SIRAT

(الصراط)

Cehennem üzerine kurulacak köprü anlamında bir terim.

Sözlükte “yutmak” mânasındaki sert (seretân) masdarından türeyen sırât “yol, cadde” demektir. Bu anlam, yolda yürüyen kimsenin ağızda lokmanın kaybolması gibi gözden uzaklaşması ilişkisiyle oluşmuştur. Kelimenin aslı sîn ile “sirât” olup kalın ses özelliği taşıyan sondaki ŧâ harfi “sîn”i “sâd”a çevirmiştir (Lisânü’l-ǾArab, “srŧ” md.; Kāmus Tercümesi, II, 478-479). Kelimenin Latince strata kökünden geldiği ve Arapça’ya Ârâmîce’den geçtiği ileri sürülmüşse de (EI2 [İng.], IX, 670) sıratın naslarda kazandığı mâna açısından bu iddianın herhangi bir önemi yoktur. Akaid ve kelâm kitaplarında sırat “cehennem üzerine kurulmuş olup müminlerin rahatlıkla geçebileceği, kâfirlerin ise üzerinden cehenneme düşeceği köprü” diye açıklanır (Sâbûnî, s. 92).

Kur’ân-ı Kerîm’de sırat kırk altı âyette yer almakta ve genellikle “Allah’a ulaştıran


doğru yol” anlamında kullanılmaktadır. İslâm âlimleri, bazı âyetlerin işareti ve çok sayıda hadis rivayetine dayanarak sıratın varlığını ittifaka yakın bir çoğunlukla kabul etmiştir. Kādî Abdülcebbâr’ın kaydettiğine göre Mu‘tezile âlimlerinden sadece Abbâd b. Süleyman es-Saymerî sıratı “Allah’a itaati temsil eden iyi davranışlar ve O’na âsi olmayı temsil eden kötülükler” diye yorumlamıştır. Kādî Abdülcebbâr onun bu yorumunu isabetsiz bulmuştur (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 738). Kur’an’da sâlih kulların cehenneme yaklaştırılmayacağı, uğultusunu bile duymayacakları (el-Enbiyâ 21/101-102), âhirette zalimlerin ve putlarının arkadaşlarıyla birlikte toplanıp kendilerine cehennem yolunun gösterileceği (es-Sâffât 37/22-23) şeklindeki beyanlar, ayrıca, “İçinizden o cehenneme uğramayacak hiçbir kimse yoktur; sonra biz Allah’tan sakınanları kurtarırız” meâlindeki âyetler (Meryem 19/71-72) bu konuda delil olarak kabul edilmiştir. Ehl-i sünnet kelâmcıları sıratın varlığını kanıtlamak için daha çok bu sonuncu âyeti esas almıştır. İmam Mâtürîdî âlimlerin konuyla ilgili yorumlarını şöyle özetlemektedir: Bazıları âyetin muhtevasını yer aldığı bağlam içinde mütalaa ederek buradaki ilâhî beyanın sadece kâfirlere yönelik olduğunu söylemiş, bazıları da hem kâfir hem müminleri kapsadığı kanaatini belirtmiştir. Ancak bunlara göre âyette yer alan “vürûd” kavramı cehenneme girme (dühûl) değil yakınına gidip görme (huzûr) anlamına gelir. Üçüncü bir grup âlim ise vürûdun “cehennem üzerindeki köprüden geçmek” mânasına geldiğini belirtmiştir. Bu geçiş hadis rivayetlerinde de zikredildiği üzere müminler için çok kolay olacak, kâfirler ise geçiş imkânı bulamayıp cehenneme düşecektir. Müminlerin cehennemin bir kesimine uğrayacağı, fakat burasının yakıcı olmayıp azap niteliği taşımayacağı görüşünü benimseyenler de vardır (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, IX, 156-157).

Sırat kelimesi sözlük ve terim anlamıyla hadis rivayetlerinde de yer almıştır. Hadis metinlerinde “cehennemin üzerine kurulmuş köprü” mânasında sıratın yanı sıra “cisr” ve “kantara” kelimeleri de geçmektedir. İlgili hadislerden anlaşıldığı üzere herkes sözü edilen köprüden geçecektir. Ebû Saîd el-Hudrî yoluyla Hz. Peygamber’den rivayet edilen bir hadiste iman ve sâlih amel derecesine göre sırattan göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde veya şimşek, rüzgâr, kuş uçuşu yahut yürük at hızıyla geçilebileceği gibi köprünün kancalarına takılıp cehenneme düşecekler de vardır (Buhârî, “Eźân”, 129; “Tevĥîd”, 24; “Riķāķ”, 51; Müslim, “Îmân”, 302, 326, 329). Köprünün “kıldan ince, kılıçtan keskin” olduğu şeklindeki rivayetlerden biri Ebû Saîd el-Hudrî’nin Resûlullah’a nisbet etmediği bir haber mahiyetindedir (Müslim, “Îmân”, 302). Hz. Âişe yoluyla Resûl-i Ekrem’den nakledilen diğer rivayet ise isnad açısından zayıf bulunmuştur (Müsned, VI, 110 [bk. nşr. Şuayb el-Arnaût, XL, 302-304). Böyle bir anlatımın kâfirlerin karşılaşacağı azabın tasvirine veya inkâr ve isyanın korkunç âkıbetinin temsiline yönelik olması mümkündür.

Mu‘tezile kelâmcılarına göre sırat, varlığına inanılması gereken hususlardan biridir. Ancak onun kıldan ince, kılıçtan keskin olduğu biçimindeki tasvir sırattan geçmenin imkânsızlığına yol açtığından isabetli değildir. Sırattan maksat sözlük anlamından da anlaşılacağı gibi cennetin veya cehennemin yoludur. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah yolunda öldürülenlerin amellerini Cenâb-ı Hakk’ın zayi etmeyeceği, kendilerine yol gösterip cennete koyacağı şeklindeki beyanla (Muhammed 47/4-6), “Onlara cehennemin yolunu gösterin” meâlindeki âyet (es-Sâffât 37/23) bu hususa işaret etmektedir (Teftâzânî, V, 117, 120). Kādî Abdülcebbâr’a göre sırat Ehl-i sünnet kelâmcılarının iddia ettiği gibi bir köprü değil üzerinde yürüdüklerinde cennet ehli için genişleyen, cehennem ehli için daralan bir yoldur. Sıratın köprü olmayıp bir yol olduğunu, “Bizi doğru yola, nimet verdiğin kimselerin yoluna ulaştır” âyetleri de (el-Fâtiha 1/6-7) kanıtlamaktadır (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 737). Şiî kelâmcıları da sırat konusunda Mu‘tezile gibi düşünmektedir. Ancak sırat Allah’ın hüccetinin ismidir, Cenâb-ı Hak dünyada Şiî imamlarına itaat eden kimselere âhirette sırattan geçme imkânı bahşedecektir (Şeyh Müfîd, s. 108, 111).

Sıratın varlığına işaret eden âyetlerle Kütüb-i Sitte’de yer alan hadisler konunun sübûtu hakkında yeterli delillerdir. İmam Mâtürîdî’nin âhiret hayatının mevcudiyetine yönelik hikmetler meyanında sıkça tekrar ettiği şu husus sıratın hikmetine de ışık tutmaktadır: Allah, hak dini benimsemeyi veya inkâr etmeyi iradesine bıraktığı insanı baskı altında tutmamak için dünya hayatında dostu ile düşmanını birbirinden ayıracak, herkesin algılayabileceği kanıt konumunda herhangi bir alâmet koymamıştır. Âhirette ise Yâsîn sûresinde (36/59), “Ayrılın bir tarafa bugün, ey suçlular!” şeklinde buyrulduğu üzere dost ile düşmanın yolları ayrılacak, insanların bir bölümü cennete, bir bölümü “çılgın alevli” cehenneme (eş-Şûrâ 42/7) girecektir. Öyle anlaşılıyor ki sırat bu esnada bir ayırım noktası teşkil edecektir. Bu noktanın, hadislerin beyanına göre köprü veya Mu‘tezile kelâmcılarının aklî çıkarımlarına göre yol olması sonuç açısından bir önem taşımaz. Meryem sûresindeki âyete dayanılarak (19/71) herkesin cehennemi görmesi veya onun bir kısmından geçmesi de herhangi bir problem doğurmaz. Esasen A‘râf (7/44-51) ve Hadîd (57/12-15) sûrelerinde cennet ehliyle cehennem ehli arasında karşılıklı konuşmaların olacağı beyan edilmektedir. Her iki tarafın dünyadaki iman ve inkâr eylemlerinin âhiret hayatındaki sonuçlarının mahiyetlerinden haberdar olması hakla bâtıl arasında her yönüyle ayırım yapılmasının tabii bir sonucudur.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, II, 478-479; Müsned, VI, 110; a.e. (Arnaût), XL, 302-304; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Murat Sülün), İstanbul 2007, IX, 156-157; Şeyh Müfîd, Taśĥîĥu’l-İǾtiķād, Beyrut, ts. (Dârü’l-Müfîd), s. 108, 111; Kādî Abdülcebbâr, Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 737-738; Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uśûlü’d-dîn, Beyrut 1401/ 1981, s. 245; Cüveynî, el-İrşâd (Muhammed), s. 379-380; Gazzâlî, el-İķtiśâd fi’l-iǾtiķād (nşr. Âdil el-Avvâ), Beyrut 1388/1969, s. 203-204; Üsmendî, Lübâbü’l-kelâm (nşr. M. Sait Özervarlı), İstanbul 1426/2005, s. 180; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî usûli’d-dîn: Mâtürîdiyye Akaidi (nşr. ve trc. Bekir Topaloğlu), Ankara 1416/1995, s. 92; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, et-Teźkire fî aĥvâli’l-mevtâ ve umûri’l-âħire, Beyrut 1405/ 1985, s. 381-391; Ubeydullah b. Muhammed es-Semerkandî, el-ǾAķīdetü’r-Rükniyye (nşr. Mustafa Sinanoğlu), İstanbul 1429/2008, s. 144-145; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, V, 117, 120; A. Jeffrey, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 195-196; D. B. Macdonald, “Kıyâmet”, İA, VI, 776; G. Monnot, “Śırāŧ”, EI² (İng.), IX, 670.

Mustafa Akçay