TÂCÜŞŞERÎA

(تاج الشريعة)

Ebû Abdillâh Tâcüşşerîa Ömer b. Sadrişşerîa el-Evvel Ubeydillâh b. Mahmûd el-Mahbûbî el-Buhârî (ö. 709/1309)

Hanefî fakihi, el-Hidâye’nin ilk şârihlerinden.

Günümüze pek çok nüshası ulaşan Nihâyetü’l-kifâye adlı eserine ait nüshaların zahriyye kayıtlarında ve bazı biyografi eserlerinde Tâcüşşerîa’nın adı konusunda bir belirsizlik varsa da kendisi bu eserinin “Kitâbü’l-eymân” bölümünün sonunda adını Ebû Abdullah Ömer b. Sadrüşşerîa diye kaydetmiştir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 826, vr. 244b; İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 77/1, vr. 223a). Tâcüşşerîa, Orta Asya Hanefî mezhebi tarihinde ve Buhara’nın siyasetinde çok etkili olmuş sadr (şehrin siyasî ve hukukî bürokrasisinin başı) ailelerinden Buharalı Mahbûbîler’e mensuptur. Yine kendisi gibi bir fakih olan, el-Viķāye yazarı Mahmûd b. Sadrüşşerîa’nın kardeşi ve Sadrüşşerîa es-Sânî’nin dedesidir. Kaynaklarda genellikle kardeşi Mahmûd’la karıştırılmış, Mahmûd b. Sadrüşşerîa daha çok Burhânüşşerîa lakabıyla bilinmesine rağmen el-Viķāye yazmalarının bir kısmında ve bazı biyografi kaynaklarında kendisinden Tâcüşşerîa lakabıyla söz edilmiş, bazan da el-Hidâye şârihi olduğu zikredilmiştir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1505, vr. 1a). Muteber Hanefî eserlerinde mutlak şekilde kullanıldığında Tâcüşşerîa ile el-Hidâye şârihinin kastedildiği, ayrıca Sadrüşşerîa es-Sânî’nin kendi nesep silsilesini Ubeydullah b. Mes‘ûd b. Tâcüşşerîa Ömer olarak verdiği, yine Şerĥu’l-Viķāye’nin dîbâcesinde el-Viķāye yazarından “dedem Burhânüşşerîa ve’d-dîn Mahmûd b. Sadrüşşerîa” diye söz ettiği dikkate alınıp Tâcüşşerîa’nın “şârihu’l-Hidâye”, Burhânüşşerîa’nın “sâhibü’l-Viķāye” diye bilinen âlimler olduğu kesinlikle söylenebilir; nitekim Kefevî ve Kâtib Çelebi de böyle kaydetmiştir (Ketâǿib, vr. 257a-b; Keşfü’ž-žunûn, II, 2020, 2033). IX. (XV.) yüzyıl müelliflerinden Muînülfukarâ ile Fasîh-i Hâfî de bu iki âlimin lakaplarını Burhânüşşerîa ve Tâcüşşerîa şeklinde vermekte ve kardeş olduklarını belirtmektedir (Kitâb-ı Mollazâde, s. 24; Mücmel-i Faśîĥî, II, 343; III, 17, 42).

Diğer birçok Orta Asya hukukçusu gibi Tâcüşşerîa’nın hayatı hakkında da fazla bilgi yoktur. Sahâbeden Ubâde b. Sâmit’in


soyundan gelen ve onun torunu Mahbûb b. Velîd’den dolayı Mahbûbî nisbesiyle anılan aile, Cemâleddin Ubeydullah b. İbrâhim el-Mahbûbî ile birlikte (ö. 630/1233) VI. (XII.) yüzyıldan itibaren Buhara’nın önde gelen aileleri içinde yer almış ve Cemâleddin’in oğlu Şemseddin Ahmed 636’daki (1238-39) Târâbî İsyanı’nın ardından Buhara’da bu aileden gelen ilk sadr olmuş, bundan sonra sadr görevi bir süre bu ailede kalmıştır. Ancak ailenin şeceresiyle ilgili ciddi bir karışıklık olduğu anlaşılmaktadır. Bunda Moğol istilâsı yüzünden yaşanan çalkantılı dönemin özellikle Buhara ve çevresinde büyük tahribata yol açmasının ve ilim merkezlerinin harabeye dönmesinin, dolayısıyla kaynakların kaybolmasının rolü olmalıdır. Tâcüşşerîa ve kardeşi 675 (1276) yılında Buhara’yı (Fasîhî’nin verdiği 673 yılının yanlış olduğu kaydedilir; bk. DİA, XXXV, 427) terketmek zorunda kaldı ve o devirde pek çok âlimin sığınağı olan Kutluğhanlılar yönetimindeki Doğu İran şehirlerinden Kirman’a göç etti. Burada Hükümdar Kutluğ Türkân (Terken) Hatun’un himayesine girdi ve hayatının sonuna kadar bu şehirde ikamet etti (Muînülfukarâ, s. 24; Fasîh-i Hâfî, II, 343-344). Tâcüşşerîa, el-Hidâye şerhinin dîbâcesinde ilmin Kâbe’si olarak andığı Buhara için üzülmekte, buradaki medreselerin tahrip edildiğini ve bu sebeple Kirman’a yerleştiğini söylemektedir. Kirman’da çok iyi karşılandıklarını her fırsatta dile getiren Tâcüşşerîa böylece hâmilerine şükranlarını sunmayı hedeflemiş olmalıdır (Nihâyetü’l-kifâye, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 77/1, vr. 1b, 133b; nr. 77/2, vr. 34a). Bu sırada Kirman nisbî bir refah ve istikrar içindeydi, bu da âlimlerin ve tüccarların burayı tercih etmesine vesile olmuştu. Tâcüşşerîa, Kirman Kutbiyye-Sultâniyye Medresesi’nde uzun yıllar ders verdi ve günümüze ulaşan tek eserini burada yazdı. Biyografisine yer veren tarihçiler arasında sadece Fasîh-i Hâfî ölüm tarihini 21 Rebîülâhir 709 (28 Eylül 1309) olarak kaydetmiştir (Mücmel-i Faśîĥî, III, 17-18).

Eserleri. Klasik kaynaklarda Tâcüşşerîa Ömer’e iki eser nisbet edilmektedir. Bunlardan birincisi el-Hidâye üzerine yazdığı şerhtir. el-Hidâye’ye şerh yazılması işi, eserin telifinden kısa bir süre sonra Hanefî çevrelerinde önemli bir ilmî faaliyet haline gelmiş ve el-Hidâye şârihlerine özel itibar gösterilmiştir. Nitekim Tâcüşşerîa’nın, çağdaşı Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin el-Hidâye’ye şerh yazma düşüncesini öğrenince bunun onun yapabileceği bir iş olmadığını söylediği nakledilmektedir (Keşfü’ž-žunûn, II, 1997). Tâcüşşerîa, şerhinin dîbâcesinde Kirman’a geldiğinde âlimlerin kendisinden el-Hidâye okumak istediklerini belirtmektedir. Onun uzun bir süre içinde kaleme aldığı el-Hidâye şerhini (“Ǿİbâdât” bölümünü 692’de [1293], “Eymân” bölümünü 693 Şâbanı sonunda [1294 Temmuz sonu], “Ĥudûd” bölümünü 10 Ramazan’da, “Vaķıf” bölümünü 694’te [1295] ve kitabın yarısını oluşturan “BüyûǾ” ve “Selem” bölümlerini 695’te [1296] tamamlamıştır; eserin ikinci yarısında müellif artık tarih vermemektedir; bk. Nihâyetü’l-kifâye, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 77/1, vr. 133b, 235a; nr. 77/2, vr. 34a; Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 826, vr. 244b) muhtemelen Kutbiyye Medresesi’nde verdiği derslerin notlarından (fevâid) oluşturmuştur. Yine dîbâcede el-Hidâye’nin şekil ve muhteva açısından eşsiz bir kitap olduğunu, kendisinin Buhara’da bu eseri değerli hocalardan daha önce okuma fırsatı bulduğunu belirten müellif bu şerhe Buharalı üstatlarından öğrendiği önemli bilgileri de ilâve ettiğini söylemektedir. Tâcüşşerîa’nın şerhi Hamîdüddin ed-Darîr’in (ö. 666/1268) şerhinden sonra el-Hidâye’nin en eski şerhi olmalıdır. Bu iki şârih eserlerine şerh yerine “fevâid” adını vermiştir. Ancak Hamîdüddin ed-Darîr’in şerhi Fevâǿidü’l-Hidâye olarak bilinirken Tâcüşşerîa’nınki daha çok Şerĥu’l-Hidâye diye meşhur olmuştur. Tâcüşşerîa eserinin dîbâcesinde bu çalışmasına Nihâyetü’l-kifâye li-dirâyeti’l-Hidâye adını verdiğini belirtmektedir. Nihâyetü’l-kifâye daha sonra “şerh bi’l-kavl” denilen şerh tekniğiyle yazılmıştır; bu şerh tarzında şârih metnin tamamını şerhine almamakta, metnin açıklanması gereken kelime ve cümlelerini “kavlühû” ibaresiyle kaydettikten sonra kendi açıklamalarını eklemektedir (Keşfü’ž-žunûn, I, 37). Orta Asya Hanefî hukuk birikiminin bir ürünü olan el-Hidâye müellifinin Buhara hukuk mektebine mensup önemli bir âlim olması sebebiyle Tâcüşşerîa’nın şerhi çok tutulmuş ve muteber kaynaklarda kendisine atıflarda bulunulmuştur. Tâcüşşerîa şerhte özellikle terimleri tahlile, hukukî kurumların aklî ve şer‘î temellerini ortaya koymaya, el-Hidâye yazarının zikrettiği delilleri daha geniş bir bağlamda açıklamaya ve onun ifadelerinin teorik çerçevesini çizmeye, mevcut tarihsel bilgilerin ve rivayetlerin ayrıntılarına değinmeye, kendisinden önceki hukukçuların ve özellikle Orta Asya hukukçularının görüşlerini aktarmaya, iktibas ettiği bilgilerin kaynaklarını göstermeye önem vermiştir. Bu bağlamda atıfta bulunduğu pek çok fıkıh eseri yanında bilhassa Cevherî’nin eś-Śıĥâĥ’ı ve Mutarrizî’nin el-MuǾrib’i gibi sözlükler de bulunmaktadır. Farklı mezhep görüşlerine el-Hidâye yazarının değindiği ölçüde değinen şârihin, özellikle Hanefî mezhebi içindeki görüşlerden birini tercih noktasında rol oynadığı görülmektedir; metindeki görüşü yazdıktan sonra zaman zaman “kultü” ifadesiyle hukuk çevrelerinde belirginleşen yaklaşımı ya da kendi görüşünü ifade etmektedir. Tâcüşşerîa, konu ve kavramları izah ederken yaşadığı çevrede yaygın dil olması sebebiyle Farsça açıklamalar da yapmıştır (Nihâyetü’l-kifâye, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 77/1, vr. 16a-b, 65a-b, 79a-b, 133b-134a, 135b-136a, 140a, 157a, 190b, 192b; nr. 77/2, vr. 1b, 2b, 5b, 12b, 16b, 21b-22a, 28a, 44b, 45a-46b, 98a, 122a, 160b). Henüz neşredilmemiş olan Nihâyetü’l-kifâye’nin günümüze ulaşan pek çok nüshası arasında müellifin imlâ ettiği nüshalarla mukabele edilmiş nüshalar mevcuttur (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Kadızâde Mehmed Efendi, nr. 207, Serez, nr. 821, 822, Fâtih, nr. 713, Sâliha Hatun, nr. 78, 79; Koca Râgıb Paşa Ktp., nr. 556, 557). Tâcüşşerîa’ya klasik kaynaklarda nisbet edilen ikinci eser Fevâǿidü Tâci’ş-şerîǾa, el-Fevâǿidü’t-Tâciyye, et-Tâciyye diye bilinen kitaptır (İbn Nüceym, II, 314; III, 417; İbn Âbidîn, I, 386; III, 100; IV, 73, 559). el-Hidâye şerhinden farklı bir eser olduğu anlaşılan bu çalışmanın yukarıda bahsedilen karışıklıklar yüzünden gerçekte Tâcüşşerîa Ömer’e ait olup olmadığı hususu ayrıca araştırılmaya muhtaçtır. Bağdatlı İsmâil Paşa, Hz. Peygamber’in bi‘setinden Hz. Ali’nin halifeliği dönemine kadarki İslâm tarihine dair Meǿâŝirü’l-iķbâl fî mefâħiri’ş-şâl adlı Farsça bir eseri de Tâcüşşerîa’ya izâfe ederse de başka kaynaklarca teyit edilmeyen bu bilgi ihtiyatla karşılanmalıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Tâcüşşerîa, Nihâyetü’l-kifâye li-dirâyeti’l-Hidâye, İstanbul Müftülüğü Ktp., nr. 77/1-2, tür.yer.; Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1505; Hacı Mahmud Efendi, nr. 826; Kadızâde Mehmed, nr. 207; Sâliha Hatun, nr. 78, 79; Koca Ragıp Paşa, nr. 556, 557; Serez, nr. 821, 822; Fâtih, nr. 713; Kureşî, el-Cevâhirü’l-muđıyye, I, 196; II, 490; Muînülfukarâ Ahmed b. Mahmûd, Kitâb-ı Mollazâde (nşr. Ahmed Gülçîn-i Meânî), Tahran 1339 hş., s. 24; Muhammed Pârsâ, “Nesebü Śadri’ş-şerîǾa ǾUbeydillâh el-Maĥbûbî el-Enśârî el-Buħârî” (nşr. Yahyâ Mahmûd İbn Cüneyd), ed-DirǾiyye, V/18-19, Riyad 1423/2002, s. 135-170; Fasîh-i Hâfî, Mücmel-i Faśîĥî (nşr. Mahmûd Ferruh), Meşhed 1339-40 hş., II, 343-344; III, 17-18, 42; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, II, 314; III, 417; Mahmûd b. Süleyman el-Kefevî, Ketâǿibü aǾlâmi’l-aħyâr min fuķahâǿi meźhebi’n-NuǾmânî’l-muħtâr,


Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 690, vr. 257a-b; Keşfü’ž-žunûn, I, 37; II, 1997, 2020, 2032-2033; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (nşr. Ali M. Muavvaz - Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1415/1994, I, 386, 509; III, 100; IV, 73, 559; VI, 77, 174; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, I, 787; V. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, s. 501-504; a.mlf. - [R. N. Frye], “Buқћārā”, EI² (İng.), I, 1295; A. K. S. Lambton, “Kirman”, a.e., V, 161-162; C. E. Bosworth, “Śadr”, a.e., VIII, 748-749; Şükrü Özen, “Sadrüşşerîa”, DİA, XXXV, 427.

Murteza Bedir