TEBEU’t-TÂBİÎN

(تبع التابعين)

Tâbiîni müslüman olarak gören ve müslüman olarak ölen üçüncü nesli ifade eden terim.

Sözlük anlamı “tâbiîni izleyenler”dir; tâbiînle müslüman olarak görüşen ve müslüman olarak ölenleri daha özel anlamıyla tâbiîn neslinin âlimlerinden hadis rivayet edenleri ifade eder. Tebeu’t-tâbiîn sahâbe ve tâbiînden sonraki üçüncü nesildir ve etbâu’t-tâbiîn (etbâ‘) diye de anılır. Tebeu’t-tâbiîn devrinin başlangıcını ve sonunu kesin sınırlarla belirlemek mümkün değildir. Hadis râvilerini tabakalara ayıran bazı âlimler, tebeu’t-tâbiîn dönemini son tâbiî kabul edilen Halef b. Halîfe’nin vefat tarihi olan 180 (796) yılında başlatmakta ve 220 (835) yılında sona erdirmektedir. Ancak tebeu’t-tâbiîn devri çok daha erken tarihte başlamış olan Şu‘be b. Haccâc ve İmam Mâlik gibi bu neslin önde gelen şahsiyetleri 180 yılından önce vefat etmişlerdir. Dolayısıyla bu neslin bazı üyeleri 220 yılı gibi geç tarihlere kadar hayatta kalmış olsalar bile onların çoğunluğunun yaşadığı dönemi, tâbiîn döneminin bir kısmını içine alacak şekilde yaklaşık 135-190 (752-806) yılları arasında kabul etmek daha uygun görünmektedir. Bir kimsenin tebeu’t-tâbiînden sayılması için bir tâbiîyi kısa bir süre de olsa görmesi yeterli olmakla birlikte bu neslin birçoğu tâbiînle beraber yaklaşık aynı devirde yaşamıştır. Tabakat kitaplarında 190’dan (806) sonra vefat edenlerin tebeu’t-tâbiînden olup olmadığının tartışılması da 135-190 yılları arasının tebeu’t-tâbiîn devri kabul edilmesi gerektiği görüşüne ağırlık kazandırmaktadır. Bu devrin başlangıcı Abbâsîler’in yönetime geçtiği yıllara rastlar. Endülüs’te aynı dönemde Abdurrahman b. Muâviye’nin kurduğu Endülüs Emevî Devleti hüküm sürmektedir. Abbâsîler’in hilâfeti ele geçirmeleriyle birlikte Araplar’la mevâlî arasında görülen ayrılıklar büyük ölçüde ortadan kalkmış, hatta mevâlî Araplar’a karşı birçok alanda ve özellikle ilmî faaliyetlerde üstünlük kazanmıştır.

Farklı kültürlere mensup insanların Müslümanlığı kabul etmesi, tercüme faaliyetlerinin başlaması ve Abbâsî halifelerinin âlimleri desteklemesi gibi etkenler ilmî faaliyetleri tebeu’t-tâbiîn döneminde daha da hızlandırmıştır. Bu devirde henüz medrese gibi kurumlar bulunmadığından ilmî faaliyetler camilerde ve evlerdeki ders halkalarında devam ettirilmiş ve isnad kullanımı yaygınlaşıp hadisler isnadlı şekilde rivayet edilmiştir. Tâbiîn devrinden beri birer ilim merkezi olma özelliğini koruyan Medine, Kûfe, Basra ve Dımaşk gibi şehirlerin yanı sıra Abbâsî Devleti’nin başşehri Bağdat tebeu’t-tâbiîn döneminin ortalarında kurulmuş ve kısa zamanda bir ilim merkezi haline gelmiştir. Bu şehirleri Mısır, Vâsıt, Horasan, Nîşâbur ve Rey takip etmiştir. Abbâsî Devleti sınırları içerisinde meydana gelen kültürel gelişmelerden Endülüs Emevî Devleti etkilendiği için Kurtuba (Cordoba), İşbîliye (Sevilla) ve Tuleytula (Toledo) gibi şehirlerde de ilmî faaliyetler yürütülmüştür.

Tâbiîn döneminde Ömer b. Abdülazîz’in tâlimatıyla başlayan tedvîn faaliyeti tebeu’t-tâbiîn devrinde gelişerek devam etmiş, bu faaliyet neticesinde hadislerin yanında sahâbe ve tâbiîn fetvaları da derlenmiştir. Tedvîn esnasında toplanan malzeme herhangi bir sıra gözetilmeden yazılmaktaydı. Ancak bu şekilde meydana getirilen eserlerden yararlanmanın güçlüğü kısa sürede farkedilince tedvînle birlikte tasnife de ağırlık verilmiş ve sistematik eserler telif edilmeye başlanmıştır. Bunun ilk ürünleri musannef tarzındaki eserler olup bazıları günümüze ulaşmış, bazıları daha sonra tasnif edilen eserlerin içinde kısmen yer almıştır. Tedvîn ve tasnif sürecinde Medine’de Mâlik b. Enes, İbn Ebû Zi’b; Mekke’de İbn Cüreyc, Süfyân b. Uyeyne; Basra’da Saîd b. Ebû Arûbe, Şu‘be b. Haccâc, Rebî‘ b. Sabîh, Hammâd b. Seleme; Yemen’de Ma‘mer b. Râşid; Kûfe’de Süfyân es-Sevrî, İbn Ebû Zâide; Dımaşk’ta Evzâî, Saîd b. Beşîr; Rey’de Cerîr b. Abdülhamîd; Horasan ve Merv’de Abdullah b. Mübârek; Vâsıt’ta Hüşeym b. Beşîr öne çıkan âlimlerdir. Öte yandan tebeu’t-tâbiîn devrinde isnad sistemi iyice geliştiğinden sayıları gittikçe artan rivayetlerin, uydurma hadislerin ve bunların râvilerinin durumunu inceleyen birçok âlim yetişmiştir. Şu‘be b. Haccâc, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Abdurrahman b. Mehdî ve Yahyâ b. Saîd el-Kattân dönemin önde gelen tenkitçileridir. O zamana kadar râviler hakkında sözlü olarak aktarılan bilgiler bu dönemde derlenip kayıt altına alınmıştır. Hadis ilmiyle beraber Hz. Peygamber’in hayatını ve savaşlarını ele alan siyer ve megāzî türleri de gelişmiştir. Tedvîn devrinin başlarında bazı müellifler siyer ve megāzîye dair bilgileri toplamışlardı. Bu faaliyetleri sürdüren birçok tebeu’t-tâbiîn âlimi bu konuda kitaplar yazmıştır. Bunların en önde gelenleri Ma‘mer b. Râşid, Ebû Ma‘şer es-Sindî ve Mu‘temir b. Süleyman’dır.

Tebeu’t-tâbiîn döneminde en çok gelişme gösteren ilim dallarından biri de fıkıhtır. Halkın Emevî yönetiminden duyduğu rahatsızlığı iyi değerlendiren, onların İslâm dinini ve hukukunu ihmal ettiklerini, kendilerinin İslâmî hükümleri hayata geçireceklerini iddia ederek iş başına gelen Abbâsîler, İslâmî ilimleri ve özellikle fıkhın gelişimini desteklemiştir. Halife Mansûr, Irak ve Bağdat’taki ulemânın yanı sıra Medine’ye gittiği sıralarda İbn Ebû Zi’b ve Mâlik b. Enes gibi âlimlerle görüşüp tavsiyelerini dinlemiş, âlimlere ihsanlarda bulunmuş, bütün ülkeye gönderdiği fermanlarla ulemânın eser telif etmesini istemiştir. Onun ve ardından gelen halifelerden Mehdî-Billâh ile Hârûnürreşîd’in ülkede hukuk birliğini sağlamak için birtakım girişimlerde bulundukları ve bu konuda Mâlik b. Enes gibi fakihlerin görüşlerini aldıkları bilinmektedir. Aynı devirde Kûfe’de Ebû Hanîfe, Süfyân es-Sevrî, Ebû Yûsuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî; Şam’da Evzâî ve Mısır’da Leys b. Sa‘d gibi âlimler fıkıh alanında faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Mehdî-Billâh ve Hâdî-İlelhak dönemlerinde kadılık yapan Ebû Yûsuf’a çok değer veren Hârûnürreşîd, İslâm tarihinde ilk defa ihdas edilen başkadılık (kādılkudât) görevini ona vermiştir. Fıkıh alanında sonraki devirlerde örnek alınıp kaynak kabul edilen birçok eser tebeu’t-tâbiîn devrinde yazılmıştır. Bunlardan Mâlik b.


Enes’in merfû hadislerle beraber sahâbe ve tâbiîn fetvalarını, Medine amelini ve kendi re’ylerini ihtiva eden el-Muvaŧŧaǿ adlı eseri daima ilk sırada zikredilir. Aynı dönemde Medine’de buna benzer eserlerin kaleme alındığı bilinmekle beraber bunların neredeyse hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Irak’ta Ebû Hanîfe ve çevresinin fıkıh meselelerinde dikkate aldığı hadislerin aktarıldığı, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî gibi isimlere ait “Kitâbü’l-Âŝâr”lar telif edilmiştir. Hârûnürreşîd, Ebû Yûsuf’tan devletin maliye işlerinde takip edeceği esasları içeren bir kitap yazmasını istemiş, o da meşhur Kitâbü’l-Ħarâc’ını kaleme almıştır. Yine Ebû Yûsuf’un er-Red Ǿalâ Siyeri’l-EvzâǾî, İħtilâfü Ebî Ĥanîfe ve İbn Ebî Leylâ; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Mebsûŧ, Kitâbü’l-Ĥücce, el-Aśl, es-Siyerü’l-kebîr, el-CâmiǾu’l-kebîr, el-CâmiǾu’ś-śaġīr, ez-Ziyâdât gibi eserleri o dönemden günümüze ulaşan teliflerdir. Öte yandan Ebû Yûsuf ve Şeybânî’nin fıkıh usulü alanındaki bazı tartışmaları kayda geçirdikleri, ancak bunları kitap haline getirmedikleri bilinmektedir.

Bu dönemde ilmî ehliyeti haiz herkesin dinî konularda görüş bildirmesinde bir engel yoktu. Bu sebeple âlimler kendi ictihadlarını esas alıyorlardı. Halk henüz mezheplere ayrılmadığından müslümanlar istedikleri âlimlerden faydalanıyor ve onlara uyuyordu. Yönetim de belirli bir görüşü desteklemiyordu. Diğer taraftan fukaha arasında belde, hoca ve meselelere yaklaşım gibi sebeplerden kaynaklanan birtakım farklılıklar görülüyordu. İlk zamanlarda ehl-i Hicâz ve ehl-i Irâk şeklinde bölgelere nisbet edilen ekolleşme bu dönemde belirginleşerek ehl-i re’y ve ehl-i hadîs diye adlandırılmıştır. Daha sonraki eserlerde görülen benzer taksimler çoğunlukla bu devrin şahısları üzerinden yapılmıştır. Ancak bu gruplandırmalarda ehl-i re’y ve ehl-i hadîse yüklenen anlamlara göre kişiler bazan ehl-i re’yden sayılırken bazan ehl-i hadîs arasında zikredilmiştir.

Tefsir ilmi sahasında tebeu’t-tâbiîn nesli mütekaddimînin son nesli kabul edilir. Bu alanda Mukātil b. Süleyman, Süfyân es-Sevrî, Zeyd b. Eslem, Verkā b. Ömer ve Hüşeym b. Beşîr gibi âlimler öne çıkmış, bunlardan bazıları müstakil tefsirler kaleme almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sona kadar tefsir eden ilk müfessir olarak tanınan Mukātil b. Süleyman’a ait et-Tefsîrü’l-kebîr günümüze ulaşan örneklerdendir. Bu dönemde rivayet tefsiri yanında dirayet tefsiri de gelişme göstermiş, âyetlerin tefsiriyle birlikte Kur’an’ın metniyle ilgili çeşitli filolojik çalışmalar başlatılmıştır. Tebeu’t-tâbiîn devri kıraat ilmi bakımından da önemli olup kırâat-i seb‘a imamlarından dördü (Medine’de Nâfi‘ b. Abdurrahman, Basra’da Ebû Amr b. Alâ, Kûfe’de Hamza b. Habîb ve Ali b. Hamza el-Kisâî) bu nesildendir.

Hâriciyye ve Mu‘tezile gibi fırkalar tâbiîn döneminde ortaya çıkmışsa da bunların teşekkülü ve kelâm ilminin tedvîni tebeu’t-tâbiîn devrinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde bir yandan müslümanların çoğunluğunun benimsediği inanç ilkelerine dair eserler yazılırken bir yandan da genel kabullere aykırı itikadî fırka mensuplarının görüşlerine dair risâleler kaleme alınmıştır. Hâriciyye ve Kaderiyye gibi fırkaların doktrinleri karşısında Selef’in bakış açısını ortaya koyan ilk eserin Ebû Hanîfe’nin el-Fıķhü’l-ekber’i olduğu kabul edilmektedir.

Tebeu’t-tâbiîn devrinde yaşayan İbrâhim b. Edhem, Süfyân es-Sevrî, Fudayl b. İyâz, Dâvûd et-Tâî, Şakīk-ı Belhî, Ebû Hâşim es-Sûfî, Râbia el-Adeviyye ve Abdullah b. Mübârek gibi şahsiyetler tasavvuf alanının önde gelen simalarıdır. Tasavvuf ilminin temelleri bu dönemde atılmış, tasavvuf ilmine kaynaklık eden ilk eserler bu dönemde yazılmıştır.

Nahiv ilminde iki büyük ekol olan Basra ve Kûfe mektepleri tebeu’t-tâbiîn devrinde teşekkül etmeye başlamıştır. Bu devirdeki Basralı nahiv âlimlerinin en tanınmışları Îsâ b. Ömer es-Sekafî, Ebû Amr b. Alâ, Halîl b. Ahmed, Ahfeş el-Ekber, Sîbeveyhi ve Yûnus b. Habîb’dir. Kûfe’de ise Ebû Ca‘fer er-Ruâsî, Ali b. Hamza el-Kisâî, Mufaddal ed-Dabbî ve Kāsım b. Ma‘n gibi nahivciler yaşamıştır. Arap dili ve nahvi bunların hazırladığı eserlere dayanmaktadır. III. (IX.) yüzyılın başlarında tebeu’t-tâbiîn dönemi sona ermekle birlikte İslâm medeniyetinin teşekkül süreci devam etmiş, artık nesillerin esas alındığı tabakalar değil zaman ve mekânın belirleyici olduğu ayırımlar ön plana çıkmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râmhürmüzî, el-Muĥaddiŝü’l-fâśıl (nşr. M. Accâc el-Hatîb), Beyrut 1391/1971, s. 611-624; Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin), Kahire 1937, s. 46-48, 152-161; Hatîb, Târîħu Baġdâd, XIII, 323-423; XIV, 243; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, VI, 390-403; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, X, 449-452; M. Ebû Zehv, el-Ĥadîŝ ve’l-muĥaddiŝûn, Kahire 1378/1958, s. 243-315; M. Accâc el-Hatîb, es-Sünne ķable’t-tedvîn, Kahire 1383/1963, s. 219-291; Zafer Ahmed et-Tehânevî, ĶavâǾid fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1392/1972, s. 305-345; Muhammed el-Hudarî, Târîħu’t-teşrîǾi’l-İslâmî, Beyrut 1400/1980, s. 126-184; Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib, Tevŝîku’s-sünne fi’l-ķarni’ŝ-ŝânî el-ĥicrî, Kahire 1400/1981, s. 63-71, 289-430; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, I, 174-268; Ahmed Muhammed Şâkir, el-BâǾiŝü’l-ĥaŝîŝ, Beyrut 1415/1994, s. 28, 186-189, 237-238, 241-243; Arif Ulu, Ebû Yusuf ve Kitâbu’l-Âsâr’ı (yüksek lisans tezi, 1999), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 13-30, 39-67.

Arif Ulu