(الطاء)

Arap alfabesinin on altıncı harfi.

Ebced tertibinde dokuzuncu sırada yer alan harfin sayı değeri 9’dur. T harfinin haç (†) biçimindeki hiyeroglif şeklinden gelişerek artı işareti (+) biçiminde kesişen iki çizgi şeklini, daha sonra da üst uzantısını yitirerek bugünkü biçimini (T) almış olduğu sanılmaktadır. Arapça’da “ط” harfi de “T”nin ters istikamette gelişmiş biçimine benzemektedir. Fenike, İbrânî ve Ârâmî alfabelerindeki tet ve Yunanca’daki theta Arapça “ط”ya, Arapça te (ت) ise tav ve tauya mukabil gösterilirse de şekil gelişimi ters olmuştur. Arapça’da ŧâ’ kelimesi “cinsel ilişkiye düşkün ihtiyar; vadinin aşağı kesimi, düz yer” gibi mânalara gelir (Halîl b. Ahmed, s. 40-41).

“Ŧâ”nın “د” ve “ت” ile paylaştığı mahreç sahası dil ucu ile üst ön dişlerin kökleri olarak belirtilirse de ŧâ kalın (ıtbâk/isti‘lâ) harflerden olduğundan dil ucunun önemli bir kısmı üst damak yüzeyinin ön kısmına doğru kapaklanır. Bu sebeple “ŧâ”nın üst damak sırtı harflerinden olduğu söylenmiştir. İbn Sînâ da bu harflerin mahrecini üst damak sathının önü diye belirlemiş, hepsinin nefesin/havanın tam hapsedilmesinden sonra birden boşalmasıyla meydana geldiğini, ancak “ŧâ”nın telaffuzunda dil ucunun daha fazla kısmıyla ve dil ortasının çukurlaşmasıyla hapsedilme işleminin gerçekleştiğini, âni ve şiddetli bir nefes boşalmasıyla fonemin tamam olduğunu belirtmiş ve iki elin hafif çukurlaşmış avuç içlerinin birbirine çarpılmasından çıkan sese eşdeğer görmüştür (Meħâricü’l-ĥurûf, s. 17, 26, 45).

Başta Sîbeveyhi olmak üzere eski dilci, râvi ve kāriler “ŧâ”yı cehr sıfatıyla bugünkü dâd (ض) fonemine benzer şekilde telaffuz etmişlerse de çağdaş Arap lehçelerinin çoğunda ŧâ (ط) ve tâ (ت) fonemleri birbirine yaklaşmış, birçok yerde aynîleşmiş, bazı yörelerde “ط” “ت”nin kalın şekli olarak telaffuz edilir olmuştur. Günümüzde özellikle Malta ile Doğu Tunus bedevîlerinde tâ (ت) gibi, Güney Arabistan’da dâl (د) gibi telaffuz edilmektedir. “Ŧâ”nın dâd şeklinde telaffuzu diğer Sâmî dillerinde görülmez. Eskilerin “ŧâ”yı “dâd”a benzer şekilde yumuşak ünsüz olarak telaffuz etmesi, cehr ve hems sıfatlarını birbirine karıştırmalarından ziyade bu fonemlerin aslında böyle olabileceği, belki de eski “dâd”ın bugün Iraklılar’ın telaffuz ettiği şekilde seslendirildiği, daha sonra iki sesin geliştiği ve değişime uğradığı, “tâ”nın hems sıfatı kazanarak bugün bilinen “ŧâ”ya (ط) dönüştüğü, “dâd”ın hem mahreci hem de sıfatı hemsten cehre değişerek günümüzde bilinen “dâd”a dönüştüğü belirtilmiştir. İbn Cinnî’nin, “Itbâk (kalınlık) sıfatı olmasaydı ŧâ dâl, sâd da sîn olur, dâd alfabeden kalkardı” sözü bu fonem değişimini teyit etmektedir (İbrâhim Enîs, s. 53-54). San‘a dahil Yemen’in geniş bir bölgesinde sesli harflerin önünde veya arasında bulunan “ŧâ”nın “dâd”a benzer şekilde yumuşak ünsüz gibi eski telaffuzu devam etmektedir. Ancak konuşma dillerinin çoğunda aynı pozisyondaki “tâ”nın da (ت) yumuşak ünsüz olarak telaffuzu söz konusudur. Ârâmîce yoluyla Yunanca ve Latince’den Arapça’ya geçen kelimelerdeki “t”ler ŧâ ile (ط), Farsça’dan Arapça’ya yapılan alıntılarda tâ (ت) genellikle ŧâ ile (ط) temsil edilmiştir: Ŧaberistan, Ŧûs, İsŧahr gibi. İran’da Arap alfabesi kullanılmaya başlanınca tâ (ت) olduğu gibi kalmış, ŧâ ise (ط) Arapça kelimeler için tercih edilmiştir. Türk dillerinde genellikle ince ünlüler eşliğinde “ت”, kalın ünlüler eşliğinde “ط” kullanılmıştır.

Sîbeveyhi, Benî Temîm’in, sonu “ص، ض، ط، ظ” olan fiillerde mütekellim zamiri “tü”yü (ت) kalın ses uyumu için “ŧâ”ya (ط) dönüştürdüğünü kaydeder: “فَحصتُ => فَحصطُ” gibi (Kitâbü Sîbeveyhi, IV, 239-240; İbn Cin-nî, I, 218). Ayrıca yine ilk harfi “ص، ض، ط، ظ” olan fiiller iftiâl babına nakledilince kalın ses uyumu için tâ (ت) harfi “ŧâ”ya (ط) dönüştürülür: “صَبر => اِصتبر => اِصطبر”; “ضرب => اِضترب => اِضطرب” gibi. Gerek eski gerekse yeni ŧâ (ط) sesindeki kalınlık, sertlik, patlama, şiddet, yumuşaklık, zayıflık gibi nitelikler onu içeren Arapça kelimelerin birçoğunda, özellikle onunla başlayan veya son bulan masdarlarda “büyüklük, irilik, yükseklik, genişlik, yarılma, kırılma, yumuşaklık, tazelik, keskin-güzel koku” gibi anlam yansımalarına sebep olduğu tesbit edilmiş, bilhassa ondaki şiddet sıfatı “Ǿıŧr, ŧîb, ħamŧ” gibi keskin-güzel koku ifade eden birçok kelimede kullanılmıştır (Hasan Abbas, s. 119-122).

“Ŧâ”nın (ط) kendine ve “ت، ث، د، ذ، ز، س، ش، ص، ض” harflerine idgamı câiz görülmüştür: “ط ط => ط: اهبِطْ طالباً => اِهبِطالباً”, “ط س => س: جُطْ سالماً => حُسّالماً” gibi.

Ebû Amr b. el-Alâ şu âyetlerde “ŧâ”yı (ط) “tâ”ya (ت) idgam etmiştir:

“لَئن بَسطْتَ => بَسَتّ” (el-Mâide 5/28); “أَحطْتُ => أَحَتُ” (Yûsuf 12/80); “فَرّطْتم => فَرَّتُّمْ” (en-Neml 27/22).

Yine Sûsî rivayetine göre Ebû Amr, “وعمِلوا الصّالِحاتِ طُوبَى => الصالحاطُّوبَى” (er-Ra‘d 13/29) âyetinde tâ (ت) harfini “ŧâ”ya (ط), Âsım el-Cahderî şu âyette “ŧâ”yı (ط) “sâd”a (ص) idgam etmiştir: “أنْ يُصْلِحا => أنْ يُصْطَلِحا => أنْ يُصَّلِحا” (Sîbeveyhi, IV, 460; Saymerî, II, 954).


Arap sözlük biliminde tâ fonemi t, c, ĥ, d, ź, ş, ś, ż, ž, ġ, f, ķ, k, l, m, v harfleriyle değişim ve dönüşüme girerek eş anlamlı veya yakın anlamlı birçok sesteş kelimenin doğmasına imkân vermiştir: T/Ŧ: mett/maŧŧ (uzatmak); C/Ŧ: cümûĥ/ŧumûĥ (serkeşlik etmek); Ĥ/Ŧ: celmeĥa/celmeŧa (tıraş etmek); D/Ŧ: daĥv/ŧaĥv (yaymak); Ź/Ŧ: vaķź/vaķŧ (vurmak); Ş/Ŧ: şemħ/ŧamħ (büyüklenmek); Ś/Ŧ: faśm/faŧm (kesmek), kaśś/ķaŧŧ (kesmek); Ż/Ŧ: ķarż/ķarŧ (kesmek); Ž/Ŧ: meşaž/meşaŧ (el sertleşmek); Ġ/Ŧ: ġufüvv/ŧufüvv (su üzerinde batmadan durmak); F/Ŧ: ifrâr/iŧrâr (kesmek); Ķ/Ŧ: miśķa‘/miśŧa‘ (beliğ); K/Ŧ: kûfân/ŧûfân (gece karanlığı); L/Ŧ: la‘z/ŧa‘z (cima etmek); M/Ŧ: naĥm/naĥŧ (hırıltı); V/Ŧ: maŧv/maŧŧ (uzatmak).

BİBLİYOGRAFYA:

Halîl b. Ahmed, el-Ĥurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb, Ŝelâŝetü kütüb fi’l-ĥurûf içinde), Kahire 1402/1982, s. 40-41; a.mlf., el-Ĥurûf ve’l-edevât (nşr. Hâdî Hasan Hammûdî), London 1428/2007, s. 79, 80, 195, 197, 198, 201; Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1402/1982, III, 228, 464, 554; IV, 239-240, 433, 460; İbnü’s-Serrâc, el-Uśûl (nşr. Abdülhüseyin el-Fetlî), Beyrut 1405/1985, III, 271-272; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, el-İbdâl ve’l-muǾâķabe ve’n-nežâǿir (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1381/1962, s. 40, 43, 44; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379-80/1960-61, I, 126-134, 291, 372-378; II, 282-293; İbn Cinnî, Śırru śınâǾati’l-iǾrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 217-226; İbn Sînâ, Meħâricü’l-ĥurûf (nşr. ve trc. Pervîz Nâtil Hânlerî), Tahran 1333, s. 17, 26, 40, 45; Saymerî, et-Tebśıra ve’t-teźkire (nşr. Fethî Ahmed Mustafa Aliyyüddin), Dımaşk 1402/1982, II, 855-856, 954; Naim Hâzım Onat, Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu, İstanbul 1944, I, 129, 171-172, 173, 187-190, 213, 257-258; Hasan Abbas, Ħaśâǿiśü’l-ĥurûfi’l-ǾArabiyye ve meǾâ-nîhâ, Dımaşk 1998, s. 119-122; İbrâhim Enîs, el-Eśvâtü’l-luġaviyye, Kahire, ts. (Mektebetü nehdati Mısr), s. 53-54, 123; F. C. de Blois, “Ŧāǿ et Ŧāǿ”, EI² (Fr.), X, 1.

İsmail Durmuş