SÜLEYMAN b. CERÎR

(سليمان بن جرير)

Süleymân b. Cerîr er-Rakkī ez-Zeydî (ö. 187/803’ten sonra [?])

Zeydiyye’nin tâli fırkalarından Süleymâniyye veya Cerîriyye’nin kurucusu.

Rakkī nisbesi dikkate alınarak Fırat nehrinin Belh suyu ile birleştiği yere 10 km. uzaklıkta bulunan Rakka’da doğduğu tahmin edilmektedir. Bağdat’ta Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî’nin huzurunda yürütülen kelâm münazaralarına katıldığı, özellikle İmâmiyye kelâmcılarından Hişâm b. Hakem’le imâmet hakkında, Mu‘tezile’den Dırâr b. Amr ve İbâzıyye’den Abdullah b. Yezîd ile değişik kelâm konularında tartışmalar yaptığı bilinmektedir (EI2 [İng.], IX, 824). Bu bilgilere dayanarak onun Halife Hârûnürreşîd döneminde yaşadığı ve hayatının büyük bölümünü Bağdat’ta geçirdiği söylenebilir (MuǾcemü ŧabaķāti’l-mütekellimîn, I, 308-309). Zeydiyye’ye mensup olmakla birlikte bu ekole aykırı bazı düşünceleri benimsemesi sebebiyle kaynakların büyük bir kısmında Süleymâniyye, bazılarında Cerîriyye diye anılan tâli fırkanın kurucusu olarak kaydedilmiştir. Nevbahtî kendisinden söz ettiği halde ekolünün ismine temas etmemiştir (Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 9, 55-57). Hocaları, öğrencileri ve hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Süleyman b. Cerîr’in 187 (803) yılından sonra öldüğü tahmin edilmektedir.

Süleyman b. Cerîr’in günümüze ulaşan herhangi bir eseri bilinmediği için görüşleri genellikle Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Abdülkāhir el-Bağdâdî, Şehfûr b. Tâhir el-İsferâyînî, Ebü’l-Muîn en-Nesefî ve Şehristânî gibi Sünnî müellifleriyle Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât ve Kādî Abdülcebbâr gibi Mu‘tezile âlimlerinin nakillerinden öğrenilmektedir. Bu nakillerde ona atfedilen görüşler şöylece özetlenebilir: Allah insanı bütün ihtiyarî fiilleri için geçerli olan bir güçle (istitâat) donatmıştır. Allah âlimdir, ancak O’nun ilmi ne kendisidir ne de gayridir. Hayat, kudret, sem‘, basar gibi sıfatlar da böyledir (Eş‘arî, s. 64, 68, 70, 71-72, 73). Allah’ın sıfatları vücûd, adem veya hudûs, kıdem gibi özelliklerle nitelenmiş değildir (Kādî Abdülcebbâr, Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 183). İbn Cerîr’in düşüncelerinde istikrarsızlık görülmektedir. Eş‘arî’nin nakline göre Allah’ın sıfatları hakkındaki bazı görüşleri zamanla değişmiş, ayrıca istitâatin cismin bir parçası olduğunu ve onunla birlikte bulunduğunu iddia etmiştir (Maķālât, s. 171, 306, 514, 522). Süleyman b. Cerîr’e göre imâmet halk arasında şûra ile gerçekleşir, hatta müslümanlardan hayırlı iki kişinin akdiyle de oluşabilir. Hz. Peygamber’den sonra imâmete en lâyık olan kişi Hz. Ali’dir; bununla birlikte daha az üstün olan birinin imam seçilmesi mümkündür. Bu sebeple Süleyman b. Cerîr, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in imâmetini kabul etmekte, fakat onları seçenlerin fıska varmayan bir hataya düştüğünü belirtmektedir. Ebû Bekir ile Ömer’i tekfir eden Cârûdiyye’yi ise küfre girmiş saymaktadır (Nesefî, II, 896; Şehristânî, s. 162-163). Ayrıca ilk iki halifenin hilâfeti kabul etmekle hataya düşmediklerini, sadece Hz. Ali’ye biat etmemek suretiyle en uygun olanı terkettiklerini söylemektedir. Kendisinin Ehl-i sünnet tarafından tekfir edilmesine sebep olan Hz. Osman’ı tekfir edişini ise onun döneminde cereyan eden olaylara bağlamaktadır. Hz. Ali’nin hiçbir zaman dalâlete düşmediğini ve âdil bir tanıklığın onu sapıklıkla suçlamadığını belirten Süleyman b. Cerîr (Eş‘arî, s. 68; İsferâyînî, s. 17; Watt, s. 205-206) Âişe, Zübeyr ve Talha’nın Ali’ye karşı çıkmaları sebebiyle küfre girdiklerini iddia etmekte, Râfizîler’in de bedâ’ ve takıyye inançları yüzünden hak yoldan saptıklarını söylemektedir (Şehristânî, s. 163).

Mu‘tezile kelâmının zaman içinde gelişip Şîa tarafından benimsenmesi Süleyman b. Cerîr ekolünün devam etmesine engel olmuştur. Nitekim Rakka’nın güneydoğusunda bulunan Ânât’ta kendisine tâbi bir topluluğun Ca‘fer b. Mübeşşir vasıtasıyla Mu‘tezile’ye geçtiği belirtilmektedir (Hayyât, s. 89). Eş‘arî, Süleyman b. Cerîr’in istitâatle ilgili görüşünü onun bir kitabından naklettiğini belirtmektedir (Maķālât, s. 73). Yine Eş‘arî’nin, Süleyman b. Cerîr’i İbn Küllâb ile bir arada zikretmesine dayanılarak aralarında bazı fikrî paralelliklerin bulunduğu da kabul edilir (Watt, s. 357).

BİBLİYOGRAFYA:

Hayyât, el-İntiśâr (nşr. H. S. Nyberg), Kahire 1344/1925, s. 89, 201, 236; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 9, 55-57; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 64, 68, 70, 71-72, 73, 171, 306, 514, 522, 559-560, 582, 586; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, VI/2, s. 5; VIII, 334; a.mlf., Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, Kahire 1408/1988, s. 183; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Farķ beyne’l-fıraķ, Beyrut 1977, s. 23-24; İsferâyînî, et-Tebśîr (Kevserî), s. 17; Nesefî, Tebśıratü’l-edille (Salamé), II, 896; Şehristânî, el-Milel ve’n-niĥal (nşr. Abdüllatîf Muhammed el-Abd), Kahire 1977, s. 162-164; İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân (nşr. M. Abdurrahman el-Mar‘aşlî), Beyrut 1416/1996, III, 361; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 204, 205-206, 207, 326, 357; Şerîf Yahyâ el-Emîn, MuǾcemü’l-fıraķi’l-İslâmiyye, Beyrut 1406/1986, s. 81-82, 135-136; M. Takī et-Tüsterî, Ķāmûsü’r-ricâl, Kum 1414, V, 244-245; Ca‘fer es-Sübhânî, Buĥûŝ fi’l-milel ve’n-niĥal, Kum 1416, VII, 454; MuǾcemü ŧabaķāti’l-mütekellimîn, Kum 1424/1382, I, 308-309; W. Madelung, “Sulaymān b. Djarīr al-Raķķī”, EI² (İng.), IX, 824; M. Hüseyin Rûhânî, “Cerîriyye”, DMT, V, 348.

Muhammed Aruçi