TEİZM

Yaratıcı Tanrı anlayışını savunan felsefe akımı.

Sözlükte “tanrı” anlamındaki Yunanca theos kelimesinden türetilen teizm (İng. theism, Fr. théisme) genellikle, âlemin yaratıcı sebebi olan, varlığı mutlak bir Tanrı inancını savunan felsefî düşünceyi ifade eder; bu düşünceyi benimseyene teist denir. Terim Türkçe’de tanrıcılık, modern Arapça’da el-ilâhiyye ve et-te’lîhü’d-dînî şeklinde karşılanmaktadır (İsmail Fenni, s. 708; Cemîl Salîbâ, I, 231; Akarsu, s. 166; Bolay, s. 388). Düşünce olarak teizmin kökeni çok eskilere gitmekle birlikte felsefî bir terim halinde kullanımı XVII. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Tanımı ve tarihçesi açısından teizmi geniş ve dar anlamda olmak üzere iki açıdan ele almak mümkündür. Geniş anlamda teizm öncelikle Tanrı’nın var olduğuna inanmak ve bu inancı bir şekilde savunmaktır. Bu tavrın arkasında, maddî dünyanın ötesinde aşkın bir varlığın mevcudiyetini ve O’nun kutsallığını kabul etme düşüncesi yatmaktadır. Teistik Tanrı inancının ilk adımı olan bu yaklaşım, herhangi bir dinî veya felsefî bilgiyle karşılaşmamış olan kişiler arasında yaygın olup “mutlak teizm” diye de adlandırılabilir. Bu anlamdaki teizm daha ziyade İlkçağ düşüncesinde görülmektedir. Dar anlamda teizm bilinçli şekilde Tanrı’nın varlığına inanmanın yanında O’nun aşkınlığını, yaratıcılığını, zâtiyet ve şahsiyetini yani gerçek, şuurlu ve iradeli bir varlık olduğunu kabul etmektir. Bu nitelikler, teizm ile Tanrı kavramına yer veren başka anlayışların karşılaştırılması açısından en belirleyici özelliklerdir. “Felsefî teizm” denilen bu tutumun bir sonraki boyutu Tanrı’nın sonsuz güç ve kudret sahibi olduğuna, her şeyi bildiği, gördüğü, duyduğu ve takdir ettiğine, adalet, inâyet ve hayır sahibi olduğuna inanmaktır. Bu mânadaki teizm anlayışına geleneksel, klasik veya tarihsel teizm adı verilmektedir. Teizmin en son aşaması Tanrı’nın vahiy gönderdiğine ve mûcizeler yarattığına inanmaktır. Teizmin dinî boyutu olarak da görülebilecek olan bu anlayış monoteizmle paralellik göstermekte, Hz. İbrâhim’de sembolleşen tevhid inancını sürdüren Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın özünü meydana getirmektedir.

Klasik teizm anlayışı Hz. Îsâ zamanında yaşayan Philo’nun (ö. 50) antik düşünceyle ve bilhassa Eflâtun’un düşünceleriyle Yahudiliği uzlaştırma çabasına dayanır. Bu yaklaşım Plotinus’la devam etmiş, ardından hıristiyan ve müslüman düşünürlerin antik mirası kendi inanç ve kültürleri açısından yorumlamasıyla günümüze kadar gelmiştir. Bu anlamıyla klasik teizm evrenin yaratıcısı ve koruyucusu olan, varlığı gerçek, her an hâzır ve nâzır, her şeyi bilen, hayat sahibi, dilediğini yapmaya gücü yeten, değişmez, tek, hür, ezelî ve ebedî, ahlâkî yükümlülüklerin kaynağı, ibadete lâyık, güzel, âdil ve en yüksek derecede iyi olan ulu varlığa inanmayı içerir. Teistik düşüncenin birbirinden farklı biçimleri ve yöntemleri görülmektedir. İlkçağ’da âlemdeki çokluktan hareketle tek olana, maddî olandan maddî olmayana, değişenden değişmeyene ve ölümlü olandan ölümsüz olana doğru gelişen teistik düşünce Ortaçağ’da varlığı zorunlu olan ve olmayan ayırımı üzerine kurulmuştur. Nitekim akılcılığın ön plana çıktığı Yeniçağ ve bilimselliğin geçerli sayıldığı modern düşüncede de gelenekten farklı şekilde değişik inanış biçimleri görülmektedir. Özünde tektanrıcı olmalarına rağmen üç büyük dinin Tanrı anlayışı birbirinden farklıdır. Yahudilik’te millî bir din haline gelen teizm evrenselliğini yitirmiş, teslîs anlayışının merkeze konduğu Hıristiyanlık ise bir anlamda monoteizmden uzaklaşmıştır.


İslâmiyet, tevhid ve evrensellik vurgusuyla hem Yahudilik’ten hem Hıristiyanlık’tan ayrı ve özgündür. Teizm ateizm ve agnostisizmi reddettiği gibi Tanrı’nın yaratıcılık, teklik, zâtîlik, aşkınlık ve özgürlük gibi niteliklerinden birini veya birkaçını ihmal eden deizm, düalizm, politeizm ve panteizm gibi diğer inanış biçimlerinden de ayrılmaktadır. Teizmin Tanrı anlayışının en bariz vasfı tektanrıcı oluşudur. Tanrı’nın tekliği yalnız sayı bakımından birliği değil yetkinlik, yaratıcılık, eşi ve benzerinin bulunmaması gibi nitelikleri de içermektedir. “Tanrıcılık” veya “Tanrı’nın varlığına inanmak” anlamına gelen deizmde Tanrı’nın evrendeki işleyişe karışmadığı, varlıklar dünyasını kendi yasalarıyla baş başa bıraktığı düşünülmektedir. Ayrıca vahyi kabul etmeyişi, herhangi bir dinî otorite, kural veya ilke tanımayışı da deizmi teizmden ayıran önemli hususlardır. Tanrı’nın aşkınlığını, yaratıcı ile yaratılan ayırımını kabul etmeyen panteizm de teizmden ayrılmaktadır. Zira panteizm teizmin aksine evrenin dışında mutlak hakikat şeklindeki bir tanrı anlayışını reddetmiştir. Teizmin yaratıcı Tanrı anlayışı ve yaratıcının âlemden ayrı ve farklı olduğu tezi panteizmle uyuşmamaktadır.

Teistik Kanıtlar. Teizme göre Tanrı’nın zâtı (özü) tam olarak bilinemese de varlığı bilinebilir ve kanıtlanabilir. Bu kanıtlar ontolojik, kozmolojik, teleolojik ve ahlâkî delillerle dinî tecrübeden meydana gelir. Ontolojik delile göre zihinde fıtraten bulunan mükemmel tanrı fikri Tanrı’nın varlığı için bir kanıttır. Çünkü insanın sınırlı-sonlu yapısı gereği Tanrı kavramına kendiliğinden ulaşması mümkün değildir; bu fikri insan zihnine bizzat Tanrı nakşetmiştir. Kozmolojik kanıtın temel tezi Tanrı’nın evreni yaratması, bunun yanında hareketin, değişimin ve sebepliliğin ilk kaynağı oluşudur. İslâm düşüncesinde hudûs, ihtirâ ve imkân delilleri diye ifade edilen bu yaklaşıma göre âlem ezelî ve zorunlu olmayıp Tanrı tarafından yaratılmış, varlığını Tanrı’dan almıştır. Teleolojik kanıtın dayandığı temel düşünce, evrendeki düzen ve estetiğin sonsuz güç sahibi ve iradeli bir varlık tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu kanıtların yanında vicdan duygusu, adalet, hak hukuk, iyi ve kötü kavramlarından, insanlardaki ahlâkî yapıdan hareketle de Tanrı’nın varlığına gidilmeye çalışılmıştır. Sübjektif bir yapı arzetmekle birlikte temelinde duygu, sezgi ve derin düşüncenin bulunduğu dinî tecrübe de Tanrı’nın varlığı için kanıt olarak ileri sürülmektedir.

Tarihçe. Felsefede başlangıçtan beri birlik, çokluk, sonsuzluk, yücelik, yetkinlik, sebeplilik, yaratıcılık, ölümsüzlük vb. kavramlardan hareketle ortaya çıkan teist düşünce zaman içerisinde olgunlaşmış, semavî dinlerin katkısıyla daha da gelişmiştir. İlkçağ düşüncesinde evren ruhu görüşüyle Thales, yıldızları idare eden ve eşyanın kaynağı olan “apeiron” görüşüyle Anaxsimandros, zihin gücüyle evrene hareket veren hareketsiz düşünce fikriyle Ksenophanes, her şeye egemen olan, her şeye yeten ve her şeyi aşan bir kanun (logos) düşüncesiyle Heraklit, evreni aşan, elle tutulmayan, gözle görülmeyen, insan organı taşımayan bir düşünce fikriyle Empedokles ve maddeye hareket veren, ona hükmeden biçimlendirici ruh, akıl (nous) düşüncesiyle Anaxagoras gibi Sokrat öncesi dönemde yaşayan filozoflarda teistik düşüncenin ilk izlerini bulmak mümkündür. Bunlar arasında dönemin antropomorfist ve politeist anlayışına alaycı bir üslûpla karşı çıkan ve Tanrı’nın birliği, yetkinliği, her şeyi görmesi, bilmesi ve duyması, zihniyle evreni yönetmesi, maddî nesneler gibi değişken ve hareketli olmaması, taraf ve cihetten müstağni olması gibi niteliklerinden söz eden Ksenophanes sadece teistik düşüncenin ortaya çıkışı ve tarihçesi açısından değil din felsefesi tarihi açısından da önemli bir düşünürdür. İlkçağ’ın ikinci döneminde iyilik ve bilgelik sahibi Tanrı anlayışıyla Sokrat, evrene şekil ve düzen veren ruh (demiourgos) anlayışıyla Eflâtun, maddeye form ve hareket kazandıran, kendisi hareket etmeyen en yetkin ve mutlak varlık anlayışıyla Aristo, kendi kendine yeterli, sonsuz ve basit tanrı anlayışıyla Philo ve ışığın güneşten yayılması gibi bütün varlık âleminin kendisinden çıktığı “bir” (Tanrı) anlayışıyla Plotin teistik düşüncenin öncüleri olmuştur.

Klasik teizm, geleneksel teizm ya da tarihsel teizm diye adlandırılan Ortaçağ’ın teist anlayışında felsefe ile din, akılla vahiy uzlaştırılmaya çalışılmıştır. Bunun ilk izlerine, Hz. Îsâ’nın çağdaşı olan yahudi Philo’nun Eflâtun’un düşüncelerini Tevrat öğretileriyle uzlaştırma teşebbüsünde rastlanmaktadır. Philo’ya göre Tanrı değişmeyen, başkasına muhtaç olmayan, aşkın, aynı zamanda âlemde içkin, kendi kendine yeterli, sonsuz ve yalın bir varlıktır. Philo’dan sonra teistik düşüncenin seyri açısından önemli bir düşünür Plotin’dir. “Bir” kavramını sisteminin merkezine yerleştiren Plotin, ışığın güneşten yayılması veya bardaktaki suyun taşması gibi bütün varlığın mutlak yetkin olan “bir”den çıktığını ileri sürmüştür. Materyalizme karşı çıktığı, aşkın Tanrı anlayışına yer verdiği, evrenin ruhî bir esasa dayandığını söylediği için Plotin’in görüşleri hem teistik düşünce çizgisinde hem de İslâm filozofları üzerinde hayli etkili olmuştur. Fârâbî ve İbn Sînâ, Plotin’in sudûr görüşünü kabul etseler de Tanrı kavramını ve sudûr teorisini İslâm teizmi çerçevesinde yeniden yorumlamış, Plotin’den farklı şekilde “yaratma” anlamına gelen “ibda‘” kelimesini kullanmıştır. Eflâtun’un fikirleri çerçevesinde Tanrı düşüncesini dile getiren hıristiyan teologu Augustine her şeyin ilk, tek ve evrensel nedeni olarak aşkın, mutlak varlık veya mutlak hakikat düşüncesinden söz etmiş, Ortaçağ felsefesinde hâkim olan klasik teistik düşüncenin ve özellikle hıristiyan ilâhiyatının en önemli düşünürü sayılmıştır. Tanrı fikrine doğuştan sahip olunduğunu savunan ve O’nu en yetkin varlık diye tanımlayan Saint Anselm, “Tanrı yoktur” diyen bir budalanın zihninde bile bu kavramın bulunduğunu ileri sürmüştür. Tanrı’nın varlığının apaçık olduğunu ve bunun akılla kanıtlanabileceğini söyleyen bir diğer Ortaçağ düşünürü Thomas Aquinas “beş yol” diye adlandırılan kanıtlarıyla (hareket, etken sebep, imkân, iyiliklerin varlığı ve düzen [tasarım]) Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışmış ve Batı dünyasında teistik düşüncenin önde gelenleri arasında yer almıştır.

İslâm düşüncesinde ilk teist filozof sayılan Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, Tanrı’nın hür ve mutlak iradesinin sonucu olarak evrenin yoktan yaratıldığını ifade etmiş, ateistlere karşı yazdığı felsefî risâlelerinde Tanrı’nın mutlak varlığı ve birliği (el-hakku’l-vâhid), ezelîliği, ebedîliği, kudreti ve yaratıcılığı (bâri’) üzerinde önemle durmuş, Tanrı’nın ilk sebep, son sebep ve ilk yönetici (el-müdebbirü’l-evvel) olduğunu vurgulamıştır. “Zorunlu varlık” şeklinde tanımladığı Tanrı’yı sisteminin merkezine koyan Fârâbî, Yeni Eflâtunculuğun “bir” kavramı ile Aristo’nun kendi kendini akleden düşünce kavramını ekmel, efdal, a‘lâ, bâri’ ve mübdi‘ gibi temel İslâmî kavramlarla birleştirerek bir senteze gitmiştir. Fârâbî’nin Tanrı anlayışı İbn Sînâ ve onun eserlerinin Latince’ye çevrilmesiyle skolastik dönem düşüncesinde özellikle Thomas Aquinas gibi teist düşünürler üzerinde etkili olmuştur. Klasik teizm açısından diğer önemli bir müslüman düşünür İbn Rüşd’dür. Her seviyeden insanın Tanrı’nın varlığını kabul edebileceğini söyleyen İbn Rüşd, âlemdeki bütün varlıkların insanın varlığına ve onun var oluş gayesine uygun


biçimde düzenlendiğini, bu düzenlemenin kör bir tesadüfün sonucunda gerçekleşmediğini belirtmiştir. Müslüman filozoflar yanında kelâmcılarla bazı sûfî düşünürlerin de teizmin tarihçesi bakımından önemli bir yeri bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Mâtürîdî, Gazzâlî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî’yi zikretmek gerekir.

Yeniçağ’la birlikte klasik teizm anlayışının gerilediği, akılcılığın ön plana çıkmasıyla Tanrı’nın varlığının matematiksel kavramlar gibi zihinde bulunan apaçık bir doğru biçiminde kabul edildiği (rasyonalist teizm) görülmektedir. Descartes, Spinoza, Leibnitz gibi düşünürlerin savunduğu bu anlayışa karşılık John Locke, Tanrı’nın varlığının doğuştan gelen zihnî bir kavram olmadığını, O’nu ancak dış dünyadan edinilen intibalar neticesinde bilmenin mümkün olduğunu savunmuştur (tecrübî teizm). George Berkeley ve Hegel gibi filozofların düşüncelerinde ise ruhun varlığı ön plana çıkarılarak oradan Tanrı’nın varlığına gidildiği görülmektedir (idealist teizm). XVII. yüzyıldan itibaren tabiatın yapısından hareketle Tanrı’ya gitme ve O’nun varlığını kanıtlama düşüncesi yaygınlaşmıştır. Öncülüğünü Isaac Newton’un yaptığı ve Samuel Clarke’ın takip ettiği bu yeni teistik anlayışı bilimsel teizm olarak adlandırmak mümkündür. Dar anlamda teizmi ve teolojik geleneği reddedip insanın ahlâkî yapısından hareketle Tanrı’nın varlığına gitmeye çalışan, vicdan, şefkat ve adalet duygusu gibi bazı ahlâkî motiflerin kaynağının Tanrı olduğu fikrine dayanarak Tanrı’nın varlığını savunan Kant ve onu izleyen düşünürler de teizmin tarihi açısından önemlidir (moral teizm). Modern dönemde var oluşun özden önce geldiğini savunarak özgürlüğü ve bireyciliği ön plana çıkaran varoluşçuluk akımı bünyesinde hem ateist hem teist düşünceyi barındırmaktadır (varoluşçu teizm). Günümüz felsefî muhitlerinde materyalizm, pozitivizm ve ateizmin hız kesmesi neticesinde teizmin yeniden güç kazandığı, özellikle din felsefesi çevrelerinde güçlü bir biçimde dile getirildiği söylenebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Platon, Sokrat’ın Savunması (trc. Niyazi Berkes), İstanbul 1973; a.mlf., Yasalar, I-XII. kitaplar (trc. Candan Şentuna - Saffet Babür), İstanbul 1994; Kindî, “Allah’ın Birliği ve Âlemin Sonluluğu Üzerine”, İslâm Filozoflarından Felsefe Metinleri (trc. Mahmut Kaya), İstanbul 2003, s. 23-27; Fârâbî, al-Fārābī on the Perfect State: Mabādi’ Ārā’ Ahl al-Madīna al-Fādila (nşr. ve trc. R. Walzer), Oxford 1985; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ el-İlâhiyyât (2), s. 343; İbn Rüşd, Faślü’l-maķāl (nşr. Muhammed İmâre), Kahire 1983, s. 31-32; a.mlf., İbn Rüşd’ün Felsefesi: el-Keşf an Menâhici’l-edille (trc. Nevzat Ayasbeyoğlu), Ankara 1955, s. 53; R. Descartes, A Discourse on Method (trc. J. Veitch), London 1969, s. 100-110; R. Cudworth, The True Intellectual System of the Universe: Wherein All the Reason and Philosophy of Atheism is Confuted and Its Impossibility Demonstrated, London 1820, s. 17; I. Newton, Principia: Newton’s Philosophy of Nature (ed. H. S. Thayer), New York 1965, s. 42; İsmail Fenni [Ertuğrul], Lugatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, s. 708; M. M. Sharif, “Philosophical Teachings of The Qur’an”, A History of Muslim Philosophy (ed. M. M. Sharif), Wiesbaden 1963, s. 137-138; W. Paley, “Natural Theology”, The Existence of God (ed. J. Hick), New York 1973, s. 99-103; R. Swinburne, The Coherence of Theism, Oxford 1977; J. Mackie, The Miracle of Theism, Oxford 1982; Cemîl Salîbâ, el-MuǾcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 231; Mahmut Kaya, “Felsefe”, DİA, XII, 314-315; Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Ankara 1984, s. 166; Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi, Ankara 1988, s.1-6, 81-124; a.mlf., Teizm Ya da Ateizm: Tanrıtanımazlığın Felsefî Boyutları, İstanbul 2001, s. 13-15, 143-150; a.mlf., Teizm: Kavramsal Bir Tahlil, İstanbul 2008; Mehmet S. Aydın, Kant’ta ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlâk İlişkisi, Ankara 1991; Bekir Topaloğlu, Allah’ın Varlığı: İsbat-i Vâcip, Ankara 1992; S. Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ankara 1996, s. 388; Abdullatif Tüzer, Bir Varoluşçunun İman Savunusu, İstanbul 2006, s. 100-112; A. E. Taylor, “Theism”, ERE, XII, 261-262.

Aydın Topaloğlu