi tarafından İznik Medresesi müderrisliğine getirilmiştir (Taşköprizâde, eş-Şeķāǿiķ, s. 7-8). Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ǿârifîn’de (II, 406) ikisinin ismi de Mahmud olan Sirâceddin el-Urmevî ile Mısırlı Safî el-Urmevî’yi (ö. 723/1323) birbirine karıştırmış ve ikincisine ait bazı kitapları birincisine nisbet etmiştir.

Eserleri. 1. Leŧâǿifü’l-ĥikme. Temel felsefe problemleri hakkında yazılmış Farsça hacimli bir eserdir. Müellif, mukaddimede eseri 655 (1257) yılının sonlarında Selçuklu Hükümdarı II. İzzeddin Keykâvus’un hizmetinde bulunduğu sırada yazdığını ve hükümdara ithaf ettiğini bildirmektedir. “Hikmet-i İlmî” ve “Hikmet-i Amelî” başlıklı iki bölümden meydana gelen eserin yedi babdan oluşan birinci bölümünde bilginin mahiyeti ve değeri, bilgi çeşitleri, bilgiye konu olan nesnelerin kısımları, vâcibü’l-vücûdun ispatı ile Allah’ın celâl ve cemâl sıfatlarından başlamak üzere usûlü’d-dînin başlıca konuları, isbât-ı vâcibe dair kozmolojik deliller, ruhun mahiyeti, insanî ruhların mertebeleri, ruha ait güçlerin dereceleri üzerinde durulmuştur. Bu bölümün son babı peygamberliğin ispatına dairdir. İkinci bölüm dört bab halinde düzenlenmiş olup birinci babda bazı ön bilgiler verildikten sonra ikinci babda “Siyâset-i Bedenî” başlığı altında ahlâkın mahiyeti, fazilet, iyi ve kötü huylar, huyların eğitimle değişip değişemeyeceği gibi geleneksel ahlâk konuları işlenmiştir. Üçüncü bab ev yönetimi (aile ahlâkı), son bab ise ülke yönetimi (siyaset ahlâkı) hakkındadır. Hükümdar ve ümerâda bulunması gereken nitelikler, meşveretin önemi, vezirlik, emirlik, meliklik ve hilâfetin mânaları gibi konuların yer aldığı bu bab, on kural olarak özetlenen yöneticilerle yönetilenler arasındaki haklar ve sorumluluklarla sona erer. Eser, müellifin vefatından iki yıl sonra istinsah edilen Paris Bibliothèque Nationale’deki nüshasının Kudüs’te ve İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan diğer yazmalarıyla karşılaştırılarak (neşredenin girişi, s. 46-56) Gulâm Hüseyin Yûsufî tarafından uzun bir mukaddime, sonunda açıklayıcı notlar ve ayrıntılı fihristle birlikte neşredilmiştir (Tahran 1340, 1351; eserin yazmaları için bk. MuǾcemü’l-maħŧûŧât, III, 1493). 2. MeŧâliǾu’l-envâr. Klasik mantık konularının özet halinde ele alındığı bir eser olup medreselerde ders kitabı olarak okutulmuş, Fâtih Sultan Mehmed’in isteği üzerine Hızır Bey tarafından bazı ilâvelerle Farsça’ya çevrilmiştir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2488). Çok sayıda şerhi yapılmış olan eserin en meşhur şerhi Kutbüddin er-Râzî’nin hazırladığı, Ebû Said Bahadır Han’ın veziri Gıyâseddin Muhammed b. Reşîdüddin Fazlullah’a ithaf edilen LevâmiǾu’l-esrâr fî şerĥi MeŧâliǾi’l-envâr adlı geniş kapsamlı çalışmadır. Eser Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin bu şerhe yaptığı hâşiye ile birlikte basılmıştır (İstanbul 1303; yazmaları ve şerhleri için ayrıca bk. et-Taĥśîl, neşredenin girişi, I, 54-57; Keşfü’ž-žunûn, II, 1717; Brockelmann, GAL, I, 614; Suppl., I, 848-849; Abdullah Muhammed el-Habeşî, III, 1731-1737). 3. Beyânü’l-ĥaķ. Felsefe ve mantık konusundadır (Keşfü’ž-žunûn, I, 261; Ziriklî, VIII, 42; Rescher, s. 440; yazmaları için bk. MuǾcemü’l-maħŧûŧât, III, 1493). 4. el-Menâhic. Bu eser de mantık ve felsefe konularını içerir. Taşköprizâde son üç eserin mantık ve hikmet alanında geniş ilgi gördüğünü söyler (Miftâĥu’s-saǾâde, I, 297). 5. Şerĥu’l-İşârât ve’t-tenbîhât. İbn Sînâ’ya ait eserin şerhidir (Keşfü’ž-žunûn, I, 95; Ziriklî, VIII, 42; Rescher, s. 440). 6. er-Resâǿil. Cedel hakkındadır (Taşköprizâde, Miftâĥu’s-saǾâde, I, 305; Keşfü’ž-žunûn, I, 902). 7. Tehźîbü’n-Nüket. Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin Kitâbü’n-Nüket’inden istifade ile yazılmıştır (et-Taĥśîl, neşredenin girişi, I, 60; Taşköprizâde, Miftâĥu’s-saǾâde, I, 305). en-Nüket fi’l-mesâǿili’l-ħilâfiyye fi’l-fıķh adıyla da kaydedilen eserde (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3721/3, vr. 111-128) Şâfiî ile Ebû Hanîfe arasında ihtilâflı olan beş mesele cedel metoduyla tartışılmıştır. 8. Şerĥu’l-Mûcez fi’l-manŧıķ. Efdalüddin el-Hûnecî’ye ait eserin şerhidir (Brockelmann, GAL Suppl., I, 838; Rescher, s. 440). 9. Lübâbü’l-ErbaǾîn. Fahreddin er-Râzî’nin Kitâbü’l-ErbaǾîn fî uśûli’d-dîn’inin muhtasarıdır (Taşköprizâde, Miftâĥu’s-saǾâde, I, 297; Keşfü’ž-žunûn, I, 61). Eserin bir nüshası Süleymaniye (Cârullah Efendi, nr. 1252), bir diğeri Topkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed, nr. 1783) kütüphanelerinde kayıtlıdır. 10. et-Taĥśîl mine’l-Maĥśûl. Fahreddin er-Râzî’ye ait usûl-i fıkha dair eserin muhtasarı olup Abdülhamîd Ali Ebû Züneyd tarafından geniş bir mukaddime ile birlikte iki cilt halinde neşredilmiştir (Beyrut 1408/ 1988). Bedreddin Muhammed b. Es‘ad et-Tüsterî esere Ĥallü Ǿuķadi’t-Taĥśîl adıyla bir şerh yazmıştır (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 515; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 1848). 11. Şerĥu’l-Vecîz. Gazzâlî’ye ait eserin şerhidir (Keşfü’ž-žunûn, II, 2002; Ziriklî, VIII, 42; yazmaları için bk. MuǾcemü’l-maħŧûŧât, III, 1493). Taşköprizâde eser hakkında, “(Abdülkerîm b. Muhammed) er-Râfiî’nin fıkha dair el-Vecîz’inin şerhi olduğu söylenir” der (Miftâĥu’s-saǾâde, I, 297). Taşköprizâde, buradaki el-Vecîz ile Râfiî’nin Gazzâlî’ye ait el-Vecîz için yazdığı şerh, ta‘lik ve ihtisar mahiyetindeki eserlerden birini kastetmiş olmalıdır (bu eserler için bk. DİA, XXXIV, 395-396). 12. Ġāyâtü’l-Âyât. Fahreddin er-Râzî’nin el-Âyâtü’l-beyyinât’ının şerhidir (İskenderiye Ktp., nr. 1975).

BİBLİYOGRAFYA:

Sirâceddin el-Urmevî, Leŧâǿifü’l-ĥikme (nşr. Gulâm Hüseyin Yûsufî), Tahran 1340 hş., s. 6-7, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 9-59; a.mlf., et-Taĥśîl mine’l-Maĥśûl (nşr. Abdülhamîd Ali Ebû Züneyd), Beyrut 1408/1988, neşredenin girişi, I, 15-62; Menâķıb-ı Evĥadüddîn Ĥâmid b. Ebi’l-Faħr Kirmânî (nşr. Bedîüzzaman Fürûzanfer), Tahran 1347 hş., s. 91-95; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, s. 212; İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, IV, 247; Ferîdûn-i Sipehsâlâr, Risâle: Mevlânâ ve Etrafındakiler (trc. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1977, s. 89-90, 114-115; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, s. 69, 94; Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri (trc. Tahsin Yazıcı), Ankara 1953, I, 178-180, 443-444; Yâfiî, Mirǿâtü’l-cenân, IV, 272; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), VIII, 378-380;


İbn Habîb el-Halebî, Teźkiretü’n-nebîh fî eyyâmi’l-Manśûr ve benîh (nşr. Muhammed Muhammed Emîn), Kahire 1976, I, 87; Makrîzî, es-Sülûk, II, 351; Taşköprizâde, Miftâĥu’s-saǾâde, I, 297-299, 305; a.mlf., eş-Şeķāǿiķ, s. 7-8; Keşfü’ž-žunûn, I, 61, 95, 261, 902; II, 1717, 2002; Brockelmann, GAL, I, 614; Suppl., I, 838, 848-849; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 406; Kehhâle, MuǾcemü’l-müǿellifîn, XII, 155; Ziriklî, el-AǾlâm, Beyrut 1389/ 1969, VIII, 42; N. Rescher, Teŧavvürü’l-manŧıķı’l-ǾArabî (nşr. M. Mehrân), Kahire 1985, s. 439-441; Abdullah Muhammed el-Habeşî, CâmiǾu’ş-şürûĥ ve’l-ĥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, III, 1731-1737; MuǾcemü’l-maħŧûŧâti’l-mevcûde fî mektebâti İstânbûl ve Ânâŧûlî (haz. Ali Rıza Karabulut), [baskı yeri ve tarihi yok], III, 1492-1493; Şerafettin Gölcük, “Kitâbü’l-Erbaîn”, DİA, XXVI, 100; Ferhat Koca, “el-Mahsûl”, a.e., XXVII, 392; Bilal Aybakan, “Râfiî, Abdülkerîm b. Muhammed”, a.e., XXXIV, 395-396; Süleyman Ahmed el-Âbid v.dğr., “el-Urmevî, Ebü’ş-Şenâ Sirâceddîn Maĥmûd”, Mv.AU, I, 482-485.

Mustafa Çağrıcı