TESBİH NAMAZI

(صلاة التسبيح)

Nâfile namazlardan biri.

Her rek‘atında yetmiş beş defa “sübhânallāhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallāhu vallāhu ekber” şeklinde zikir lafzı okunan dört rek‘atlı bu namaza “sübhânellah” ifadesinin çokça tekrarlanması dolayısıyla “tesbih namazı” (salâtü’t-tesbîh) adı verilmiştir. Terim olarak tesbîh, “Yüce Allah’ı ulûhiyyetle bağdaşmayan sıfatlardan tenzih ederim, O’nu en üstün sıfatlarla anarım” mânasındaki sübhânellah vb. zikir lafızlarını söylemeyi ifade eder. Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce’nin es-Sünen’lerinde ve diğer bazı hadis kitaplarında tesbih namazı hakkında pek çok hadis rivayetine yer verilmiştir (Fazl Hasan Abbas, s. 183-184). Ayrıca Dârekutnî, Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Sa‘d es-Sem‘ânî, Tâceddin es-Sübkî, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkī ve Süyûtî gibi âlimler bu konudaki hadisleri birer kitapçıkta toplamıştır. Tirmizî tesbih namazı hakkında çok sayıda sahâbîden hadis rivayet edildiğini, ancak bunların ekserisinin zayıf olduğunu, ayrıca Abdullah b. Mübârek ve bazı âlimlerin bu namazın faziletini dile getirdiklerini belirtmiştir (“Śalât”, 350). Hadis kaynaklarında on iki sahâbîden tesbih namazına dair rivayetler yer almış olup (a.g.e., s. 183) bunların en meşhuru İkrime’nin İbn Abbas’tan naklettiği hadistir. Buna göre Resûl-i Ekrem, amcası Abbas’a tesbih namazı vesilesiyle bütün günahlarının affedileceğini söyleyip bu namazın kılınış biçimini anlatmış, tesbih namazının mümkünse her gün, değilse her cuma yahut ayda, yılda bir veya hiç değilse hayatta bir defa kılınmasını tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, “TeŧavvuǾ”, 14; İbn Mâce, “İķāmetü’ś-śalât”, 190).

Fıkıh ve tasavvuf kitaplarında tesbih namazının hükmü, fazileti ve kılınış biçimi hakkında bilgi verildiği gibi bazı fakihler bu hususta müstakil risâleler kaleme almıştır (a.g.e., s. 162-164). Konuya ilişkin hadislerin sıhhatiyle ilgili görüş farklılıkları bulunduğu için bazı fakihler tesbih namazını müstehap, bazıları câiz, bazıları da mekruh saymıştır. İlk dönem Hanefî kaynaklarında tesbih namazının hükmüyle ilgili bir değerlendirmeye rastlanmamakta, VI. (XII.) yüzyıldan itibaren namazın mekruhlarının anlatıldığı bölümlerde dolaylı biçimde tesbih namazından olumlu şekilde söz edilmekte (Kâsânî, I, 216), daha sonraki dönemlerde yazılan bazı eserlerde ise bunun nâfile/mendup namazlardan biri olduğu ifade edilmektedir. Mâlikî fakihlerinden Hattâb’ın bildirdiğine göre Kādî İyâz tesbih namazını fezâil (nâfileler) arasında zikretmiş (Mevâhibü’l-celîl, II, 8), buna karşılık Ebû Bekir İbnü’l-Arabî konuya dair sahih ve hasen bir hadis bulunmadığı için bu namazın mekruh olduğunu ileri sürmüştür (ǾÂriżatü’l-aĥveźî, II, 265-267). Başta Gazzâlî, Begavî, Ebü’l-Mehâsin Abdülvâhid er-Rûyânî, Abdülkerîm er-Râfiî, İbn Hacer el-Heytemî olmak üzere Şâfiî fakihlerinin


çoğunluğu tesbih namazını müstehap kabul etmiştir. Nevevî el-Eźkâr ve Tehźîbü’l-esmâǿ ve’l-luġāt adlı eserleri yanında el-MecmûǾda tesbih namazının müstehap olduğunu söylemiş, ancak sonuncu eserde (III, 377) konuya ilişkin hadislerin sened yönünden zayıf olduğunu ve bilinen diğer namazlara benzemediği için ayrıca bunları metin yönünden problemli bulduğunu belirtmiştir. İbn Hacer el-Askalânî de MaǾrifetü’l-ħiśâli’l-mükeffire adlı kitabında tesbih hadislerinin sahih, et-Telħîśü’l-ħabîr’de ise zayıf olduğunu kaydetmiştir. Buna karşılık Zerkeşî ve İbnü’s-Salâh konuya ilişkin hadislerin sened yönünden sahih ve Münzirî râvilerinin güvenilir olduğunu ifade etmiştir (Câsim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî, s. 64-70). Tesbih namazının müstehap olduğu görüşünü benimseyen fakihler, küsûf namazı örneğinde görüldüğü üzere kılınış şekli sahih hadisle sabit olan bir namazın bilinen diğer namazların kılınışından farklılık arzetmesinin önem taşımadığını, ayrıca tesbih namazını kılan kişinin geçmiş ve gelecek günahlarının affedileceği müjdesini içermesi sebebiyle bu rivayete yöneltilen eleştirilerin mâkul olmadığını ileri sürmüşlerdir (a.g.e., s. 58-63). Ahmed b. Hanbel’e göre tesbih namazı konusunda sahih bir hadis bulunmadığı için böyle bir namazın kılınması mekruhtur. Belirli şartları taşıyan zayıf hadislerle fazilet ve nâfile namazlar konusunda amel edilebileceği görüşünde olan Hanbelî fakihi Muvaffakuddin İbn Kudâme ise tesbih namazının kılınmasının câiz olduğunu söylemiştir (el-Muġnî, II, 132). Sonraki Hanbelî fakihlerinin bir kısmı bu namazı müstehap, bir kısmı mekruh kabul etmiştir (Câsim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî, s. 86-94). Bu mezhebin âlimlerinden Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî tesbih namazı hakkındaki hadisleri el-MevżûǾât adlı eserine alıp zayıf olduklarını kaydetmiş, fakat bazı âlimler, sened yönünden belirli şartları taşıyan bu tür hadisleri eserinde zikretmesinden dolayı onu eleştirmiş, ayrıca Aĥkâmü’n-nisâǿ adlı kitabında tesbih namazını tatavvu namazları arasında zikredip İbn Abbas hadisini bu namazın meşruiyet delili göstermesinin bir çelişki meydana getirdiğini vurgulamıştır (a.g.e., s. 74-75). Zeydiyye mezhebine göre tesbih namazı müstehaptır. Tesbih namazının müstehap ve sevabının çok olduğu kanaatini taşıyan fakihlere göre bunun belirli bir vakti yoktur, kerahet vakitleri dışında her zaman kılınabilir; her gün, haftada, ayda, yılda bir veya hiç olmazsa hayatta bir defa kılınmalıdır. Bazı mutasavvıflar, cuma günleri gece ve gündüz iki defa kılınmasının büyük sevap kazandıracağını söylerken (Ebû Tâlib el-Mekkî, I, 43) bazı fakihler, İslâmî ilimlerle uğraşan âlimlerin tesbih namazı yerine ilme zaman ayırmalarının onlar için daha hayırlı olacağını ifade etmiştir.

Mutasavvıfların ve Hanefîler’in çoğunluğu tesbih namazının kılınış şeklini Abdullah b. Mübârek’in (Tirmizî, “Śalât”, 350), diğer mezheplerin çoğunluğu ise İbn Abbas’ın (Ebû Dâvûd, “ŦatavvuǾ”, 14) rivayetini esas alarak belirlemiştir. Allah rızası için tesbih namazına niyet edilerek dört rek‘at kılınan bu namazda Abdullah b. Mübârek’in rivayetine göre her rek‘atta on beşi Sübhâneke’den sonra, onu kıraatin ardından, onu rükûda “sübhâne rabbiye’l-azîm”den sonra, onu rükûdan kalkınca ayakta iken, onu ilk secdede “sübhâne rabbiye’l-a‘lâ”nın ardından, onu oturuş halinde ve onu ikinci secdede sübhâne rabbiye’l-a‘lâdan sonra olmak üzere “sübhânallāhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallāhu vallāhu ekber” ifadesi toplam yetmiş beş defa okunur; böylece dört rek‘atta okunan tesbihlerin toplamı 300’e ulaşır. İbn Abbas rivayetinde fark şudur: Sübhâneke’den sonra tesbih okunmaz; kıraati takiben on beş defa, ikinci secdeden sonra oturulunca on defa okunur; bu durumda her rek‘atta tesbihlerin sayısı yetmiş beş olur. Bazı fakihler iki rivayetin de sahih kabul edildiğini dikkate alarak tesbih namazını birinde İbn Mübârek’in, diğerinde İbn Abbas’ın rivayetine göre dönüşümlü kılmanın daha uygun olacağını ifade etmiştir. Bir kısım eserlerde tesbihlerin parmak uçlarıyla sayılmasında bir sakınca bulunmadığı belirtilmiştir. Bazı kaynaklarda tesbih ifadesine “ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-azîm” ibaresinin ilâve edildiği ve selâm vermeden önce, “Allāhümme es’elüke tevfîka ehli’l-hüdâ …” şeklinde başlayıp “… sübhâne hâlikı’n-nûr” diye biten bir duaya yer verildiği görülür; ancak bunların sahih bir hadise dayanmadığı anlaşılmaktadır.

Tesbih namazında Fâtiha’dan sonra belirli sûrelerin okunması gerekmemekle birlikte bazı kaynaklara göre İbn Abbas Tekâsür, Asr, Kâfirûn ve İhlâs, bazı fakihler ise Hadîd, Haşr, Saf ve Tegābün sûrelerinin okunmasını tavsiye etmiştir. Abdullah b. Mübârek, tesbih namazı gece kılındığında iki rek‘atta bir selâm vermenin daha makbul sayıldığını, gündüz kılındığında ise iki veya dört rek‘atta bir selâm verilebileceğini; sehiv secdesini icap ettiren bir durum ortaya çıktığında diğer namazlardaki gibi sehiv secdesi yapılacağını, ayrıca tesbih okunmayacağını söylemiştir. Nâfile namaz olduğu için tesbih namazının teravih, husûf, küsûf, istiskā dışındaki diğer nâfile namazlarda yapıldığı gibi tek başına kılınması gerekir. Bununla birlikte bazı fakihler alışkanlık haline getirilmemek kaydıyla, bazıları iki veya üç kişi halinde, bazıları ise ilân yapılmadan cemaat halinde kılınabileceğini belirtmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Tâlib el-Mekkî, Ķūtü’l-ķulûb, Kahire 1310, I, 43-44; Hatîb el-Bağdâdî, el-Cüzǿ fîhi źikru śalâti’t-tesbîĥ (nşr. Îmân Ali el-Abdülganî), Beyrut 2008, s. 5-94; Gazzâlî, İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn, Kahire, ts. (el-Mektebetü’t-ticâriyyetü’l-kübrâ), I, 207; Ferrâ el-Begavî, Şerĥu’s-sünne (nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş - Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1403/1983, IV, 156; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, ǾÂriżatü’l-aĥveźî, Beyrut 1997, II, 265-267; Kâsânî, BedâǿiǾ, I, 216; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-MevżûǾât (nşr. Abdurrahman M. Osman), Medine 1386/1966, II, 143-146; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. M. Sâlim Muhaysin - Şa‘bân M. İsmâil), Kahire, ts. (Mektebetü’l-Cumhuriyyeti’l-Arabiyye), II, 132-133, 142; İbnü’s-Salâh, el-Fetâvâ ve mesâǿil (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1406/1986, I, 235; Münzirî, et-Terġīb ve’t-terhîb (nşr. Saîd el-Lahhâm), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 468; Nevevî, el-MecmûǾ şerĥu’l-Müheźźeb (nşr. M. Necîb el-Mutîî), Riyad 1423/2003, III, 377; a.mlf., el-Eźkâr: Ĥilyetü’l-ebrâr ve şiǾârü’l-aħyâr (nşr. Ali eş-Şürbacî - Kāsım en-Nûrî), Beyrut 1412/1992, s. 307-310; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, XI, 579; a.mlf., Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1406/1986, VII, 434; Bedreddin ez-Zerkeşî, Ħabâya’z-zevâyâ (nşr. Abdülkādir Abdullah el-Ânî), Küveyt 1982, s. 99-100; İbnü’l-Murtazâ, el-Baĥrü’z-zeħħâr (nşr. Abdullah b. Abdülkerîm el-Cürâfî), San‘a 1366/1947, III, 38; İbn Hacer el-Askalânî, Telħîśü’l-ħabîr (nşr. Şa‘bân M. İsmâil), Kahire 1399/1979, II, 7; a.mlf., MaǾrifetü’l-ħiśâli’l-mükeffire li’ź-źünûbi’l-müteķaddime ve’l-müteǿaħħire (nşr. Câsim el-Füheyd ed-Devserî), Beyrut, ts. (Dârü’l-beşâiri’l-İslâmiyye), s. 43, 48; Süyûtî, Tuĥfetül-ebrâr bi-nüketi’l-eźkâr (Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1410/1990, s. 89-91; Şemseddin İbn Tolun, et-Terşîĥ li-beyâni śalâti’t-tesbîĥ (nşr. Mes‘ad Abdülhamîd M. es-Sa‘denî), Beyrut 1995; Hattâb, el-Mevâhibü’l-celîl (nşr. Zekeriyyâ Umeyrât), Beyrut 1423/2003, II, 8; İbn Nüceym, el-Baĥrü’r-râǿiķ, II, 31-32; VIII, 235; İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-kübrâ, Kahire 1357, I, 190-191; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, I, 225; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, I, 444; Şevkânî, es-Seylü’l-cerrâr (nşr. Mahmûd İbrâhim Zâyed), Beyrut 1405/1985, I, 381; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), II, 27, 48-49; Leknevî, el-Âŝârü’l-merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa (nşr. Ebû Hâcer M. es-Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1405/1984, s. 123-143; Azîmâbâdî, ǾAvnü’l-maǾbûd, III, 247; Câsim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî, et-Tenķīĥ limâ câǿe fî śalâti’t-tesbîĥ, Beyrut 1986, s. 7-107; Ahmed b. Kāsım es-San‘ânî, et-Tâcü’l-müźheb, San‘a 1414/1993, I, 158; Fazl Hasan Abbas, et-Tavżîĥ fî śalâteyi’t-terâvîĥ ve’t-tesâbîĥ, Amman 2003, s. 146-212; “Śalâtü’t-tesbîĥ”, Mv.F, XVII, 150-152.

Fahrettin Atar