TASRΑ

(التصريع)

Beytin her iki mısraını kafiyeli yapma anlamında edebiyat terimi.

Sözlükte “kapı kanadı” anlamındaki mısra‘dan türeyen tasrî‘ “kapıyı iki kanatlı yapmak; şiiri iki mısralı kılmak; beytin iki mısraını kafiyeli yapmak” mânalarına gelir. Belâgatta beytin her iki mısraının kafiyeli yapılmasına tasrî‘, böyle beyitlere musarra‘ denilir. Halîl b. Ahmed gibi eski aruz âlimleri tasrîi söz güzelliklerinden saymıştır. Şiirdeki tasrî‘ edebî nesrin iki bölüğünde bulunan seci gibidir. Tasrîin amacı, kasidenin daha ilk beytinin ilk mısraının okunmasıyla kafiyesinin nasıl geleceğinin okuyucuya gösterilmesi ve şairin dinleyiciye mensur değil manzum söz söylediğini hissettirmesidir (İbn Reşîk, I, 173). Tasrî‘ vezin güzelliğinin esaslarından biri kabul edilmiş, bir şiirin ne kadar tasrî‘ içerirse o kadar şiirsel nitelik kazanacağı ve nesirden uzaklaşacağı belirtilmiştir. Şiir sanatından bahsedilen eserlerde, kasidedeki birinci beytin ilk mısraına düzenlenen kafiyenin beytin kafiyesi olması için hazırlanması gerektiği ifade edilir. Çünkü ilk mısraın kafiyesini duyan kimse bunun beytin de kafiyesi olacağını bekler. Beyitte iki ayrı kafiye ve revînin bir araya gelmesi sebebiyle oluşan kusura “tecmî‘” denilmiştir (Kudâme b. Ca‘fer, s. 181). Tasrî‘ genellikle kasidenin ilk beytinde bulunur. Hem kadîm hem muhdes şairler tasrîi bir güzellik diye benimsemiş ve neredeyse hiç terketmemiştir. Tasrî‘ bazan ilk beyit dışında da kullanılmış ve bu husus şairin gücü ve yeteneğinin göstergesi sayılmıştır (a.g.e., s. 86). Birinci beytin dışında tasrîi ilk defa uygulayan şairin İmruülkays olduğu ve Abîd b. Ebras, Evs b. Hacer, Hassân b. Sâbit gibi şairlerin bu uygulamayı sürdürdüğü belirtilmiştir (a.g.e., s. 90). Nitekim İmruülkays’ın muallakası musarra‘ beyitle başlar:

قفا نبك من ذكرى حبيب ومنزل

بسقطِ اللوى بين الدخول فَحَوْمل

Kasidenin ilk beyti dışındaki tasrî‘ çoğu zaman bir konu veya hikâyeden diğerine, bir tasvirden diğer bir tasvire geçildiği zaman yeni bir temaya başlandığı hususunda dinleyicinin uyarılması amacıyla yapılır. Bir kasidede tasrîin fazla olması şairin yeteneği ve dile hâkimiyeti şeklinde görülürse de İbn Reşîķ eskilerin dışındaki şairlerde tasrîin fazla kullanılmasını zorlama olarak görür ve peş peşe üç beyti, ilk beyitle beraber üçüncü ve dördüncü beyitleri musarra‘ yapan eski şairlerden örnekler verir (el-ǾUmde, I, 173-174). Kasideye musarra‘ beyitle başlanması kasidenin ehemmiyetini ve şairi tarafından önemsendiğini gösterir. İbn Reşîķ, bazı şairlerin şiire özen göstermedikleri için kasidelerinin başında tasrî‘ bulunmadığını söyler; ilk beyti değil ikinci beyti musarra‘ yapan Ahtal’i, ilk beyitten birkaç beyit sonra tasrî‘ uygulayan Zürrumme’yi ve neredeyse hiç musarra‘ beyti olmayan Ferezdak’ı örnek diye zikreder (a.g.e., I, 175-176). Beyitlerinin ve kısımlarının tamamı tasrî‘li olan musammat, muhammes, müşattar gibi şiir türleri de vardır.

İbn Ebü’l-İsba‘ tasrîi aruzî ve bedîî olmak üzere iki kısma ayırır. Aruzî tasrî‘ beytin aruzu (ilk mısraın son cüzü) ve darbının (ikinci mısraın son cüzü) vezin, i‘rab ve kafiyede; bedîî tasrî‘ ise aynı unsurların bunların yanı sıra lafız bakımından da eşit olmasıdır. “... bâlî ... hâlî/... bâli - ... bâli” gibi. İbn Ebü’l-İsba‘, bedî‘ sanatı gibi tasrîin de tekellüfsüz ve vasat kemiyette olmasını güzel bulmaktadır (Taĥrîrü’t-Taĥbîr, s. 305). Ziyâeddin İbnü’l-Esîr tasrîi yedi dereceye ayırır. 1. Kâmil tasrî‘. Tasrîin en üst derecesi olup beyitteki her mısraın birbirinden bağımsız anlam ifade etmesidir. 2. Müstakil tasrî‘. İlk mısraın müstakil bir mâna bildirmesi, ikinci mısraın anlamca birinciye bağımlı olmasıdır. 3. Müvecceh tasrî‘. Şairin beyitlerdeki mısraların yerlerini değiştirmede muhayyer olması, anlam ve i‘rabın buna elverişli bulunmasıdır. 4. Nâkıs tasrî‘. İlk mısraın anlamının ancak ikinci mısra ile anlaşılabilmesidir. 5. Mükerrer tasrî‘. Beyitteki her iki mısraın aynı lafızla sona ermesidir. Bu da iki kısma ayrılır. Birincisi her iki lafzın hakikat ve mecaz bakımından aynı olması, ikincisi aynı lafzın mısralardan birinde hakiki, diğerinde mecazi anlamda kullanılmasıdır: “Bir genç ki isteyicilere olmuş iken şürb ü merta‘/Şimdi keskin Hint kılıçlarına oldu merta‘ (Ebû Temmâm) gibi. 6. Muallak tasrî‘. Birinci mısraın ikinci mısraın başında zikredilen sıfata bağlı olmasıdır; bu büyük kusur sayılmıştır. 7. Meştûr tasrî‘. İlk mısraın sonunun ikinci mısraın sonundan kafiye yönünden farklı olmasıdır. Bu tasrîin en aşağı derecesi ve en çirkini sayılmıştır. “... zünûb - ... cühûd” gibi (el-Meŝelü’s-sâǿir, I, 259-262). Bu taksimi Tîbî ve ondan aktaran Süyûtî beşinci derecenin şıklarını iki ayrı tür sayarak sekize çıkarmıştır (et-Tibyân, s. 576-577; Şerĥu ǾUķūdi’l-cümân, s. 151). Hatîb el-Kazvînî tasrîi bir seci türü saymış ve onu “beytin aruz ve darb tef‘ilelerinin aynı kafiyede olması” diye tanımlamıştır (el-Îżâĥ, s. 551). Süyûtî de bunu “musarra‘” adıyla ve bir seci türü şeklinde ele almıştır.

Türk edebiyatında da tasrî‘ ve musarra‘ terimleri aynı anlamda kullanılmış, ayrıca bütün mısraları kafiyeli manzume yazmaya tasrî‘, musarra‘, müselsel adı verilmiştir. Her mısraı kafiyeli beyitlerden oluşan manzumelere de musarra‘ veya mısraları zincirleme gittiği için müselsel denilir.


Recâizâde Mahmud Ekrem’in şu manzumesinde görüldüğü gibi: Hiçbir dem sensiz olmak istemez cânım benim/Oldu gûyâ tâb’ı hüsnün nûr-ı îmânım benim//Cevrin olmaz kāsir-i şevk-i firâvânım benim/Muttasıl âlemde etsin girye çeşmânım benim//Râzıyım yansın müebbed kalb-i sûzânım benim/Mevt tutsun dâmenim, hüsran girîbânım benim/Terkedersem aşkını ey mihr-i tâbânım benim.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 454-455; Kudâme b. Ca‘fer, Naķdü’ş-şiǾr (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 80, 86, 90, 181; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1401/1981, I, 173-176; İbn Sinân el-Hafâcî, Sırrü’l-feśâĥa (nşr. Ali Fevde), Kahire 1350, s. 221; Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Meŝelü’s-sâǿir (nşr. Ahmed el-Havfî - Bedevî Tabâne), Kahire, ts. (Dâru nehdati Mısr), I, 258-262; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 305-307; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400, s. 551-552; Tîbî, et-Tibyân fi’l-beyân (nşr. Abdüssettâr Hüseyin Zemmût), Beyrut 1416/1996, s. 576-577; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eŧ-Ŧırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Kahire 1332, III, 32-38; Süyûtî, Şerĥu ǾUķūdi’l-cümân, Kahire 1358, s. 151; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 104, 109, 149; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürühâ, Bağdad 1403, II, 244-250; İrfan Mitracî, el-CâmiǾ li-fünûni’l-luġati’l-ǾArabiyye ve’l-Ǿarûż, Beyrut 1407/1987, s. 231-234, 260.

Halim Öznurhan