TEBERRÎ

(التبرّي)

İmâmiyye Şîası’nın devlet başkanlığı, dolayısıyla siyasî hâkimiyet konusunda kendileri gibi düşünmeyenlerle ilişkiyi kesmesi anlamında bir terim.

Sözlükte “hastalıktan kurtulup şifa bulmak; sevilmeyen biriyle ilgiyi kesip ondan uzaklaşmak” anlamlarındaki ber’ (bür’, bürû’) kökünden türeyen ve aynı mânaya gelen teberrînin (teberrü’) karşıtı “sevmek, severek bağlanmak” anlamına gelen velâyet kökünden türeyen tevellîdir (Farsça’da bu kelimeler teberrâ ve tevellâ şeklinde kullanılır). Terim olarak teberrî (berâet) “İmâmiyye Şîası’nın devlet başkanlığı, dolayısıyla siyasî hâkimiyet konusunda kendileri gibi düşünmeyen kişi ve zümrelerle ilişkisini kesmesi”, tevellî ise “bu hususta kendileri gibi düşünenlerle dostluk içinde bulunması” demektir. İlk İslâmî gruplardan Hâricîler, Hz. Ali başta olmak üzere bütün düşmanlarından ilgilerini kestiklerini beyan ederek teberrî anlayışını yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Ezârika’nın kurucusu Nâfi‘ b. Ezrak’ın kendisiyle birlikte savaşa katılmayanlarla ilişkisini kestiği, fakat daha önce bunları benimseyip sevenlerden teberrî etmediği, Necde b. Âmir’e mensup olanların Ebû Füdeyk’ten teberrî ettikleri, Yezîdiyye’nin Muhakkime-i Ûlâ’yı ve İbâzıyye’yi sevip benimsediği, bazı bid‘atçılardan ise teberrî ettiği (Eş‘arî, s. 86-87, 92, 103) dikkate alındığında teberrî ve tevellî yöntemlerinin Hâricîler arasında erken dönemlerden itibaren kullanıldığını söylemek mümkündür. İmâmiyye Şîası’nın teberrî anlayışı ise değişik merhalelerden geçerek bir mezhep prensibi haline gelmiştir. Şiî kaynaklarında, başta Hz. Ebû Bekir ile Ömer olmak üzere Hz. Ali’nin “düşman”larından ilk teberrî eden ve onların küfre girdiğini söyleyen kişinin Abdullah b. Sebe olduğu ileri sürülür (Kummî, s. 20; Nevbahtî, s. 19). Hz. Ali ve Muâviye taraftarlarının birbirini itham etmeleri Ali’nin vefatından sonra devam etmiş, bir taraftan Ali muhaliflerinin küfre girdiği ileri sürülürken diğer taraftan onun ve mensuplarının idarede yetersiz olduğu söylenmiştir. Bu dönemde Hz. Ali taraftarları, Muâviye ve yandaşlarıyla ilgili teberrîlerini siyasî propaganda aracı şeklinde kullanıyor, ilk iki halifeye yönelik teberrîlerini, onların Hz. Ali’ye Allah tarafından verilen hakkın kullanılmasına engel olmaları iddiasına dayandırıyordu. Aynı devirlere ait İmâmiyye


nakillerinde velâyet dinî bir prensip diye öne çıkarılıp teberrî bu prensibin içinde mütalaa edilirken zamanla teberrî imanın aslî prensibi olarak ileri sürülmeye başlanmıştır. İslâm’ın esasları bu ekole ait birçok haberde namaz, zekât, oruç, hac ve velâyet şeklinde ele alınıp bir anlamda teberrî-tevellî içinde düşünülürken Ca‘fer es-Sâdık’tan nakledilen ve imanın sınırlarını belirleyen bir hadiste Allah’tan başka ilâh bulunmadığı, Hz. Peygamber’in Allah’ın elçisi olduğu ve onun getirdiklerine inanmanın zarureti zikredildikten sonra diğer esaslar sıralanmış, ardından “velimizi sevip benimseme, düşmanımıza karşı düşmanlık etme” şeklinde tevellî ile teberrî iki ayrı prensip halinde ortaya konulmuştur (Küleynî, II, 18-24). Daha sonra bunu teyit eden bazı hadislerde berâet (teberrî) müminin mecburi on görevinin dokuzuncusu olarak belirtilmiştir (Berkī, I, 13; İbn Bâbeveyh, Kitâbü’l-Ħiśâl, s. 402).

İmâmiyye Şîası, teberrî ve tevellî konusundaki düşüncelerini Hz. Peygamber’in Gadîr-i Hum’da Ali için söylediği nakledilen hadislere dayandırır. Buna göre Resûlullah kimin mevlâsı ise Ali de onun mevlâsıdır, Allah Ali’yi seveni sever, ona karşı çıkanı cezalandırır; Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, Allah’ın velîlerini sevmek ve O’nun düşmanlarından uzaklaşmak kâmil imandandır (Küleynî, II, 125). Hz. Ali’yi sevmeyen, Ali’nin düşmanlarıyla ilgisini kesip onlara düşman olmayan kimsenin imanı kabul edilmez (Berkī, s. 264; İbn Bâbeveyh, Emâlî, s. 122). Böylece Hz. Ali’yi sevmek ve ona tâbi olmakla ilgili tevellî prensibinin yanında Ali’nin düşmanlarından veya onun haklarını engelleyenlerden teberrî etme anlayışı zaman içinde Hz. Ali’nin aile fertleri ve neslinden gelen imamlar için de uygulanmaya başlanmıştır. İmâmiyye Şîası’na göre teberrî edilmesi gerekenler ilk üç halife ile Hz. Âişe başta olmak üzere Cemel Vak‘ası’nda Ali’ye karşı çıkanlar, Sıffîn Savaşı’nda Muâviye’nin yanında yer alanlar, hakem olayı (tahkîm) münasebetiyle Amr b. Âs ve Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, ayrıca Nehrevan Savaşı’nda Hz. Ali’ye karşı mücadele eden Hâricîler ve onları destekleyenlerdir. Daha sonra Ali neslinden gelen imamlarla Ehl-i beyt’e karşı çıkan, onlara düşmanlık besleyen ve genellikle “tâgūt” (put) diye adlandırılan kimselerden teberrî edilmesi dinî bir vecîbe sayılmıştır. Fiilen teberrî edip münasebetlerin kesilmesi mümkün olmadığı durumlarda gönülden buğzetmekle birlikte takıyye ile hareket etmek de mezhebin benimsediği bir husustur.

BİBLİYOGRAFYA:

Berkī, Meĥâsin (nşr. Celâleddin el-Hüseynî), Tahran 1370, I, 13, 264; Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, el-Maķālât ve’l-fıraķ (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1963, s. 20; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 19; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 86-87, 92, 93, 103; Küleynî, el-Uśûl mine’l-Kâfî (nşr. Ali Ekber el-Gaffârî), Beyrut 1401, II, 18-24, 125; İbn Bâbeveyh, Kitâbü’l-Ħiśâl (nşr. Hasan el-Harsân), Necef 1391/1971, s. 402; a.mlf., Emâlî, Necef 1389/1970, s. 122; Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-Ǿuyûn, Kahire 1382/1962, s. 296-297; E. Kohlberg, “Barāǿa in ShīǾī Doctrine”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, VII, Jerusalem 1986, s. 139-175; a.mlf., “Barāǿa”, EIr., III, 738-739; J. Calmard, “Tabarruǿ”, EI² (İng.), X, 20-22; Ali Refîî, “Tevellî ve Teberrî”, DMT, V, 157-158; Pervîz Selmânî, “Teberrî”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1380/2002, VI, 376-379; İsmâil Bâğıstânî, “Tevellî”, a.e., Tahran 1383/2004, VIII, 603-605.

Mustafa Öz