SÜKÛN

(السكون)

Cismin mekândaki durağan hali veya hareketsizliği anlamında felsefe ve kelâm terimi.

Sözlükte “durmak, hareket etmemek, değişmemek” anlamındaki sükûn kelimesi felsefede “hareket etme özelliği bulunan nesnenin hareket etmemesi” şeklinde tanımlanmıştır (İbn Sînâ, en-Necât, s. 152). Diğer bir ifadeyle sükûn bir nesnenin iki zaman arasında nicelik, nitelik, mekân ve konumunun değişmemesi durumudur (Abdülemîr el-A‘sem, s. 255). Sükûnun “cisimde hareket ve değişimin olmaması” şeklinde tarif edilmesi hareket ve sükûnun karşıt terimler olduğunu göstermektedir. Buna göre hareket bir eylemi ve bir oluşu belirtirken sükûn bundan yoksun olmayı ifade eder, yani birincisi aktif, ikincisi pasif kabul edilmektedir. Sükûn ile hareket kavramları arasındaki karşıtlık hareketten sonra sükûn hali gerçekleştiği takdirde düşünülebilir; eğer sükûndan sonra hareket gerçekleşmişse burada karşıtlıktan söz edilemez. Çünkü bir mekândan hareket, o mekânda bulunma halinin bitip başka bir mekânda meydana gelmesidir. Filozof İbn Bâcce’ye göre sükûn ile sükûn haline yönelik hareket arasındaki karşıtlık zıt hareketler arasındaki karşıtlık derecesinde tam karşıtlık sayılmaz (Dügaym - Cihâmî, s. 1440). Meşşâî felsefede hareket ve sükûn zamanı ölçen ve belirleyen kavramlar olarak kabul edilir; zamanın varlığı bu iki kavramın varlığıyla anlaşılır. Ancak bir eylem ve bir değişim sürecinin belirlenmesinde sükûna nisbetle hareket aktif ve dikkat çekici olduğundan zamanın ölçümünde daha uygun bir araç durumundadır. Bu sebeple hareket birinci derecede, sükûn ise ikinci derecede bir ölçü aracı ve bir belirleyici sayılmaktadır.

Sükûn ve hareket kelâmın temel meseleleri arasında yer almamakla birlikte alternatif bir tabiat felsefesi geliştirme düşüncesiyle kelâm âlimleri bu iki kavramı birçok açıdan irdelemişlerdir. Onlara göre cismin sükûn, hareket, toplanma (içtimâ) ve ayrılma (iftirâk) olmak üzere dört hali vardır. Sükûn terimini daha genel bir kavram sayılan oluşla (kevn) özdeş sayan kelâmcılar, oluşu “cevherin işgal ettiği mekânda bulunması” şeklinde tanımlar. İki kavramdan hareketi “bir yerdeki nesnenin bir başka yerde bulunması”, sükûnu ise “bir nesnenin iki ayrı zamanda aynı yerde bulunması” diye tarif etmişlerdir (Semîh Dügaym, MevsûǾatü muśŧalaĥâti’l-imâm Faħriddîn er-Râzî, s. 373). Bu durumda sükûnun harekete önceliği vurgulanmış olmaktadır. Ancak oluş ve yaratılış hadisesinde önceliğin sükûna mı yoksa harekete mi ait olduğu hususu tartışma konusu edilmişse de bunun üzerinde fazla durulmamıştır (bk. HAREKET). Konuyla ilgili diğer bir husus, kelâmcılar filozofların, “Sükûn hareketin olmayışıdır” şeklindeki tanımlarına karşı çıkarak sükûnu olumsuzlukla nitelemenin yanlış olduğunu ileri sürmeleridir. Onlara göre mahiyetçe bu iki kavram eşit düzeydedir; çünkü ikisi de bir nesnenin oluş ve konumunu ifade etmektedir; ancak hareketi önceleyen bir oluş gerekli iken sükûn için bu söz konusu değildir (a.g.e., s. 374).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 962-963; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ eŧ-ŦabîǾiyyât (1), s. 288; a.mlf., en-Necât (nşr. Mâcid Fahrî), Beyrut 1405/1985, s. 152; Abdülemîr el-A‘sem, el-Muśŧalaĥu’l-felsefî Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1997, s. 255; Semîh Dügaym, Muśŧalaĥâtü Ǿilmi’l-kelâmi’l-İslâmî, Beyrut 1998, I, 635-639; a.mlf., MevsûǾatü muśŧalaĥâti’l-imâm Faħriddîn er-Râzî, Beyrut 2001, s. 373-374; a.mlf. - Cîrâr Cihâmî, el-MevsûǾatü’l-câmiǾa li-muśŧalaĥâti’l-fikri’l-ǾArabî ve’l-İslâmî, Beyrut 2006, s. 1440.

Mahmut Kaya