TERŞÎH

(الترشيح)

Bir ifadeye kendi sayesinde edebî anlam yüklenen destekleyici öğe anlamında belâgat terimi.

Sözlükte “terlemek, nemlenmek, sızmak” anlamlarındaki reşh (reşehân) kökünden türeyen terşîh “terbiye etmek, yetiştirmek, bir kimseyi bir göreve hazırlamak” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “rşĥ”, md.). Belâgatta terşîh bir ifadeye kendi sayesinde edebî anlam yüklenen destekleyici ve hazırlayıcı öğedir (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 271; İbn Hicce, II, 297; Nablusî, s. 106). Terşîhte bir lafzın başka bir lafzı edebî kullanıma hazırlaması, edebî bir anlam yüklenebilmesi için onu desteklemesi söz konusudur. Bundan dolayı terşîh müstakil bir sanat olmadığı gibi herhangi bir edebî sanatla da sınırlı değildir; istiare, tevriye, tıbâk (tezat) gibi birçok edebî sanatı hazırlayıcı, destekleyici ve pekiştirici öğe biçiminde bulunur (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 273; İbn Hicce, II, 297; İbn Ma‘sûm, VI, 163). Fahreddin er-Râzî ile Sekkâkî muhtemelen istiâre-i terşîhiyye (muraşşaha) bağlamında terşîh terimine temas eden ilk müelliflerdir. Râzî’ye göre bu tür istiarede terşîh, “müstear minh (müşebbeh bih) tarafına itibar edildiğini gösteren ve onunla ilgili olan ilâve ifadeler” anlamına gelir (Nihâyetü’l-îcâz, s. 249). Sekkâkî’ye göre ise müstear minh tarafını güçlendiren, onunla ilgili tâli vasıf ve kayıttır (Miftâĥu’l-Ǿulûm, s. 385). Terşîhi müstakil bir edebî tür gibi ele alıp açıklayan ilk yazar İbn Ebü’l-İsba‘ olmuştur. Daha sonra İbn Hicce, Süyûtî, İbn Ma‘sûm, Abdülganî en-Nablusî ve Cermânûs Ferhâd gibi müellifler onun ortaya koyduğu tanım ve çerçeveyi aynen nakletmiş, örnekleme dışında kayda değer bir şey eklememiştir.

Terşîhin istiare bağlamında kullanımına örnek olarak, “أولئك الذين استروا الضلالة بالهدى فما ربحت تجارتهم” (Onlar dalâleti hidayet karşılığında satın aldılar da ticaretleri kâr etmedi) âyeti (el-Bakara 2/16) zikredilebilir. Burada satın alma (iştirâ) “değişme” (istibdâl) mânasında istiâre-i asliyye şeklinde kullanılmış, bu asla uyularak “değiştiler” (استبدلوا) anlamında “satın aldılar” (اشتروا) istiâre-i tebeiyyesi gerçekleşmiş, müşebbeh bih olan “satın aldılar” ifadesini güçlendirmek için onunla ilgili bir terşîh kaydı mahiyetinde “ticaretleri kâr etmedi” ifadesi istiareye ek olarak getirilmiştir. Ebü’l-Kāsım es-Semerkandî’nin istiare konusunda kaleme aldığı Ferâǿidü’l-fevâǿid adlı eserinin üçüncü bölümünde terşîh meselesi ayrıntılı biçimde ele alındığı ve özgün bir yaklaşım ortaya konulduğu için esere er-Risâletü’t-terşîĥiyye adı da verilmiştir.

Terşîhin tevriye bağlamında kullanımına örnek olarak, “اذكرني عند ربك فأنسيه الشيطان ذكر ربّه” (Beni efendinin yanında an, ancak şeytan efendisine anmayı ona unutturdu) âyeti (Yûsuf 12/42) verilebilir. Burada “ربك” (efendinin) lafzı, “ربه” kelimesini tevriye eksenli bir anlam (uzak anlamı olan “efendi, sahip” anlamı) yüklenmesi için hazırlayan bir terşîh işlevi görmüştür. Zira “ربك” kelimesiyle hem “Allah” hem “kral, efendi, sahip” anlamı murat edilebilir. Söz, “اذكرني عند ربك” (Beni efendinin yanında an) cümlesi anılmadan sadece “فأنسيه الشيطان ذكر ربّه” (Şeytan efendisine anmayı ona unutturdu) ifadesiyle sınırlı kalsaydı o zaman “ربّه” lafzı sadece Allah’a yönelik olacak, “kral, efendi” anlamına hamli (tevriye) imkânsız hale gelecekti. Sadece “kral” anlamını yüklenme durumu olan “ربّك” lafzının önceden anılmasıyla “ربِّه” lafzına her iki anlamı yüklenme imkânı verilmiş ve uzak anlamın kastedilmesini hazırlayarak tevriye sanatının icrasına imkân sağlanmıştır (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 273-274; İbn Hicce, I, 249). Hz. Ali’nin Eş‘as b. Kays hakkındaki “وهذا كان أبوه ينسجُ الشمالَ باليمين” (Bunun babası sağıyla kadife ihramlar, örtüler diker) sözünde de “yemîn” (sağ el) ifadesi geçmeseydi veya onun yerine “el” (يد) kelimesi kullanılsaydı “şimâl”in yakın anlam olarak “sol el” ve uzak anlam olarak “kadife ihramlar, örtüler” anlamında tevriyeye hamli mümkün olmazdı (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 271).

Terşîhin tıbâk sanatı bağlamında kullanmasına örnek olarak da Mütenebbî’nin, “لو رأيت لهيبَهُ يا جنَّتي لظَننتِ فيه جهنّما” (Bir kalbin çarpıntısı ki [içinde tutuşan] alevini görseydin ey cennetim/[o kalbin] içinde cehennem [tutuşuyor] zannederdin) beyti (Dîvân, IV, 28) zikredilebilir. Çünkü beyitte “يا جنَّتي” lafzı “جهَنَّمَ” lafzını tıbâk eksenli bir kullanıma hazırlamıştır. Onun yerine “يا منيتي” (ey arzum), “يا بغيتي” (ey maksudum) gibi başka bir ifade kullanılsaydı beyitte tıbâk sanatı söz konusu olmayacaktı (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 271-272; İbn Hicce, II, 297).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 420-421; Mütenebbî, Dîvân (Ukberî, et-Tibyân fî şerĥi’d-Dîvân içinde, nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), Beyrut 1397/1978, IV, 28; Zemahşerî, Esâsü’l-belâġa, Beyrut 1385/1965, s. 232; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iǾcâz (nşr. Bekrî Şeyh Emîn), Beyrut 1985, s. 249; Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâĥu’l-Ǿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 385; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1416/1995, s. 271-274; İbn Hicce, Ħizânetü’l-edeb, Sayda 1426/2006, I, 249; II, 297-298; İbn Ma‘sûm, Envârü’r-rebîǾ fî envâǾi’l-bedîǾ (nşr. Şâkir Hâdî Şükr), Necef 1388/1968, VI, 163; Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, Nefeĥâtü’l-ezhâr, Beyrut 1404/1984, s. 106-107; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürühâ, Bağdad 1406/1986, s. 132-134; İn‘âm Fevvâl Akkâvî, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fî Ǿulûmi’l-belâġa, Beyrut 1413/1992, s. 305-306.

Halil İbrahim Kaçar