TENÂSÜP

(تناسب)

Birbiriyle ilgili veya birbirini çağrıştıran kelimeleri bir arada kullanma sanatı.

Sözlükte “uyum, orantı, yakışma” anlamına gelen tenâsüb kelimesi, edebiyat terimi olarak aralarında karşıtlık dışında bir ilgi bulunan iki veya daha çok kelimenin anlam güzelliğini ve bütünlüğünü sağlamak amacıyla aynı sözde bir araya getirilmesini ifade eder. Eski belâgat kitaplarında aynı veya yakın anlamda “cem‘iyyet, mürâât-ı nazîr, tevfîk, telfîk, i’tilâf” gibi terimler de kullanılmıştır. Tenâsübün sağlanması için genellikle birbirine yakın veya farklı ilim dallarına ait terim ve kavramların, tarihî ve efsanevî kahramanları yahut bu isimler etrafında gelişen olayları hatırlatan kelimelerin, birbiriyle alâkalı hayvan, bitki ve çiçek adlarının aynı ibare, mısra veya beyit içerisinde zikredilmesi gerekir.

Tenâsübün edebî sanat derecesine ulaşabilmesi için sanatkârın kelime seçimi konusunda titiz davranması lâzımdır. Anlamca yakın kelimelerin gelişigüzel veya zorunlu biçimde bir araya gelmesiyle tenâsüp gerçekleşmez. Meselâ, “Öğrenci bugün okulda öğretmenini dinlemedi” cümlesinde öğrenci, okul ve öğretmen kelimeleri anlamca birbirleriyle ilgili olmakla birlikte cümlede tenâsüp sanatı yoktur. Tenâsüp derin bir muhayyile faaliyetine dayanmalı, okuyucu bu gayretin güzelliğini farketmeli ve ondan zevk almalıdır Tenâsüp, diğer edebî metinlerde de yer almakla birlikte özellikle şiirde çok kullanılmıştır. “Aramazdık gece mehtâbı yüzün parlarken/Bir uzak yıldıza benzerdi güneş sen varken” (Faruk Nafiz Çamlıbel) mısralarındaki gece, mehtap, yüz, parlamak, yıldız, güneş kelimeleri arasında sevgilinin yüz güzelliğini bütün yönleriyle ifade eden bir tenâsüp vardır. Divan şairleri tenâsübü bir nükte oluşturacak biçimde kullanmıştır. Bursalı Ahmed Paşa’nın, “Mest oluptur çeşm ü ebrûnun hayâlinde imam/Okumaz mihrâpta bir harf-i Kur’ân’ı dürüst” beytinde imam, mihrap ve Kur’an kelimeleriyle tenâsüp yapılmış, imamın mihrapta sevgilinin kaşı ve gözünün hayaliyle (divan şairleri mihrabı sevgilinin kaşına benzetirler) kendinden geçtiği için âyetleri doğru okuyamayacak duruma geldiği nükteli bir şekilde anlatılmıştır. Necâtî Bey’in, “Hâk-i kûyun var iken cennet anılmak sanemâ/Şuna benzer ki teyemmüm edeler su olıcak” beyti de dinî terimlerin bir anlam uyumu içerisinde, başka bir anlama zemin hazırlanması ve sevgilinin mahallesi varken cenneti arzulamanın anlamsız olduğunun söylenmesi bakımından tenâsübe örnektir. Fuzûlî’nin, “Ney-i bezm-i gamım ey mâh ne bulsan yele ver/Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayri” beytinde ney çağrışımıyla tenâsüp oluşturulmuştur. Kendini neyle özdeşleştiren şair, oda yanmış kuru cisim derken ney yapılması esnasında dağlamaya telmihte bulunarak ney, oda yanmak ve kuru cisim, yine neyle ilgisi dolayısıyla ney, yel, hava ve mûsiki aleti olarak ney, bezm, hevâ kelimeleriyle tenâsübü sağlamıştır. Bazı şairler sırf tenâsüp sanatına dayalı şiirler yazmayı denemiştir. Âgehî’nin, “Çektirip fürkatanı benden ırağ oldun sen/Bahr-i firkatta nice fırtınalar çektim ben” beytiyle başlayan ünlü “Keştî Kasidesi” yalnız gemici deyim ve terimleri kullanılarak meydana getirilmiş, daha sonra tahmîsleri yapılmış, nazîreleri yazılmıştır.

Tenâsüp başka edebî sanatlarla da ilişki içindedir. Nitekim (mürekkep) teşbih, (mürekkep) istiare ve leff ü neşr sanatları bazan tenâsüp gibi anlamca ilgili kelimeler üzerine kurulur. Bu durumda tenâsüp geri planda kalır. Yine birden fazla kelime içeren bir tenâsüpte eğer ilgi kelimelerden birinin ibarede kastedilmeyen anlamı arasında kurulmuşsa buna “îhâm-ı tenâsüb” denir. Îhâm-ı tenâsübde zihin kısa süreli


bir şüphe yaşar ve kelimenin uzak ve yakın anlamı arasında gidip gelir. Nâbî’nin, “Pek uçurma bildiğim kuştur benim ey bâğban/Bülbülün gülzâr-ı âlemde hezârın görmüşüz” beytinin ilk dizesinde uçurma kelimesi ile kuş, ikinci dizesinde bülbül ile hezâr arasında böyle bir anlam sıçraması mevcuttur. Uçurma kelimesi beyitte, “Bu kadar da abartma” anlamındadır. Halbuki kelimenin ikinci anlamı, yani şairin bu beyitte amaçlamadığı “uçmak” mânası ile kuş kelimesi mütenâsiptir. İkinci mısrada yer alan hezâr “bülbül” demektir. Ancak şair beyitte bu kelimeyi bin sayısının karşılığı olarak kullanmakta, böylece kelimenin ibarede kastedilmeyen “bülbül” anlamıyla îhâm-ı tenâsübü sağlamıştır. Tenâsüple ilgili diğer bir edebiyat terimi de “teşâbüh-i etrâf”tır (sözü başlangıcına uygun biçimde tamamlamak) ve gül ile başlayan bir sözü bülbül, gülzâr vb. bir kelime ile bitirmek suretiyle gerçekleşir. Ziyâ Paşa’nın, “Bir milletin olunca mukadder saâdeti/Bir âdile müfevviz eder Hak hükûmeti” beytindeki millet ve hükümet kelimeleri arasında böyle bir ilgi vardır. Teşâbüh-i etrâfı ayrı bir sanat kabul edenler olmakla birlikte genellikle tenâsübün bir türü kabul edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1299, s. 156-158; Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta‘lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299, s. 327-329; Muallim Nâci, Edebiyat Terimleri: Istılâhât-ı Edebiyye (haz. M. A. Yekta Saraç), İstanbul 2004, s. 113-115; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 162-163; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 431-437; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri-Belâgat, İstanbul 1989, s. 276-281; M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s. 148-150; Muhsin Macit - Uğur Soldan, Edebiyat Bilgi ve Teorileri El Kitabı, Ankara 2004, s. 65; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2007, s. 448; Menderes Coşkun, Sözün Büyüsü Edebî Sanatlar, İstanbul 2007, s. 143-146.

Meliha Y. Sarıkaya